Sancılı doğum

İstanbulin

İstanbulîn: Türk Modernleşmesinin Doğum Hikâyeleri

BURAK DALGIN

Kırmızı Kedi Yayınevi Eylül 2021 280 s.

İstanbulîn’in altbaşlığı “Türk Modernleşmesinin Doğum Hikâyeleri”. Burak Dalgın bu kitabında on iki hikâyeyi ele alıyor. Hikâyeler Tanzimat’la başlıyor, Âli Paşa’nın ölümüne kadar devam ediyor. Bu hikâyelerin hepsi kendi içinde bir bütün ama metin bu hikâyeler kronolojik okunduğunda çok daha bütünlüklü bir hale geliyor.

BİLGEHAN UÇAK

Burak Dalgın’ı önce Dünya gazetesindeki köşesinde, daha sonraysa DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak tanıdık. Siyasetle biraz daha ilgili olanlar, Dalgın’ın DEVA’nın Dijital Dönüşüm ve Teknoloji Politikaları Başkanı olduğunu da biliyordur. En ilgilileri ise, DEVA’nın, içinde Silikon Vadisi’ne büyükelçi atanacağının bile yer aldığı Yarına Atılım Eylem Planı’nın yazarı ve tasarlayıcısı olduğundan haberdardır.

Evvelsi ay Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan İstanbulîn (Ekim 2021) ile onun başka bir yönünü daha tanıdık: Bir amatör tarihçi!

İstanbulîn’in altbaşlığı “Türk Modernleşmesinin Doğum Hikâyeleri”. Burak Dalgın bu kitabında on iki hikâyeyi ele alıyor. Hikâyeler Tanzimat’la başlıyor, Âli Paşa’nın ölümüne kadar devam ediyor. Bu hikâyelerin hepsi kendi içinde bir bütün ama metin bu hikâyeler kronolojik okunduğunda çok daha bütünlüklü bir hale geliyor.

Burak Dalgın

Dalgın, bir amatör tarihçi olarak “eklektik” diyebileceğimiz bir üslup tutturmuş kitabında. Biraz deneme, biraz öykücülük, biraz tarihçilik… Bunları yoğurarak İstanbulîn’i ortaya çıkarmış. Kimi zaman anlattığı o tarihî şahsiyetlerin ağzından konuşuyor, kimi zamansa onların yazdıklarından özetlerle konuşturuyor. Bu tabii hem kolay hem zor, çünkü son kertede elimizdeki bir tarih kitabı, biraz sıkıcı olmasını bekleyebiliriz. İstanbulîn hiç öyle değil. 275 sayfa, hikâyeler de kendi içinde ilgi çekici olduğundan bir çırpıda okunuyor. Ama bir “tarih kitabı” deyince aklımıza gelen bitmek bilmez dipnotları Mete Tunçay’ı, Taner Akçam’ı düşünün neredeyse hiç kullanmamış. Bir yere kadar bu iyi bir şey, akademik bir dilin kullanılmaması okuru rahatlatıyor ama en azından kitabın bir özet kaynakçası olsun isterdim. Böylece, bazı hikâyeleri ilk kez okuyan okur, (mesela ben hiç bilmediğim çok sayıda hikâyeyi bu kitap sayesinde öğrendim) ileri okumalar için o kaynakçadan yararlanabilirdi.

Her bölümün başına Yahya Kemal’in beyitlerinden epigraflar almış. Kitabı okudukça arkada leitmotifhep Yahya Kemal. Bu da kendi içinde başka bir modernleşme mücadelesidir, malum. Ahmet Haşim’le Yahya Kemal eski şiirin son temsilcileridir. Bir dönem onlarla sona ermiştir. Daha sonra Nâzım’la, Garip’çilerle ve diğer şairlerle başka bir şiire geçildi. Ama “Modern Türk Şiiri” dediğimizde gene Haşim ve Yahya Kemal’le başlarız, çünkü yeni bir söz söylediler. Bu iki şair hem eskiyi hem yeniyi aynı anda bedenlerinde ve tabii şiirlerinde meczetmişlerdir. Dalgın’ın Yahya Kemal tercihinde böyle bir arayış olduğunu düşünüyorum.

Gelelim kitabın en başarılı bulduğum bölümüne… Burak Dalgın dünyayı takip eden bir tarih kitabı yazmış. Tamam, bu kitap Türk modernleşmesini anlatıyor ama çerçeveyi Osmanlı coğrafyasıyla sınırlamamış. İşin içine mukayese girince, olayları bağlama oturtmak daha rahat oluyor. Her alanda gitgide kendi içine kapanan bir ülkede böyle çalışmaların çok değerli olduğunu düşünüyorum. Zira dünya Türkiye’den ya da Osmanlı coğrafyasından ibaret değil. Ve her toplum kendi ölçüsünde bu modernleşme macerasını yaşadı. Bizim gibi ülkelerde buna evvela Batılılaşma dendi. Bu tabii hemen kendi zıddını yarattı. Zıtların çarpışmasından ise bu kitabı oluşturan hikâyelerin çıkmasına yol açan bir gerilim doğdu. Bütün bu hikâyeler o gerilimin sonucu.

İkinci hikâyeye –“Hıdiv” bakalım. Hıdiv deyince aklımıza doğal olarak Mısır meselesi geliyor. Hikâye bilindik: Kavalalı, Osmanlı içlerine doğru yürüdükçe durdurulamayacağını anlar. Belki de devir değişecektir. Ama Osmanlı da Kavalalı’yı durduramayacağını anlar ve Ruslardan yardım ister. Derken, Rusların yardım etmesine İngilizler karşı çıkar. Kavalalı bir anda bütün dünyayı karşısında bulur. El mahkûm, pazarlıkla yetinir. Dalgın da bu konuyu ele alıyor ama bunu yaparken bize sadece Kavalalı’nın ya da İbrahim’in Osmanlı ile ilişkisini anlatmıyor. Paralel bir hikâyeyle Napolyon’un serüvenini de anlatmaya koyuluyor. Hiç düşünmediğim bir şey, bu hikâyenin son paragrafında: “1769’un Ağustosunda, Akdeniz’in iki ucunda, biri Korsika’da, diğeri Kavala’da doğan iki bebekten biri İmparator Napoleon Bonaparte, diğeri Hıdiv Kavalalı Mehmed Ali Paşa idi.” (s. 51)

Çapıcı bir benzerlik yakalamış Dalgın. Öteki hikâyelerde de bundan vazgeçmiyor hiç. Liszt’in İstanbul ziyaretini anlatıyor. Donizetti de var hikâyede, Dede Efendi de, vals de, klasik müzik de, alaturka da… Burak Dalgın’ın kaleminden Türk modernleşmesinin doğum hikâyelerini okurken bir anda Tocqueville’le Paris’te Hotel de Ville’de oturabilir, Buda ile Peşte’yi birleştiren köprünün açılışının heyecanını yaşayabilir, Brüksel’deki Karl Marx’a selam yollayabilirsiniz.

Kitabı çok başarılı yapan, bence ısrarla mukayeseden vazgeçmemesi olmuş. Türk modernleşmesinin neyi başardığı veya başaramadığı böylelikle daha iyi anlaşılıyor.