Akıntıya karşı yüzen usta yönetmenin hikâyesi: Lütfi Ö. Akad

Işıkla Karanlık Arasında

Işıkla Karanlık Arasında

LÜTFİ Ö. AKAD

İletişim Yayınları

Akıntıya karşı yüzen usta bir yönetmenin ilk heyecanına, yüzleştiği zorluklara, imkânsızlıklar içinden var ettiği sinemasına tanıklık etme imkan veren Işıkla Karanlık Arasında bir "ilk-el"in elinde sinemanın nasıl şekillendiğinin öyküsü…

COŞKUN BAHADIR ÖKÇÜ

İletişim Yayınları, uzun süredir sesini duymaktan mahrum kaldığımız, Türkiye'de minimalist sinemanın -hatta sinemanın- temellerini atan, kendisinden sonra sinemaya başlayan hemen her sinemacının sinema anlayışının şekillenmesine etki eden usta yönetmen Lütfi Akad'ın anılarını bizimle yeniden buluşturdu. Işıkla Karanlık Arasında bir anı kitabından fazlasını, samimi dille anlatılan bir sinema anlayışını, bir ülke sinemasının kuruluş sürecine şahit olmayı ve bir sanatçının itiraflarına kulak vermeyi vaat ediyor.

“İşe önce parmak uçlarıyla dokunuyor, güven bulunca sıkıca kavrıyorduk. Yeri sağlam bulmadıkça adım atmıyorduk”.(s.18)

Kitap, “Muhsin Ertuğrul Tekeli”nin1 kırılmaya başladığı -ki onun sineması da tiyatro eserlerinin filme alınmasından öte pek bir şey sunmaz-, yeni dönemin ilk sinemacılarından Baha Gelenbevi, Şadan Kamil, Şakir Sırmalı gibilerinin ise -Muhsin Ertuğrul'un sahip olduğu imkânlardan bütünüyle yoksun olarak- ilk filmlerini çektiği bir dönemde sinemaya başlayan Lütfi Ömer Akad'ın sinema serüvenini birinci ağızdan öğrenmemize aracı oluyor. Bu belirsiz ve imkân yoksunu ortamda Akad "parmak uçlarıyla dokunarak," sağduyusuna güvenerek kendine özgü bir sinema anlayışı yaratmaya koyuluyor; Kuleşov'un kurgu kuramı, Vertov'un Sine-göz kuramı gibi pek çok kuramı yeniden keşfetmek zorunda kalıyor. Bir ustanın yokluğunda, bir ayakkabı boyacısının ettiği bir söz, bir muz yetiştiricisinin davranış biçimi ona rehber oluyor. Türkiye sinemasının tüm belirsizlikleri ve olumsuzlukları aslında bir özgürlük sunuyor Akad'a ve tüm bunların birleşiminden ayakları yere basan bir dünya görüşü ve buna paralel bir sinema anlayışı ortaya çıkıyor. "Ustasız usta" namıyla anılması da bundan olsa gerek.

“Bir film yönetmek ne demektir? Bu soruyu kendime hiçbir zaman sormadım, burada da bir tanımını yapmayı düşünmüyorum, yapsam bile art arda dizilmiş bir iki tümceden oluşan tanıma kimse karşı gelmeyecek ama gene de bir şey söylenmiş olmayacak aslında. Bence en iyisi bilgiççe bir tanım yapmaya kalkmaktansa bellekte kaldığınca yaşananları anlatarak herkesin kendine göre bir tanıma varmasıdır." (s.59-60)

Bu cümlelerde de görüldüğü gibi, Lütfi Akad film yönetmenin ne demek olduğuna dair bir tanım önermekten özellikle kaçınıyor. Ayakları yere basmayan, birkaç cümlelik yetersiz bir tanım sunmaktansa, kavranması neticesinde bir tanıma varılmaya elverişli bir toplam sunmayı tercih ediyor. Bu toplam, senaryo yazımını kolaylaştıran bir yöntemden toplumsal bir değişime dair izlenimlere varan geniş bir yelpazeyi ifade ediyor.

“'Kimde içerik biçimden ağır basıyorsa o yontulmamıştır. Kimde biçim içerikten ağır basıyorsa yüzeysel bir insandır o. Kimde içerik ve biçim aynı ağırlıktaysa, ancak o bir seçkindir.' Konfüçyüs'ten aldığım bu özdeyiş, yapıma çok uymasına, öteden beri çarpıcılıktan kaçınmama, arada o ölçülere yaklaşan işlerim olmasına rağmen, ne yazık ki Konfüçyüs'ün istediği gibi seçkin olma becerisini gösteremiyorum," (s.344-345) diyor Akad. Bu özdeyişi alıntılaması ve bunu kendi süzgecinden geçirerek vardığı sonuç, Lütfi Akad'ın sinema anlayışını ve sinema serüvenini özetler nitelikte… Ömrünü bu dengeyi aramaya adayan Akad, anılarını da çarpıcılıktan, süsten uzak, yalın ve duru olan sinema diline yakın bir dille, "Evet, 'defteri amalimiz' isabetlerden çok yanılgılarla doluyor," diyebilen bir dürüstlükle anlatıyor.

Kitap, her şeyin yanı sıra bir tanıklık dökümü niteliğinde… "Türk sineması" denen şeyin nasıl oluştuğuna, kendi yaşantısı ve tecrübesinin yanında bu olgunun oluşmasına katkı sağlayan diğer kişilerin yaşantılarına, tecrübelerine, mevcut ilişki ağına, “Türk sineması”nın kapısının "herkese açık olma"sının doğurduğu sonuçlara; Şakir Sırmalı, Atıf Yılmaz Batıbeki, Yılmaz Güney gibi birçok yönetmenin sinemaya başladığı günlere; Ayhan Işık, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit gibi isimlerin oyunculuk kariyerlerinin başlangıcına; Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Vedat Türkali gibi yazarların Türkiye sinemasına omuz verme sürecine tanıklık eden Akad, tüm bu isimlerin kapsamlı bir portresini sunmaktan geri durmayarak, giriştikleri karşılıklı etkileşimi aktarıyor.

Sinemanın sacayaklarından biri olan, ancak kimi zaman göz ardı edilen ekonominin sinema sektörünü nasıl etkilediği; Türkiye sineması özelinde sektörün ekonomik yapısının nasıl inşa edildiği ve bu çarpık yapıya karşı doğan hak mücadelesinin nasıl örgütlendiği de Işıkla Karanlık Arasında’da değinilen konulardan. Lütfi Akad, özelde kendisini de sınırlayan, imkânsızlık içinde yine "parmak uçlarıyla" özgün çözümler bulmaya yönelten bu şartları gözler önüne seriyor. Aynı zamanda 6- 7 Eylül olayları, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbeleri, köyden kente göç gibi Türkiye tarihini derinlemesine etkileyen olayların toplumda nasıl bir etki bıraktığını ve bu gibi olayların sinemamıza nasıl bir etkide bulunduğunu da irdeliyor. Bütün bu ilişkiler ağı üzerine kurulan anlatı aracılığıyla okur, Lütfi Akad sinemasının varolma sürecini yakından gözlemleme imkânı buluyor.

“Laboratuarın alacakaranlığında bir ortaçağ simyacısı gibi, hiçbirimizin anlamadığı bir takım işler yapıyor… Zifiri karanlıkta bir hışırtı oluyor ilerde bir yerden sızan yeşil bir ışık altında Lazar'la yardımcısı Gani hayaletler gibi gizli bir tören yaparcasına filmleri çerçevelere sarıyorlar, bu oyuna ben de biraz katılıyorum." (s.57-58) Lütfi Akad'ın simyacılıktan bahis açması tesadüf değil. Kendi sinema serüveni de, tıpkı bin yıllar önce kimya bilimine parmak uçlarıyla dokunan simyacıların serüveni gibi... Akad'ın sinemasında insanlığın ilk günlerinden kalma bir iz, bir ilkellik mevcut. Ancak bu ilkellik şu an yaygın olarak kavradığımız biçimde bir "ilkellik"ten ziyade, bir "ilk-el" olma durumunu ifade ediyor. Akıntıya karşı yüzen usta bir yönetmenin ilk heyecanına, yüzleştiği zorluklara, imkânsızlıklar içinden var ettiği sinemasına tanıklık etme imkan veren Işıkla Karanlık Arasında bir "ilk-el"in elinde sinemanın nasıl şekillendiğinin öyküsü…

1 Giovanni Scognamillo, Türk Sinema Tarihi, Kabalcı Yayınları, 3. Baskı, s. 67-68.