CESARE PAVESE
çev. Eren Cendey Can Yayınları 2021 128 s.
Kara gömlekliler 'sayesinde' İtalyan cezaevlerini yakından tanımış olan Cesare Pavese’nin Hapishane adlı romanında dört duvar arasındaki bir insanın yaşadıklarını değil ama böyle bir yerden çıkarılıp sürgüne gönderilmiş genç bir adamın yaşadıklarını ve hissettiklerini, tecrit edilmişliğin sıkıntılarını okuyoruz.
İtalyan şair, romancı, çevirmen ve eleştirmen Cesare Pavese (1908-1950), İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı ve yakıcı yıllarını yaşamış, faşizmin neden olduğu acılara karşı koymuş, anti-faşist yazıları nedeniyle 1935’te önce Brancaleone Hapishanesi’nde kalmış, ardından da Calabria’ya sürgüne gönderilmiştir. Pavese 1936’da serbest bırakılmış, kendi yaşamından izler taşıyan Hapishane isimli kitabını on yıl sonra, 1948 yılında yayınlamıştır.
Hapishane sürgüne gönderildiği köyde gündüzleri serbestçe dolaşabilen, ancak geceleri sokağa çıkması yasak olan, bir yandan köy yaşamına tanıklık eden, diğer yandan da sürgünlüğün, yalıtılmışlığın ve en önemlisi hem ezen, acı veren hem de bir sığınak olan yalnızlık üzerine düşünen politik bir mahkûmun, Stefano’nun sürgün öyküsüdür.
Kara gömlekliler ‘sayesinde’ İtalyan cezaevlerini yakından tanımış olan Cesare Pavese’nin Hapishane adlı metninde dört duvar arasındaki bir insanın yaşadıklarını değil ama böyle bir yerden çıkarılıp sürgüne gönderilmiş genç bir adamın karşılaştıklarını ve hissettiklerini, tecrit edilmişliğin sıkıntılarını okuyoruz.
Köyün bakkalı Vincenzo’nun deyişiyle, “hükümetle tartıştığı” için başını belaya sokmuş olan Stefano, mahkûmiyetinin bir bölümünü cezaevinde geçirdikten sonra tren yolu üzerinde, denize kıyısı olan, Calabria’nın küçük bir köyüne sürgüne gönderilmiştir. Kelepçeli olarak getirildiği köyde jandarma komutanına teslim edilen hükümlü köyden uzaklaşmamak ve geceleri sokağa çıkmamak şartıyla serbesttir, hatta istediği takdirde denize girmesinde de bir mahsur yoktur! Stefano bundan dolayı mutludur, “ilk günlerde mendilini taşlar ve deniz kabuklarıyla doldurduğu bile olur”. Birkaç gün hintinciri kaktüslerini ve denizin renksiz ufkunu inceler ve hücrenin duvarlarından biri olan denizi onun en doğal yönü olarak görür. Köyün insanlarının onu meraklı ve ihtiyatlı bakışlarıyla izleyeceklerini bilmektedir. İlk günlerde çorak topraklar, bitkiler ve denizin hareketleri ona yabancı gelir. Onları seyredip düşünür ama sonra yavaş yavaş hepsine alışacaktır.
Her gün denize gidip yüzmeden önce, “sabahları köyü –kumsala paralel, uzun yolu– boydan boya geçer, alçak damlara, duru göklere bakarken, eşikteki insanlar da ona bakarlar. Bazı evler iki katlıdır. (…) Kimi zaman duvarların arkasındaki ağaç ona bir anısını fısıldar. Bir ev ile ötekisi arasında deniz belirmektedir, o dar sokakların her biri beklenmedik bir dost gibi Stefano’yu şaşırtır”. Alçak kapıların arkasındaki loş sofalar, az sayıdaki ardına kadar açılmış pencereler, esmer yüzler, “kovalarını sokağa boşaltmak için çıkan kadınların sakınımlı halleri Stefano’nun münzeviliğini artırır”. Bu yürüyüş köyün tek lokantasının kapısında biter ve burada denize girmek için sıcağın bastırmasını bekler.
Stefano başlarda odasında uyuyamaz. Hava kararırken girdiği bakımsız odasında huzursuz geceler geçirir. Ancak uyanıp güneşi görünce bu huzursuzluk sona erer ve kapının önüne çıkıp güneşlenir. Elinde daima arada bir okuduğu bir kitap vardır. Yoldan geçenlerle selamlaşır.
Cesare Pavese
Lokantanın köy yaşamında yeri ayrıdır. Özellikle köyün erkeklerinin bir bölümünün mekânı burasıdır. Stefano da buraya gelip gitmeye ve doğal olarak müdavimleriyle tanışmaya başlar. Köyün ölçülerine göre zengin, mal mülk sahibi bir babanın oğlu olan Gaetano Fencaltea, mali muhafız, bakkal Vincenzo, Giannio, … onun köyde konuştuğu ilk kişiler olur.
Fakat bu yeni ahbapları Stefano’nun her gün kumsala gitmesine hayret eder, bazen bazıları onunla gelseler de, hatta ona “kayalığın rahatlığını öğretmiş” olsalar da onun bu alışkanlığına akıl sır erdiremezler. Yüzme konusunda hiçbir sıkıntıları olmayan bu insanlar suya sadece söyle bir serinlemek için girmektedirler. İlerleyen günlerde kumsalda yalnız kaldığını gören Stefano bundan sıkılır ve burada kalma süresini kısaltır. Ama bu arada bir şey dikkatini çeker, kumsalda hiç kız görmemiştir.
Bunun nedenini Gaetano’ya sorar. Gaetano ona kızların derenin ötesindeki kuytu bir yerde denize girdiklerini söyler, ayrıca kızlar evlerinden nadiren çıkmaktadırlar. Lakin Stefano konuyu biraz daha deşmek niyetindedir. Bunun için sorusunu tekrar eder: “Ama kız var mı köyde?” Gaetano, “Olmaz mı?” diye yanıtlar, “Bizim kadınlarımız erken yaşlanır ama gençliklerinde çok güzel olurlar. Güneşten ve yabancı nazarlardan ürken bir güzellikleri vardır. Bu nedenle onları evlere kapatıyoruz!” Stefano, “Bizim oralarda nazarlar yakmaz” deyince de, “Sizin oralarda iş var, burada sevda” şeklinde bir açıklama ile sözlerini bitirir. Stefano kızları gözetlemek için dere tarafına gitme merakına kapılmaz, her şey gibi mahrumiyet yasasını da kabullenir. Ama delikanlıların sıkıntılı olduklarını görüyordur. “Şehirde yapılan kaçamakları kulakları ile duyar, üstelik bunlar hep bekârlar da değildir. Bir de köylü hizmetçilere: İşe sürülen hayvan gözüyle bakılan bu kızlara atfedilen imalar eksik olmamakta, onlar hakkında her türlü söz söylenebilmektedir.”
Akşamları sokağa çıkamayan, öğleden sonraları oynanan iskambil oyunlarına katılmaktan hoşlanmayan Stefano genellikle yalnızdır. Bazen köyden çıkıp çevresinde dolaşır. Zaman geçsin, bir şeyler olsun diye yürüyüşler yapar, ancak çok uzaklaşmaz. Akşamları ender olarak jandarma gelip evde olup olmadığını denetler. Hatta bir keresinde komutan bile ziyarete gelir ve odasını inceler. Ancak bir köşeye yığılı kesekâğıtlarından, çekmecelerinden, dağınıklığından ve pis kokudan iğrenerek odadan çıkar.
Stefano mahpusluk düşüncesinden kurtulamamıştır ve “görünmez duvarları daima çevresinde hissetmektedir. Kimi zaman lokantada kibar ve kendini oyuna vermiş simalar arasında iskambil oynarken yalnız ve eğreti hisseder. (…) Onlar arasında ıstırap verici inzivada gibidir”. Onun lokantaya gidip gelmesine izin veren komutan, Stefano’nun hatırladığı her anısında, yaşadığı her sıkıntıda kendisine bunun onun hayatı olmadığını, buradaki insanların ondan uzak, sürgün olduğunu hatırlatmaktadır.
Bir gün Stefano evinin avlusunda, ev sahibesinin artık genç sayılamayacak kızıyla karşılaşır. Kız avluyu süpürmektedir. Her zaman yaptığı gibi ona hafifçe gülümser. Kızın “toparlak ve fersiz bir yüzü ve üzerinde gösterişsiz, siyah bir elbise vardır”. Muhtemelen onu uzak bir şehirde yaşatmış olan kocası ya ölmüştür ya da ayrılmışlardır. Ama çocuklarla bile yerel lehçeyle konuşmamaktadır. Kadın odasına giden Stefano’nun peşinden gider. Üzerinden gözlerini hiç ayırmamaktadır. Odasını derli toplu bir halde bulur, ayrıca masanın üzerinde de bir tabak hintinciri olduğunu görür. Tam ona teşekkür etmek için yüzünü döndüğünde kadın boğuk sesiyle “Gün gelecek gideceksin, acaba sonra hatırlayacak mısın bizi?” diye sorar. Stefano odaya bir kitap almak için uğramıştır. Bunu öğrenen kadın onun yalnız olduğu için çok okuduğunu söyler.
Kadın Stefano’yu izler. Durumun farkına varınca da hem sevinen hem utanan adam nihayet onun bu ilgisini cevapsız bırakmaz. Ancak bu tür bir ilişkiyi köyde sürdürmek zordur. Kadın daha ilk günden onu uyarır: “Dikkatli olmalıyız, herkes bakıyor, ben de senin gibi yalnızım.”
Yalnız kadın Elena, Stefano’nun kendisini sevmesini istiyordur. Arada bir onu sevip sevmediğini sorar, sadece bedenini istiyor olmasından korkuyordur. Stefano ondan hoşlandığını ama bedenini de istediğini söyler. El ayak çekildikten sonra pencereleri kapalı, ışığı yanmayan bir odada geçirilen gecelerin devamı gelir ama ikisi de ilişkilerini saklamaktadır. Stefano dışarıda Elena ile karşılaşmamaya çalışır. Hatta bu gibi dedikoduları seven bir ahbabı ona “birisinin olup olmadığını” sorunca cevabı “yok” olur.
Köyün bir özelliği de burada ayıplanan ilişkilerin olmaması değil, bunların gizli kapaklı yapılmasıdır. Ancak tecavüz, gebelik gibi gizlenemeyecek bir olay ortaya çıkınca taraflar açığa çıkmakta, olay açık açık konuşulur hale gelmektedir. Yoksa yaşamın bu yanı yokmuş, olmazmış gibi davranılmaktadır. Fakat bir gün köy bir olayla sarsılır. Stefano’nun köydeki ilk günlerinde tanıştığı Gaetano tecavüz suçlaması ile tutuklanır. Komutan onu kışlaya kapatmış, yargılanması için şehre gönderecektir. Kızın yanında çalıştığı aile şikâyetçidir. Köyde kızın hamile kalıp kalmadığı, Gaetano’yu nikâh kıymaya zorlamak için böyle bir yola başvurup vurmadıkları konuşulmaktadır. Stefano bir ara yaşadığı ilişkinin başına böylesi bir iş açıp açmayacağını düşünür. Fakat Elena’nın çocuk olmadığını, bir evlilik yaşadığını, rezalet çıkarmayacağını, “basit ve iyi yürekli bir kadın olduğunu, hamile de olmadığını” düşününce rahatlar.
1940'lı yıllarda Calabria
Stefano’nun Elena ile sorunlu bir ilişkisi vardır. Yalnız kalmanın, tecritte olmanın sıkıntılarını yaşarken karşısına çıkan bu kadın Stefano’dan bazı şeyler beklemekte, bir yandan ona annelik yapmak isterken, diğer yandan da Stefano’nun ona bağlanmasını istemektedir. Oysa bir gün Elena’nın ona sahip çıkacağını düşünmek bile onu boğmaktadır. Elena konuşmayı sevmemektedir, “mahrem ilişkiden doğan o sağır hüzün” kadından nefret etmesine yol açmaktadır. Bu köye, Elena’ya sonuna kadar bağlanmayı istememektedir. Zaten başından bu yana günün birinde bu köyden gideceğini kadına söylemektedir.
Stefano köye bir yaz günü gelmiş, üstelik de denize girmesinin yasak olmadığını öğrenince sevinmiştir. Ancak şimdi o sıcak günler yavaş yavaş geride kalmaktadır. İlk yağmurlar başlar ve artık özellikle akşamları hava serin olmaktadır. Ama köyün yerlileri ona burada sert kışlar olmadığını söylerler. Isınmak için sadece mangal kullanılmaktadır. Hatta içlerinden biri ona bunu da sadece kadınların kullandığını söyler ve mangalı söyle tarif eder: “Bakır bir leğendir, içi köz ve kül dolu olur, yelpazeyle ısısı dağıtılır, odalara konur. Sonra üzerine otururlar ve ısınırlar. Rutubeti kovar.” Ancak kışın gelmesi, Stefano için sadece soğuk demek değildir, akşamları dışarıda olması yasak olduğu için eve de erken kapanması gerekmektedir ve bu canını sıkmaktadır. Sohbet sırasında, “beni mahveden akşamlar; akşamları evdeyim ve yapacak hiçbir şeyim yok. Akşam saat yedide eve girmiş olmam gerekiyor. O saatte yatamam ya” diyerek dert yanar…
Kış günlerini bazen az bazen çok üşüyerek, Elena ile tuhaf ilişkisinin gölgesinde, bazen de kendi yarattığı heyecanlarla oyalanarak geçirmeye çalışan Stefano bir öğle vakti lokantada yemek yerken komutanın içeriye girdiğini görür. Ona yönelen komutan “Sizi arıyordum,” der, “bu sabahtan itibaren özgürsünüz”; ancak iki gün daha yol kâğıdının gelmesini bekleyecektir.
İki gün sonra küçük bir grup onu saat dört trenine bindirir…
•