Hayalbaz’ın perdesinde zehir zemberek bir dilbaz

Hayâli'nin-Tesadüfleri

Hayâlî’nin Tesadüfleri

BORA ABDO

İletişim Yayınları 2020 76 s.

Bora Abdo, yazının olanaklarını ve hayal edebilmenin gücünü, Hayâlî’nin Tesadüfleri’nde harmanlayıp yerli yerine oturtmuş adeta. Gerek öykü atmosferleri ve karakterler gerek metne kaynaklık ve yataklık eden zaman ve mekân algısı gerekse üslup, dil, biçim, biçem ve olay örgüsü geleneksel edebiyatın kalıplarının oldukça dışında gelişen yolunu, yine kendi pusulasıyla bulmuş görünüyor.

DERYA DERYA YILMAZ

Yunus Nadi Öykü Ödülü’nden sonra Sait Faik Hikâye Armağanı’nı da alan sıradışı öykülerin yazarı Bora Abdo, öykünün diğer unsurlarından önce dili önemsediğinden, okunması da yazılması da emek isteyen metinler ortaya koyuyor. Bu elbette “çok okunurluk” açısından bir risk, ama eski okurları bilir, metnini açıklamak gibi bir derdi olmadığı için yazarın, onunla yeni tanışacakların da bunu beklememesi gerekiyor; hatta okur alımlama sürecinde payına düşeni sırtlanmalı ki Bora Abdo edebiyatından payına düşeni alabilsin.

Üstüne üstlük yazar bu zehir zemberek anlatılarına olağandışı mekânlar, birbirinin içinden geçen ya da yüzlerce yıl ötesinde kronolojisi olmayan zamanları ve karanlık atmosferlerde yaşayan farklı karakterleri de ekleyince çok katmanlı, bazen birkaç okuma gerektiren kurmacalar ortaya çıkıyor. Bu onun, edebiyatın omurgası dile epey kafa yorduğunu, “buluşçu” yaklaşımı benimsediğini gösteriyor aynı zamanda. Eserlerinde belirgin bir üslubu yakalamış olsa da her kitabında kendini tekrarlamaktan kaçınan Abdo’nun henüz keşfedilmeyi bekleyen bir dile ulaşmak istediği açık. Arayışında bilinçli tekrarlar, eksiltili anlatım, imge, hayal, fantastik ögeler, italik yazılan diyaloglar, karakterlerin ruh haline veya zihinsel karmaşalarına göre büyüklükleri değişen yazı fontları, işaretler ya da bizzat kendinin yazar olarak hikâyeye dahil olması gibi yaklaşımlar hemen ilk ağızda söylenebileceklerden. İmlâ, cümle, konu ve olaylarla birlikte yazı evrenini rutinin dışına çıkararak, büyülü bir yere bırakıyor. Hemen hepsi hayale dayalı bu metinler böylece daha derini, manayı yakalayıp zamansızlığa ya da metafizik zamana ulaşıyor.

“Ç.o.k. Mutluyum. Dişi bir maymunun orasını gördüm ama bunu size anlatıp da mahremiyetime leke sürdürmek istemem. Ayrıca hep cinsel bir temayı ya da küfürlü cümleleri olur olmaz metnine sıkıştıran sözüm ona yeni yetme ve usta maymunlardan da nefret ederim. =*(I&%+Bu abuk sabuk işaretleri ben koymuyorum.” (Seni seviyorum. Çok, Doğan Kitap, 2016, s. 103)

Bora Abdo’nun yeni ve beşinci kitabı Hayâlî’nin Tesadüfleri (İletişim, 2020) şubat ayında yayımlandı. “Hayatımın en güzel dostlarına” önsözünde de belirttiği gibi, kitabını vahşice öldürülen ve dostluklarıyla sarıp sarmalayan kimi hayvanlara adamış. Zaten ilerleyen sayfalarda cümle mahlukata birer karakter olarak değilse de sıklıkla rastlıyoruz. Aslında bu giriş bile içeride karşılaşacağımız tuhaflıkların bir habercisi gibi. Bora Abdo’nun bu kitabında da ince işçilik dil arayışının hâlâ bitmediği, kurmaca edebiyatın dinamikleri açısından da kendi yazın yarışında bayrağı, bir sonraki kitabına devrettiği bir gerçek.

Hayalî’nîn Tesadüfleri’ni daha yakından incelemeye geçmeden önce yazarın kendi kurmaca dünyasında önemli bir noktaya daha değinmek gerekiyor. Bağlam ve metinlerarasılık… Elbette her bir öykünün kendi içinde anlamı ve bütünlüğü bulunuyor. Ancak öyküleri daha iyi anlayabilmek için onun kendi metinlerine, başka yazar ve eserlere göndermelerini de bilmek gerekiyor. Bu da çok yönlü ve bütünlüklü bir okumaya bağlı. Öte yandan bu durum, yazara özgü bir okur kitlesinin oluşmasını da bir anlamda zorunlu kılıyor.


Bora Abdo

Hayalî’nîn Tesadüfleri’ne gelecek olursak:

“Hiçbiri”: Öykü, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Test ve Araştırma Bürosunda “…ülkemizde yaşayan insanların sadece bilgi ve zekâsını değil; psikolojik, ahlâk, karakteristik özellikleri ve hatta namussuzluklarını da ölçmekle görevlendirilmiş…” (s. 12) Ferruh Bey’le, bunun için hazırlanan testlere “İlmihal dağıtacaklarına bu saçmalıkları dayatıyorlar…” (9) diyen Osman arasında geçiyor gibi görünse de aslında adalardan göçe zorlanan Rumların yaşadıkları üzerine kurgulanmış. Tabii Ferruh Bey’in müthiş hayal gücünün, hayal perdesine yansıttıklarıyla.

Beş babdan oluşan “Mandal İzleri”, doğa betimlemeleri ve şiirsel diliyle öne çıkan öykülerden: “Tam karşımızda yüzyıllardır kurumuş o tuhaf ağaç duruyordu. ‘Yetmiş yıldır bu şehri gezip bu kuru ağaca yapraklar topluyorum.’ dedim. ‘Sonra onları tek tek dallarına mandallıyorum.’” (s. 20)

Öykü, kendini ağaçların, hayvanların anlayacağını düşünüp de insanların anlayamayacağı fikrindeki kadın karakterle, ortadan kaybolan ağabeyiyle yetmiş yıl sonra karşılaştıklarındaki içsel konuşmalara yaslanarak hem gerçek hem de düşsel ve ürkütücü anlatımla yürüyor.

“Nota”: Karısı ölmüş, çocukları terk etmiş, ailesi ile çevresi tarafından anlaşılmadığını düşünen ve son arzusu acı çekerek “özgürleşmek” olan kilise zangocu yaşlı müzisyenle, şifacı kadın arasında geçen öykü, her ikisinin de trajedisini etkileyici bir dille aktarıyor. Artık birer imgeye dönüşen, kaplumbağaları terbiye etmek adına eziyet eden ressamdan, sağır ve frengili müzisyenlere yapılan göndermelerle, bir hallaç misali diğer sanat dallarını şöyle bir havalandırıp sürpriz bir finalle sonuçlanıyor.

“Baston” öyküsünde anne bir, baba ayrı iki kardeşten biri olan hayalci Balat’ın babaannesinin, anlatıcı küçük kardeşin yatağında ölmesi üzerine küçük kardeşin “Bahçe[lerine] gelen bir kirpinin neden tam …[o] geçeceği… sırada öldüğünü, sabah balkonda bulduğu… … serçenin neden onu eli[ne] alınca can verdiğini … babaannenin ölmek için [neden onun] yatağını …” (s. 32) seçtiğini sorgulaması ve bunun ruhunda yarattığı etkiler anlatılıyor. Babaannenin bastonuysa dış dünyanın, onun zihindeki temsiline dönüşüyor.

“Kulak Ağrısı” öyküsünde, uzun süredir bir ailenin köşkünde bahçıvanlık yapan bir ailenin, yaptıkları yanlış bir davranıştan dolayı köşkten kovulmaları, bunun üzerine çok daha etkileyici bir sonla oradan ayrılmak için kurdukları plan konu ediliyor. Hayal ve gerçeğin yine iç içe geçtiği, hatta karakterde çoklu kişilik bölünmesinin görüldüğü öykü, kitabın en ilginç öykülerinden denilebilir.

“Bir Geçmiş Karakalem”, karısının terk edişiyle akıl sağlığını yitirmiş “…elmaların çıplak resimlerini … gözleri oyulmuş kedi resimlerini…”, ve “…ölmüş bir çekirgeyi sırtlarında bir tabut gibi taşıyan karıncaları…” (s. 43) resmeden bir ressam ile damadı ve kızı arasında geçenleri aktarıyor.

“Hayal de Akşamlıdır”: “On beş…” yaşındaki bahçıvanın oğluyla, “…kırkını biraz geçmiş…”, şimdi artık “…ihtiyar … çilli ve buruşuk…” olan evli, yazar kadının, geçmişi uzun yıllara dayanan “özel” ilişkilerini bugünün zamanıyla anlatan öykü, anlatıcı adamın “…sesinden mi yoksa yazıklarından mı kalbime geçen ruhunun sırrını çözmeye çalışırdım.” (s. 47) cümlesinden de anlaşılacağı üzere, tutku ve sevgi temelli, ama sıradışı aşklarını işliyor.

“Zehir Bir Zemheri”, Bora Abdo’nun imge olarak sıklıkla kullandığı kış ve kar öykülerinden biri. Öz annesinin kötürüm kalmasıyla birlikte yeniden evlenen üvey babasını ve karısını öldüren adamın “… zehir zemberek ve hazin…” (s. 51) öyküsü. Üstelik annesinin de canına tam kıyacakken, hayalin ve gerçeğin sarmal pozisyonla perdedeki görüntüsünden…

“Kayık ve Mürekkep”: Bazen tek kelimelik bazen eylemlerle birbirine bağlanan uzun cümle kuruluşlarıyla ve şiirsel betimlemeleriyle dikkat çeken öyküdeki karakter, çocukluğunda yaşadığı bir travmayı kimi zaman gerçek kimi zaman da kafasında yarattıklarına dayandırarak hatırlar. Düşlediği gerçeklikte anne ve babası intihar ederek ölmüştür. Ama gerçek durum, belki de öyle değildir.

“İstanbul Laçin” öyküsünde, şehir hatları vapurunda bira şişeleri tıngırtıları arasında oturan öykü kişisini, üçüncü tekil anlatıcının bakışından görürüz. Diğer öykülerdeki gibi yine hatırlama ve hayallerle kaybolan öykü zamanı, öykü bitiminde başa dönerek birinci tekil anlatıcıyla bira şişesi tıngırtıları arasında biter. Metinde, yazarın Öteki Kışın Kitabı/Karakış Üçlemesi I adlı öykü kitabına ve karakterine açık gönderme vardır.

Yukarıda kısaca üzerinden geçtiğimiz, “Zehir gibi … sözcü[klerle]” (s. 63) anlatılmış betimlemelerin ve uzun cümlelerin dikkat çektiği Hayalînîn Tesadüfleri’ndeki öykülerde Büyükada, İstanbul, vapurlar, intihar eden, öldüren, öldürülen insanlar, hayvanlar, doğa, birbirinin içinden geçmiş zamanlar, tuhaf hayaller, tuhaf kişiler, “Elbette kar” (s. 54) ve sanat öncelikle yer tutan kavramlar. Hayâlî’nin Tesadüfleri’ndeki öykülerin aralarında tematik bir bağ olmamasına karşın, yazarın daha önce de pek çok metnine sinen Büyükada/ada izleğini yine zemin olarak seçtiği bahsettiğimiz ilk on öyküyü, kitaba adını veren üç öykülük Hayâlî’nin Tesadüfleri bölümü ayırıyor.

“Suçluyu Bulduk”, “Bir Zamanlar Ben Bu Duvardan Kaçacaktım”, “Bu Büyük Bir Biçimsizlik Mazlum”: Bu üçü, yazarın hem diğer kitaplarına hem de bu kitaptaki diğer öykülere nazaran siyasi yanı ağır basan daha politik, sert ve gerçekçi öykülerden. Bir Karagöz oynatıcısının ya da diğer adıyla bir Hayalbaz’ın kendine göre yorumladığı zaman algısı ve bakış açısıyla, bugün artık yaşamayan, ama sanki hiç ölmemiş gibi hayatlarına tam da gerçekte öldürüldükleri yerden devam eden edebiyatımızın önemli yazarlarını ve bir Yeşilçam figüranının düş kırıklığını hayal perdesine taşıyor. Bora Abdo anlatısının öyküleniş bakımından siyasal konumuna bakıldığında, kendi deyişiyle “siyasi ve militan bir dil kullanmadan, slogan atmadan ve mesaj vermeden nasıl anlatabilirim kaygısı güdülerek” yazılan öyküler kaleme aldığı bu kitapta da görülüyor.

Toparlayacak olursak, toplumun dışında kalmayı ya seçmiş ya da oraya itilmiş karakterlere bakıldığında, aslında hemen hepsinin kendilerinin “sorunlu” insanlar olduklarını bildiklerini görürüz. Ama onlar “…asla kurtulmak istemiyordu[r] hastalık[larından]…” (s. 26) Çünkü onlar, bu halleriyle toplumun parçasıdır ve zaten kendilerini anlayıp kabul etmek istemeyenlerin arasında olagelmişlerdir. Kapana kısılmışlıklarından kurtulup özgürlüklerine kavuşma bilinçleri farklı gelişse de inandıkları, her insanın o “arızalı” olma halini bir biçimde yaşıyor olduğudur. Ancak “Diline yıllar önce …. zehir dök[ülen]… ve bu yüzden bütün sözcükleri[ni] beklet[en]…”(s. 13) karakter gibi etkisi giderek artan öfke, intikam, acı verme duygularını hissetme ve dışa vurma isteğine de engel olamazlar.  İçlerine yerleşmiş ölüm, sevgisizlik, aşksızlık, ilgisizlik, unutulmuşluk, terk ediliş, terk etme, yalnızlık gibi olumsuzlamalar “Ödüm kopuyordu bir gün bana sevgi gösterecekler ve anlayacaklar ...”  gibi tezatlarıyla gün yüzüne çıkar. Trajik ve ürkütücüdürler. Yaşadıkları korku, güvensizlik, hayal kırıklığı, anlaşılamama kaygıları, “… ve sen insan olduğumu unutturacaksın bana.” (s. 28), “Bu bir insan olmazdı misal, çünkü onların beni anlamasından çok onlara kendimi anlatamamaktan korkuyordum ...” (s. 20) dedirtecek boyuttadır. Ömürlerinin sonuna gelmiş çoğu karakter, “Yüz[lerinde]… bir insanın ölmek isteyip de ölememesinin acı ve hazin buruşukluğu[yla]…” (s. 31) artık yaşlılığın da ötesine geçmiştir. Hayâlî’nin Tesadüfleri’nde kokular da önemlidir, ancak “Kokunun ensesinden değil de bacaklarının arasından gel[mesi]…” (s. 32) gibi yine farklı algılama biçimiyle. Duygu dünyaları ve gerçekliklerinde karanlığa ve yalnızlığa düşmüş bu öykü insanlarına içeriden bakan yazar, yaşamın çok yönlü biçimlerini ve insanın zihninin derinliklerinde sakladıklarını, dahası trajedisini imgeler üzerinden vermeyi başarır.

Bora Abdo, yazının olanaklarını ve hayal edebilmenin gücünü, Hayâlî’nin Tesadüfleri’nde harmanlayıp yerli yerine oturtmuş adeta. Gerek öykü atmosferleri ve karakterler gerek metne kaynaklık ve yataklık eden zaman ve mekân algısı gerekse üslup, dil, biçim, biçem ve olay örgüsü geleneksel edebiyatın kalıplarının oldukça dışında gelişen yolunu, yine kendi pusulasıyla bulmuş görünüyor. İşte Abdo’yu pek çoklarının arasından sıyırıp çeken de has öykü okurunun gözünde özel bir yere koyan da onun yazı evreninin nev’i şahsına münhasır vücut buluşu kanımca.

Bora Abdo bir dilbaz; Hayâlî’nin Tesadüfleri’nde “…kocaman bir cümleyi çay fincanına bırakıyor zehir gibi.” (s. 63). Bize de o ağıyı içmek düşüyor.

 •