Mahçupyan’ı anlamak

İnsanı-Anlamak

İnsanı Anlamak

ETYEN MAHÇUPYAN

hayy kitap 2020 392 s.

Pandeminin getirdiği sıkışmışlık hali, kimilerini bunaltmaya kimilerini de üretmeye yöneltti. Sıkışmışlıkla mücadele edemeyip içe doğru patlayanlar koltuklar arasında mekik dokuyup yerli yersiz krizlere girerek günlerini geçiriyorlar. Bir de bu sıkışmışlığı bir yanardağ gibi dışarı püskürterek aşanlar oldu, bir şekilde üretmeye, kendilerini geliştirmeye devam ettiler...

BİLGEHAN UÇAK

Karantinaya çok zor şartlar altında, Datça’nın bahar çiçekleri kokulu dinginliğinde yakalanan Etyen Mahçupyan da “tedbirli normalleşme” günlerine İnsanı Anlamak adlı yeni bir kitapla döndü. Mahçupyan, daha önceki senelerde de “anlamak” dizisi yapmış; Batı’yı Anlamak (İletişim, Ocak 2008) ve Türkiye’yi Anlamak (İletişim, Mayıs 2008) adlı iki kitap çıkarmıştı. Dolayısıyla, Mahçupyan’ın “anlamak” ile bir derdi olduğunu düşünmemiz için elimizde yeterli sayıda olgu var. “Batı”, “Türkiye” ve “İnsan” diye düşününce, Mahçupyan’ın sanki tümden gelerek bir anlama ve anlamlandırma çabasına girdiğini düşünebiliriz. Oysa ben “ana rahmine düştüğü günü” hatırladığım bu kitabın diğerlerinden farklı olduğunu düşünüyorum.

Pandemiyle başladım yazıya çünkü bu mecburi haller, yazarı ister istemez düzenli olarak yazmaya ve eseri üzerine daha bütünlüklü düşünmeye itiyor. Böyle olunca da Etyen Mahçupyan insanı anlamaya “bakterilerin oluşumunu” anlatarak başlamakta beis görmemiş. Yani insanı anlamaya çıktığımız bu yolculukta ortada henüz bakteri bile yok, “karbon bazlı moleküllerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan nükleik asitlerin oluşması”ndan “kritik eşik” diye bahsediyor. (s. 28) Tahminen, günümüzden bir 400 milyon yıl kadar uzaklıktayız.

Peki, biz bir şeyi anlamaya çalışırken ona nasıl yaklaşıyoruz? Bir konudaki kararımızı nasıl veriyoruz? En geniş manada, “anlamak” deyince, dış dünyayla aramızda oluşan her türlü etkileşimi kapsayan bir ilişkiler ağı bütününden söz etmiş oluyorum. Duyuların, duyguların, bilincin ve bilinçdışının işin içinde olduğu bir bütün. Bilinçli olarak ya da farkında olmaksızın anlamak, bizi bir sonraki adıma götürecek. Burada “anlamak” için elimizdeki “anahtar kavram” ise “zihniyet”. Mahçupyan, “zihniyeti” şöyle tanımlıyor:

“Zihniyet, fiziksel ve kültürel gerçeklikle nasıl bağ kurduğumuza ilişkin olarak bilinçdışı adaptasyon süreci içerisinde edinilen zımni varsayım, referans ve kategorilere dayalı algı, anlamlandırma ve davranış kalıplarına karakteristik niteliğini veren, onları anlamlı ve tutarlı hale getiren bir zihinsel çerçeve, bilişsel paradigmadır.” (s. 22)

Mahçupyan, “zihniyet” kavramını adet bir oyun hamuru gibi yeniden biçimlendiriyor ve ilk başta çok absürt gelen önermeler bile, o paradigmadan bakıldığında alabildiğine berrak açıklamalar sunuyor bize. Ama burada bir anekdot aktarmak istiyorum.

Hepsi yurtdışındaki çok parlak üniversitelerde okuyan bir grup arkadaş, Şirince’de çeşitli seminer dizileri düzenlemeye karar vermişlerdi. Bunlardan birinin adı da “Güncel Türk Siyaseti ve Teorik Kökenleri” idi. Katılımcılardan biri de Etyen Mahçupyan’dı – diğerleri: Asaf Savaş Akat, Roni Margulies, Fuat Keyman ve Baskın Oran. Müthiş keyif aldığım o bir haftalık süreçteki her dersi, Etyen Mahçupyan’ınkileri de tabii, tek tek not etmiştim. Kitabı okumadan önce o notlara da yeniden göz attım. Mahçupyan, Şirince’deki derste karatahtanın başına geçip “düşündüklerimi ilk kez böyle anlatacağım,” demiş. Tarih, 24 Ağustos 2017. “Epistemoloji” dersini dinleyenler arasında Ali Nesin, Roni Margulies, Fuat Keyman, Baskın-Feyhan Oran ve Serap Çota da varmış. Ve, ben “davranışın yedi tarzı” diye açıkladığı şeyi herkes gibi pür dikkat dinlemişim. Dolayısıyla, bu kitapta anlattıklarının en ham halini ilk dinleyen insanlardan biri benim. İnsanı Anlamak, o gün anlattığı dersin çok daha kapsamlı bir hali. Mahçupyan, kitabında çok sayıda deneye de yer vererek anlamayı kolaylaştırıyor.

“Davranışın yedi tarzı”, kitabın da en düşündürücü tezlerden biri. Dünyaca meşhur Exxon şirketinin daha iyi yöneticiyi bulmak için yaptırdığı bir araştırmanın çıkardığı sonuçlar. Nedir bu yedi tarz? “Demokrat”, “otoriter”, “ataerkil”, “relativist”, “sosyal”, “kayıtsız” ve “oportünist”. (s. 233-5) Böyle okuyunca en iyisinin “demokratlık” olduğu gibi bir yanılsamaya düşmek mümkün. Ama evvela şunu söylemek gerekiyor: Hiçbir insanda bu davranış tarzlarından birini yekpare biçimde görmüyoruz.

“Exxon araştırmasından hareketle keşfedilen ideal tipler sadece bir çıkış noktası olarak düşünülmeli. Hiçbir kişi her durumda aynı davranış tarzını sergilemiyor. Gerçek hayatta insanlar en az iki, ama bazıları bütün tarzları kullanabiliyor (…) Kişinin belirli bir tepkiyi ‘niçin’ verdiğini sorduğumuzda davranış tarzını tanımlayabiliyoruz. Aynı kişinin tüm tepkilerini ele aldığımızda ise onun davranış tarzına ilişkin bir çizelge çıkarmış oluyoruz.” (s. 237)

Ayrıca, karşılaşılan her yeni olayda insanın aldığı tavır da değişkenlik gösteriyor. Bu değişkenlik, her zaman dilimi ve kültür için de geçerli. İsveçli bir babanın oğluna verdiği tepki, dönüp arkasını gittiğini düşünelim, o kültürde “otoriterlik” olarak anlaşılıyorken, Türkiye’de “kayıtsızlık” olarak anlaşılabilir. Bu kalıpları her olay, her kişi, her kültür ve her zaman için kullanabiliyoruz, bu açıdan evrensel. Ama sonuçları aynı kalıplarla üstünkörü bir şekilde ele almak çok yanlış sonuçlara bizi sevk edebilir. Burada yeniden Şirince notlarıma başvurmak istiyorum. Mahçupyan, bu konuyu ilk olarak şöyle anlatmış:

“Eğer, bu tür meselelerde, birinin birine öğretebileceği bir şey var o da ancak şu kısa cümle olabilir: Her bilgi, bir ilişkinin bilgisidir. Yani, bir anne ‘çocuğum yaramaz’ diyorsa, bizim bilgimiz çocuğun yaramaz olduğu değildir. Nedir? Anne-çocuk ilişkisinde, annenin algısı içinde, çocuğun yaramaz olduğudur. Esas öğrendiğimiz de o anne-çocuk ilişkisinin kendisidir. Bu ilişkinin bilgisini biliyorsak, nesneler ve öznelerin bilgisine dair de çıkarsamalar yapabiliriz. Öğretmen, sınavda cevabı yanlış yazdığını gördüğünü öğrenciye şöyle bir bakıp gidiyor. Bu öğretmenin tarzı hakkında ne söyleyebiliriz? Olay tekil olduğu için zihniyet demiyorum. Niçin diye sormamız lazım. ‘Umurumda değil, ne yaparsa yapsın’ mı diyor? Yoksa ‘şimdi söylersem gocunur, üzülür’ mü? ‘Sen çak sınıfta da gör!’, ‘Buna yardım edersem diğerlerine haksızlık etmiş olacağım’, ‘Dinlemezler, sonra da böyle zırvalarlar, bir halt olmaz bunlardan!’, ‘Sen beni dinleme daha, görürüz bakalım!’, ‘Daha vakit var, belki kendisi düzeltir, fırsat tanıyayım’… Gördüğünüz gibi, yüzeyde bakıp şudur budur dememizin hiçbir manası yok. Aynı hareketi, bu yedi tarz içinde de düşünüp yapmış olabilir. Onun dünyasının içinden açıklayıcı bir cevap vermemiz gerekiyor. Emek istiyor. Bizim kendimizi nasıl gördüğümüz değil zihniyetimiz, başkalarının bizi nasıl gördüğüdür.”

Özellikle insan kendini baskı altında hissettiğinde tavırlardan birinin önce çıktığını görebiliyoruz. Bir insanın baskı altında bulunmadığı sıralardaki “baskın” davranış tarzının “demokratlık” olduğunu varsayalım. Bu kişinin zihniyetindeki diğer tarzları ise “destek” olarak adlandırmamız lazım. Ama bu kişinin bir intihar eylemiyle karşı karşıya geldiğini düşündüğümüzde, “demokratlık” büyük ihtimalle sona düşecek ve “otoriter” tavır diğer tarzların hepsinin önüne geçecek. Bu koşullar altında en “iyinin” otoriterlik olduğunu düşünebiliriz. Ama “otoriter” davranışı kişiliğinin “baskın tarzı” haline getiren yöneticilerin uzun vadede kaybetmeye mahkûm oldukları da bir gerçek.

Böyle yaklaştığımızda, olayları anlama biçimimiz de giriftleşiyor. Otoriter zihniyete sahip bir liderin siyaset sahnesine çıktığını görünce, toplumdaki egemen zihniyetin de aslında otoriterlik olduğu ve gündelik hayatta da bu davranış tarzının diğerlerinden daha baskın olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. Yani, bu çok daha kapsamlı ve zorlu bir anlama ve anlamlandırma çabası.

“Demokrat” zihniyet egemen olması uzun vadede herkesin iyiliğine olacak bir çağrı. “İnsanlığın doğaya gerçek anlamda uyum sağlamasının tek yolu, doğanın gerçek niteliklerini reddetmeyen bir zihniyete, demokratlığa ulaşmak…” (s. 370)

Mahçupyan, “insan niçin böyle davranır?” diye düşünmeye ortaokulda başlamış. (s. 11) Merakı hiç sönmemiş, zihniyet üstüne daha sonra da hayli kafa yormuş. İnsanı Anlamak, kültürel evrimle nörobilimi bir arada okuyan bir metin. “Bu kitap, daha mütevazı bir hayale, Damasio’nun nörobiyoloji ile kültür arasında bağlantı kurma arayışına hizmet ediyor ve ‘akıllı’ karar almanın bir rasyonalite değil, zihniyet meselesi olduğunu göstermeye çalışıyor.” (s. 24) Ama mütevazı olma iddiasını pek başarılı sayamayacağım, insanı düşünmeye sevk eden, hatta yer yer provoke eden bir metin:

“Bu iki bilim geleceği [nörobilim ile sosyale psikoloji] aynı dönemde çok benzer sorunlarla uğraşmışlar ve ilkesel olarak aynı çözüm önerilerini yapmışlar… Her halükârdan söz konusu iki bilim dalının ortak bir zeminde yan yana getirilme çabası muhtemelen ilk kez elinizdeki bu kitapta gerçekleşecek.” (s. 17)