Hava koşullarının neleri, nasıl değiştirdiğinin tarihsel serüveni

Hava

Hava Nasıl Tarih Yazar: Antikçağdan Günümüze İklim Değişiklikleri ve Felaketler

RONALD D. GERSTE

çev. Meltem Karaismailoğlu Kolektif Kitap 2017

Ronald D. Gerste’nın Hava Nasıl Tarih Yazar-Antikçağdan Günümüze İklim Değişiklikleri ve Felaketler adlı kitabı son yıllarda en çok konuşulan “küresel ısınma” ve “iklim değişiklikleri” üzerine bir inceleme. En çok konuşulan ama çevre dostu teknolojilerin gelişim ve kullanımına bakarsak galiba sadece konuşulan bir konu “iklim değişiklikleri”… Gerste iklim değişikliklerinin kuşbakışı bir tarihini sunuyor okura.

AHMET EKEN

Havanın giderek daha sık kapandığı günlerdeyiz. Mevsimsiz yağmurlar sellere neden olup her yeri yıkıyor. Hiç olmayan yerlerde yaşanan kasırgalar, hortumlar, düşen yıldırımlar binlerce can alıyor. Milyonlarca insan kuraklıkla, aşırı sıcaklarla baş etmeye çalışırken, kutuplardan kopan buz dalgaları, eriyen buzullar bilim insanlarını kara kara düşündürüyor. Velhasıl tekinsiz zamanlardayız…

Önce yazar hakkında birkaç cümleyle de olsa bilgi verelim. 1957 doğumlu Alman yazar Ronald D. Gerste, Düsseldorf Üniversitesi’nde tıp ve tarih eğitimi aldı. İngiliz ve Amerikan tarihi üzerine çok sayıda makale ve kitabı bulunan Gerste, Abraham Lincoln ve John. F. Kennedy’nin biyografilerini de yazdı. İklimbilim, tıp, tıp tarihi ve tarih konularında araştırmaları ile tanınan Gerste, bu konularda birçok eser vermiş bir yazar olarak tanınmakta.

Ronald D. Gerste iklimin değişebileceğini, Ortaçağ sıcak döneminin başlarından itibaren yerini yağmura, kara, soğuğa veya kuraklığı bol bereketsiz havalara bıraktığını yazıyor. Hatta bazı bilim insanlarının bu dönem için küçük buzul çağı tespiti ise söyle:

“Eldeki verilerden hareketle (…) en büyük değişim, bugün dünya çapında yaşanan küresel ısınmadır. Kayıtlara geçen en sıcak on beş yaz mevsiminin on dördünün 21. yüzyılın başlarında yaşanmış olması kayda değer bir durumdur.”

Uzmanların çoğu iklim değişikliklerinin nedenlerinin antropojenik (insandan kaynaklı) olduğunu ya da en azından olası ve doğal değişime etki eden diğer faktörlere ek olarak bir antropojenik faktöründe bulunduğunu düşünmektedirler: “Çarpıcı bir şekilde artan nüfus yoğunluğuyla beraber atmosfere salınan gazlar hızlı, beklenmedik ve öngörülemeyen sonuçlar doğurarak gezegenimizin ısınmasına neden olmaktadır.”

Kitapta ilk okuduğumuz bölüm Roma İmparatorluğu üzerine. MÖ 200’den itibaren tüm Akdeniz bölgesini, Balkanlar’ı ve Ortadoğu’yu egemenliği altına alan Roma İmparatorluğu’nun bu dönemi aynı zamanda Roma ve onunla birlikte Avrupa’da üç yüz yıl boyunca sıra dışı hava koşullarının az yaşandığı, sıcaklıklarının ve yağış oranlarının ortalama seviyelerde seyrettiği, istikrarlı bir iklimin hüküm sürdüğü bir dönem, yani ideal iklim dönemi. Böylece Nil Vadisi’nde sorunsuz bir tahıl üretimi ve bu tahılın Roma’ya ulaşması bir şekilde devam edebiliyor ve gerek halk gerekse de ordu hiçbir zaman yiyecek sıkıntısı çekmiyor.

Elbette imparatorluğun güçlü olmasının tek nedeni “ideal havalar” değil. Savaş gücü, dünyanın en gelişmiş hukuk sistemi, başka kültürlere açık olması ve benzeri nedenler böyle bir sonuç yaratıyor. Ama bu dönemde iklim bu büyük imparatorluğa sorun çıkarmıyor!

Lakin bu dönem MS 300 yılında sona doğru yaklaşmaya başlar. Bir taraftan beceriksiz imparatorlar nedeniyle iç kavgalar çıkar, sınırlar giderek güvensizleşir ve o zamana kadar görülmemiş göçler yaşanır. Gotlar, Franklar, Alamanlar ve Vandallar sınırlara doğru ilerlerken 5. yüzyılda büyük Hun saldırıları yaşanır. Halkların göç etmesinin başlıca nedeni açıkça kötüye giden iklimdir. “İklimde fark edilir soğumalar yaklaşık MS 250 yılında görülür. (…) Yağış miktarı azalır, verimli toprakların ve şaraplık üzüm bağlarının devri bir süre sona erer.” 4. yüzyılın ilk yarısında kısa bir süreliğine yağış miktarı yine normale dönecektir. Ama Roma artık eski Roma değildir. Yağış, taşkın rejimi bozulduğu için Mısır’dan gelen tahıldan yoksun, iç ve dış karışıklıklarla harap olmuş imparatorluk, sonunda önce ikiye bölünür, ardından da Batı Roma İmparatorluğu sona erer.

Roma siyasi bir güç olarak tarih sahnesinden çekilirken Avrupa da yeni bir iklim dönemine girmektedir. Elbet bölgelere göre değişiklik gösterse de, bu dönem 950/1000 yılına kadar devam eder. Bir önceki dönemde iklim soğumuş, tarım hayatı büyük darbe almıştır. Ancak yukarıda belirttiğimiz tarihlerden sonra, Ortaçağ’da her bölgede aynı zamanlarda olmasa da yeni bir sıcak dönem başlar. Tarım hayatı gelişir, hasadın iyileşmesi beslenmeden kaynaklanan ölümleri azaltır. Hayatta kalma oranı yükselir ve nüfus artar. Buna paralel şehir hayatı, ticaret, ürünlerin nakli gelişir. Ayrıca Avrupa’da büyük bir göç dalgası ve salgın hastalıklar yaşanmaz. Yollar, köprüler ve heybetli dinî yapılar inşa edilir. Günümüzün büyük şehirleri doğmaya başlar. Londra artık 30 bini aşkın nüfusuyla büyük bir şehirdir!

Bu dönemde teknolojide de önemli gelişmeler yaşanır. Örneğin, “İnşaat işlerinde kullanılan araç gereçler iyileşir, gereçlerin yanı sıra daha güçlü (tahtadan) vinçler kullanılmaya başlar.” Bu mimarla önemli olanaklar sağlar, o güne kadar inşası hayal bile edilemeyecek kuleleri, yüksek ve geniş pencereleri olan duvarları yapmak mümkün hale gelir.

Anlatısında Avrupa dışına arada bir çıkan yazar bu ısınmanın küresel olamadığını, Doğu Asya ve Meksika ile Orta Amerika’ya uğramadığını yazıyor. Ama İzlanda ve Grönland’da etkili olmuş ve Vikingler buralara gidebilmişlerdir. Fakat 1300’lü yılların başlarında dünyanın bazı bölgelerinde hava bir kez daha kapanır ve beklenmeyen meteorolojik olaylar görülmeye başlar. Son üç yüz yılda sert kışlar yaşanmamış olan Ortaçağ Avrupası’nın büyük bölümünde şiddetli soğuklar toprağı, gölleri, nehirleri dondurur, sel baskınlarına yol açar ve tabii ekinler tarumar olur.

Bazı araştırmacıların “Küçük buzul çağı” olarak adlandırdıkları bu dönem kabaca 1315 yılında başlıyor ve 19. yüzyılın ortalarına kadar ediyor.” Ancak sert iklim değişiklikleri ve sıcaklık düşüşleri eş zamanlı olmayıp, farklı kıtalarda birbirinden farklı zamanlarda meydana geliyor. Mesela “Kuzey Amerika 19. yüzyılda en düşük sıcaklık değerlerine şahit olurken, Avrupa küçük buzul çağının” son dönemini yaşıyor.

14. yüzyılın başlarından itibaren başlayan küçük buzul çağında “ortalama sıcaklık değerleri, daha önceki yüksek Ortaçağ’da hissedilen sıcaklık değerlerinin yaklaşık 0,8 derece, hatta bazı bölgelerde 2 ila 3 derece kadar daha altında.” Bu soğumanın çeşitli nedenleri var. Birisi güneşte yaşananlar. Bilim insanları güneş lekelerinin azalmasıyla ısının düştüğünü ifade ediyor. Dediklerine göre bu çağın en soğuk dönemlerinde güneş lekelerinin sayısı çok azalmış, hatta bazen hiç görülmemişler. İkinci bir neden volkanik patlamalar, patlamalarla atmosfere yayılan tanecikler yeryüzüne ulaşan güneş ışınının miktarını azaltıyor. Yapılan araştırmalara göre sıcaklık ortalamalarının çok daha düşük olduğu serin yaz mevsimlerinden oluşan sekiz zaman diliminde sekiz yanardağ patlaması oluyor. Ve bir neden daha, 1347 ve 1350 yıllarındaki “Kara Ölüm”ün (Veba) ardından büyük ormanlık arazilerin genişlemesi sonucu atmosferdeki karbondioksit-sera gazını dengesinin bozulması. Ve yetirince sera gazı olmadığı için evrenin ısınması.

Ronald D. Gerste

Bu dönemde hava durumundaki değişiklikler sonucu sık sık sel, kuraklık ve kıtlık gibi afetler yaşanıyor ve pek çok kez savaşlara neden oluyorlar. İklimsel felaketler ve kötü hasatlar nedeniyle yetersiz beslenen nüfus, şehirleşmenin giderek arttığı bir dönemde, bilhassa 17. yüzyılda başta veba olmak üzere salgın hastalıkların yeniden ortaya çıkışına uygun bir zemin oluşturuyor ve 1900’lü yılların ortalarında Avrupa’yı kasıp kavuran veba bir kez daha kitlesel ölümlere neden oluyor. Dönemin bir başka hastalığı olan çiçek hastalığı da en az veba kadar yıkıcı oluyor. Tüm bunların üzerine bir de savaşların ardı arkasının kesilmediği bu dönem, insanların büyük yıkımlar yaşadığı bir dönem olarak tarihteki yerini alıyor. Elbette iklim tek başına yaşanan tüm felaketlerin nedeni değil ama bu felaketleri pekiştiriyor.

Kitapta anlatılan uzun sürelerde etkili olan bu iklim olayları dışında, bir de kısa süreyi kapsayan hava koşulları ve neden oldukları olaylar, gelişmeler de anlatılıyor. Mesela Japonya’yı işgal etmek için 1274 ve 1281 yıllarında saldırıya geçen Moğol askerleri her ikisinde de amaçlarını gerçekleştiremiyorlar. Her seferde çıkan fırtınalar donanmalarına büyük zarar veriyor ve Japonya, büyük Moğol İmparatorluğu tarafından işgal edilemeyen tek Asya ülkesi olarak kalıyor.

Bir başka örnek ise Fransa’dan… Fransız Devriminin (1789) arifesinde de havanın kötü bir sürprizini görüyoruz. Beceriksiz imparator XVI. Louis’nin yönettiği Fransa’da ekonomik sorunlar ayyuka çıkmış, gıda fiyatları yükselmişken 1788 yılında büyük bir kuraklık ve aşırı sıcaklar yaşanır. Ülke adeta sıcaktan kavrulur, doğal olarak tarım büyük hasar görür, nüfusun gıda ihtiyacının karşılanması tehlikeye girer. Ama gıda tedarikini tehlikeye sokan tek iklim olayı bu kuraklık değildir. Bastille’in yıkılışından “Tam bir yıl, bir ay önce, 13 Temmuz 1788’de yaşanan ve o güne dek daha önce hiç deneyimlenmemiş bir dolu fırtınası Fransa’nın büyük bir kısmında etkili olur. Tahıl tarlalarını, asmaları ve diğer meyve ağaçlarını yok eder.” Kuraklıktan sonra dolu, ardından yeni bir kuraklık derken, bir de kış çok soğuk geçer, buz tutan nehirlerde ulaşım imkânsız hale gelir. Değirmenler un öğütemez, etse dahi nakledilemez. Artık vatandaşın gelirinin yüzde 80’i sadece ekmeğe gitmektedir…

Havadan yana şansı olmayan tek imparator XVI. Louis değildir. Napoleon da kötü havalardan çok çekiyor. Üstelik Fransa için çok önemli olan Rusya Seferi (1812) ve Waterloo Savaşı (1815) esnasında. Rusya Seferi sırasında ordusu önce lojistik ihtiyaçlarının karşılanmaması nedeniyle aç kalıyor, ama kararlı imparator Moskova’yı almaktan vazgeçmiyor. Ve birkaç askerî başarıdan sonra Moskova’ya giriyor. Rusların çekilirken yaktıkları şehir bir harabeden ibarettir. Ahalisi olmayan bir yangın yeri! O yıl ani bastıran aşırı sıcaklar altında onlarca kilometre yürümüş olan Fransız askerleri, komutanlarının anlattığı o bolluk diyarı yerine altında barınacak bir çatının bile olmadığı bir şehirle karşılaşırlar.

14 Eylül’de Moskova’ya giren Napoleon bir ay sonra çekilme emri verir ama birkaç gün sonra şiddetli yağmurlar başlar. Atlar ve arabalar balçığa saplanıp kalır. Bir hafta dolmadan da kar başlar. Generalin yanındaki hava tahmin uzmanları yanılmıştır! Ardından buz gibi soğuklar gelir. Bunun yanında zaman zaman Kazaklardan oluşan Çar’ın askerleri saldırılarını sürdürür. Sonunda Fransız ordusu perişan olur. 600 bin askerden geriye sadece 100 bin kişi kalmıştır.

Napoleon’un kaderini belirleyecek olan Waterloo Savaşı sırasında ise ardı arkası kesilmeyen sağanaklar ve balçık haline gelen toprak imparatorun başına büyük dertler açar. Zaman zaman barutun bir bölümü ıslandığı için toplar gerektiği gibi kullanılamaz, ancak zemin kuru olduğu zaman başarıyla gerçekleşebilecek olan topçu ateşi, yere düşen mermiler sekmeyip balçığa saplandığı için etkisiz olur, yapılan savaş planları bir işe yaramaz ve sonunda savaşın kaybedildiğini gören Napoleon meydandan kaçar!

Ronald D. Gerste imparatorları, komutanları, insanları çaresiz bırakan hava koşullarındaki sürprizleri örnekler vererek günümüze getiriyor ve şunu söylüyor: “İklim uzmanlarının çoğu aynı fikirde: Bir iklim felaketine doğru sürükleniyoruz ve bunun suçlusu insanoğlu.” İlerleyen satırlarda kendisinin de bu görüşte olduğunu, ilkim dostu teknolojilerin daha fazla geliştirilip her bir kişinin gezegenimizi korumak için bir şeyler yapmasının zamanının geldiğini ifade ediyor:

Bugün iklim değişiklikleri konusunda giderek hararetlenen tartışmalar, iklim tarihinde göze çarpan olayların ve net olarak görünen değişimlerin yeniden değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır. Eldeki verilerden hareketle pek çok iklimbilimciye, jeofizikçiye ve diğer bilim insanlarına göre diğer tüm değişikliklerin arasından sıyrılan en büyük değişim, bugün dünya çapında yaşanan küresel ısınmadır.

Yoksa sonumuz kötü…