İstanbul’a can vermek için...

İstanbul İstanbul

İstanbul İstanbul

BURHAN SÖNMEZ

İletişim Yayınları

“Her kent fetih arzular ve her çağ kendi fatihini yaratırdı. Ben hayal fatihiydim. İstanbul’a inanıyor, onun hayaliyle yaşıyordum. Umutsuzluk veba gibi yayılırken, orada bana ihtiyaç duyduklarını biliyordum. Beni bekliyorlardı. İstanbul’a can vermek için bedenimi feda etmeye hazırdım.”

ÜMRAN KÜÇÜKİSLAMOĞLU

 

Yukarıdaki cümleler her gece babasının anlattığı İstanbul hikâyeleriyle hayal kurmayı öğrenen, İstanbul’un üç kat altındaki zindanı kimi zaman bir rakı sofrasına, kimi zaman bir vapura, kimi zaman bir av evine dönüştüren Küheylan Dayı’nın sözleri. Onun zihninde kök veren, içinde bir öğrenci, bir doktor ve bir berberin bulunduğu bir zindanın her yanını saran, işkence sonrası yaralarına derman olan, karanlık dört duvarı rengârenk bir bahçeye dönüştüren dört mahkûmun hikâyesinin kelimeleri.

Masumlar ve Kuzey romanlarıyla tanıdığımız Burhan Sönmez, son kitabı İstanbul İstanbul’da kentin yeraltının işkencelerine indiriyor okuru. “Burhan Sönmez kimdir?” diye sorsalar, çok iyi bir hikâye anlatıcısıdır derim. İstanbul İstanbul kitabı diğer romanlarından çok farklı bir tarzda ve üslupta yazılmış bir kitap, değişmeyen tek şey ise Sönmez’in kimseninkine benzemeyen hikâye anlatıcılığı.

Kitabın dört anlatıcısı var: Öğrenci Demirtay, Berber Kamo, Doktor ve Küheylan Dayı. Her birinin hayalleri farklı, hayatları farklı, ama işkenceleri aynı. Aynı kentin zorbaları tarafından dövülüyorlar, işkence görüyorlar. Ama bu tarz kitaplardan farklı olarak, her sayfayı şimdi ne tür bir işkence çeşidi öğreneceğiz diye değil, nasıl bir umuda ortak olacağız diye çeviriyoruz. Çünkü dört kişilik soğuk zindanlarında, işkenceden dönen her biri için önce ısınmak amacıyla birbirlerine sarılıyor, sonra yaralanan ruhları için hikâyeler anlatıyorlar: Binbir Gece Masalları’nı, Decameron’u aratmayan hikâyeler. Tek bir şart var: İster av hikâyesi olsun, ister peri hikâyesi, bütün hikâyeler İstanbul’da geçmek zorunda. Her bölüm bu hikâyelerle başlıyor; aslında hepsi anlatılanları daha önceden dinlemiş, bir yerlerden duymuş oluyorlar.

İşkenceler arttıkça, umutlar azalmıyor, çoğalıp tüm zindanı, hatta bazen karşı hücreyi bile sarıyor. İnsanın aslında kötülüğün ta kendisi olduğunu düşünen Berber Kamo’ya rağmen bitmiyor direnişleri: “Asıl insan onlardır, Küheylan Dayı. Bu gerçeği anlamadın mı hâlâ? Tanrı doğayı yaratıp yeri göğü var ettiğinde, buna karşı Şeytan da insanı sahiplenmiş, onu bilgi ağacının meyvesiyle beslemişti. Bilgi edinen insan, diğer canlıların yapamadığını yaptı, varoluşunu bildi. Bildikçe varlığına hayran oldu. Kendisinden başka kimseyi sevmedi, Tanrı’yı bile. Tanrı’ya bağlılığı, ölümden sonraki yaşamı istemesindendi. (...) ben devrimcilere katılmadım, çünkü insan konusunda yanılıyorlar. İnsanın iyiliğe yatkın olduğuna, kötülükten kurtarılabileceğine inanıyorlar. Bencilliği ve insafsızlığı, olumsuz koşulların sonucu sanıyorlar. İnsanın ruhundaki cehennemi görmüyor, onun dünyayı cehenneme çevirme hevesini fark etmiyorlar.”

Bu cümleler direnişe ket vurmuyor. Çünkü onlar hayalin gücüne inanıyorlar. Zindanda sigara içmenin, rakı masasına oturmanın, karşı camdaki kadını izlemenin güzelliğine inanıyorlar. Ve Burhan Sönmez bu inancı öyle anlatıyor ki, içinizde ufacık bir umut kırıntısı olsa bile kitabın sonuna geldiğinizde o kırıntı çoktan alev almış oluyor. Evet, ülkemiz her geçen gün bir cehenneme dönüşüyor, gitgide aydınlık bulmak zor geliyor. Bu kitabı böyle zamanlar için elinizin altında bir yerlerde bırakın, kafelerde unutun, vapurlarda sesli okuyun. Herkesin Burhan Sönmez’in sesini duymasını, var olanla yetinmemesini, acıya direnmesini sağlayın... Çünkü;

“İnsan kendisiyle yetinmeyen tek  varlıktır, Doktor. Kuş sadece kuştur, çoğalır ve uçar. Ağaç sadece yeşillenir ve meyve verir. İnsan başkadır, hayal etmeyi öğrenmiştir. Var olanla yetinemez.”