Murat Meriç’ten memleketin anason kokan şarkıları

Hayat Dudaklarda Mey_Kapak

Hayat Dudaklarda Mey

MURAT MERİÇ

Overteam Yayınları

Tüm kitap boyunca kitapta bahsi geçen şarkılara dair bir çok anı, değerlendirme, kimi zaman arkasında hüzünlü hikâyelerin de olduğu ciddi bir arşiv taramasını gözler önüne seriyor Murat Meriç.

DENİZ DURUKAN

Murat Meriç yine şahane bir kitaba imza atmış. Memleketin anason kokan şarkılarını Hayat Dudaklarda Mey adlı kitabına taşıyarak arşivlik bir çalışma yapmış. Tematik çalışmalara özel bir önem veren Meriç’in bu yaklaşımında şarkılarla daha derinlikli bir ilişki kurma arzusu var. Bu elbette melodinin ve sözün hayattaki karşılığını da işaret ediyor. En sevdiğimiz veya üzerinde pek düşünmeden kimi zaman keyifle kimi zaman hüzünle dinlediğimiz şarkıların hikâyelerini, arka planını anlatmak derdinde Murat Meriç. Bunu yaparken bütüne bakmayı önemsiyor. Şarkıyı, hikâyesiyle, güftesiyle, bestesiyle, hatta bestekârının duygularıyla beraber ele alıyor.

Kitabın kapağını açtığınız anda büyük bir sofra kuruluyor, farklı lezzetlerin bir arada olduğu şarkılarla kadehler tokuşuyor. Her sayfadan bir melodi, bir söz, bir ses yükseliyor. Alaturkadan arabeske, halk müziğinden rock müziğe, popa kadar farklı türlerdeki müziklerin önemli isimleri birer şarkılarıyla yer alıyor kitapta. Ama bazı isimlere özel bir bölüm ayrıldığını da görüyoruz. Yaptıkları müzik türlerine göre, her tür için bir isim öne çıkıyor. Mesela pop müzikte Sezen Aksu, arabeskte Müslüm Gürses, rock müzikte Erkin Koray, halk müziğinde Neşet Ertaş, alaturkada Müzeyyen Senar gibi. Onların beşer şarkılarına yer veriliyor kitapta. Ama en çok da Zeki Müren’e oldukça ayrıntılı bir yer ayrılmış. Bunun kararını verirken, Müzeyyen Senar mı Zeki Müren mi tereddütünü yaşamış Murat Meriç. Sonuçta her ikisi de alaturkanın duayen isimleri. Ama Zeki Müren’in her türde ürününün olması, karar vermesini kolaylaştırmış Murat Meriç’in. Bu aynı zamanda gecikmiş bir saygı da onun için, öyle diyor kitabın giriş yazısında. O yüzden kitabın ilk cildinde açılışı Zeki Müren’le yapıyor ve onun on şarkısına yer veriyor; hikâyesi, hüznü, neşesi, meselesiyle birlikte. Elbette bu şarkılarda zaman da çok önemli bir mefhum. Bir şarkının farklı zamanlarda farklı yorumcular tarafından seslendirilmesi şarkının zaman içerisindeki yolculuğunu görmemize de olanak sağlıyor. Şarkı sayesinde hem dönemlere bakıyoruz hem de solistlerin, söyledikleri şarkıyla kurdukları bağı öğreniyoruz. Şarkıları seslendiren yorumcuların hikâyeleri, duyguları da giriyor devreye. Dolayısıyla şarkının hikâyesi, sadece sözü yazan, müziği yapan bestekarın hikâyesiyle sınırlı kalmıyor. Şarkıya etki eden hatta şarkının size tüm hatırlattıklarıyla beraber ele alınıyor. Solistin şarkıya kattığı anlam da tavır da o hikâyenin bir parçası oluyor. Bu hikâye solistin müzikal yolculuğunu öğrenmemize de olanak sağlayan bilgilerle güçleniyor. Mesela, Hafız Burhan’ın sesinden dinlediğimiz, sevilen ve günümüze kadar ulaşan Her Yer Karanlık (Makber) şarkısının güftesinin, Abdülhâk Hamid Tarhan’ın Tarık adlı manzum piyesinden alınmış olduğunu öğreniyoruz. Bu şarkının, şairin bir başka şiiri olan Makber’le çok karıştırıldığının da altını çiziyor Murat Meriç. Makber şiiriyle bir ilgisi yoktur bu şarkının. Ama her iki şiirin de esin kaynağı şairin erken ölen karısı Fatma Hanım’dır. 50’li yılların ortalarında ise Hamiyet Yüceses seslendirir Makber’i. Hamiyet Yüceses yorumuyla şarkıyı farklı bir yere taşır. Bunu Selim İleri, 1999’da yazdığı bir yazısında, “Abdülhâk Hamit alafrangaydı, ‘Makber’ Hafız Burhan’da alaturka, Hamiyet Yüceses’te adeta bir sentez, doğu-batı sentezi…” diye anlatır. Murat Meriç, Selim İleri’nin bu değerlendirmesini de şarkının hikâyesine ekler. Aslında tüm kitap boyunca kitapta bahsi geçen şarkılara dair bir çok anı, değerlendirme, kimi zaman arkasında hüzünlü hikâyelerin de olduğu ciddi bir arşiv taramasını gözler önüne seriyor Murat Meriç. Şarkı etrafında gelişen hikâyeler anlatılırken, okur da farklı zamanlara doğru bir yolculuğa çıkıyor.

Zamanın elbette mekânla da ilişkisi vardır. Hele ki rakıdan söz ediyorsak, önce kurulan çilingir sofrasından, sonra o masanın bulunduğu mekândan, hattâ o mekânın bulunduğu sokaktan, o sokağın bulunduğu mahalleden, o mahallenin bulunduğu semtten, o semtin bulunduğu ilçeden,  yani küçükten büyüğe doğru genişleyen bir halkadan söz etmek gerek. En başa dönelim o zaman. Müzeyyen Senar’ın sesinden "Yalnız Kaldım Meyhanede"yi dinlerken, yani masa da masayken hani, mekânlar yerli yerindeyken, Beyoğlu Beyoğlu’yken, İstanbul İstanbul’ken, kısacası her şey kendi akışında, kendi ritminde ilerliyorken (belki de biz öyle sanıyorken) dışarılara taşan masalar, kahkahalar sokaklardan içeriye alınmaya başlanınca, ki içerisi de artık bir kuytuysa, sadece geriye dönüp bakmak ve şarkıların hatırlattıklarıyla baş başa kalmak düşer payımıza. Murat Meriç’in Hayat Dudaklarda Mey kitabı biraz da buna dokunuyor. Değişimi, dönüşümü mekânlar üzerinden anlatırken, bunun sokaklara yansımasına da bakıyor. (Özellikle Mirkelam’ın "Beyoğlu" şarkısı buna örnek gösterilebilir.) Elbette dışarıya taşan ve taşmayan ne varsa, eski duygularımız, yeni duygularımız, eksilttiklerimiz veya çoğalttıklarımızla geçmişimizi ve bugünümüzü şarkılarla bağ kurarak anlatıyor.

Rakı, şarkıların merkezinde yer alıyor. Buna, bir durumun özeti ya da yeme içme kültürümüzün bir parçası diyebiliriz. Toplumların kültürlerinin oluşmasına katkı sağlayan birçok etken vardır. Yeme içme kültürü, sofra adabı da o etkenlerden biri. Toplumun benimsediği yaşam tarzını anlatması açısından da önemli bir gösterge bu. Rakı sofrası muhabbeti, rakı içmenin adabı da buna dahil. Bu adap, aynı zamanda toplumsal ve bireysel hafızanın nasıl aktarıldığını da gösteriyor. İçki sofrasında yapılan muhabbetlerin, kurulan iletişimin, paylaşılan anıların, hüzünlerin, sevinçlerin, konuşarak belleği diri tutmanın ve unutmaya karşı direnmenin bir yolu olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Masanın hafızası elbette ona eşlik eden şarkıların hafızasıyla da birleşir. Şarkı yazarının, yorumcunun, dinleyicinin hikâyeleri birbirleriyle kesişir, birbirlerine eklenir. Masa büyür, yaşanmışlıklar aktarılır. Tıpkı Murat Meriç’in bu kitabın temellerini bir çilingir sofrasında attığı gibi. Dahası da var; Meriç’in kendi hikâyesini, geçmişini de bulabileceğimiz bir çalışma bu. Bir anlamda, geçmişin, tarihin izini süren birinin kendi izini araması da denilebilir...

Şarkılardaki sesin kendi sesine karıştığı âna gitmek, o dönüşümün yarattığı farklılığı tekrar hatırlamak ve kendini çoğaltmak da var işin içinde. Murat Meriç bunu yaparken edebiyattan, romanlardan da besleniyor. Meriç’in birçok yazısında, kitaplarında bunun izini görmek mümkün. Başka türlüsü olmazdı zaten. O zaman bir sandalye de siz çekin. Dönsün plak, “hayat dudaklarda mey” olsun… Yarasın.