Aya seyahatin konu edildiği antik bir ‘bilimkurgu’ eseri: Hakiki Hikâyeler

Loukianos

Hakiki Hikâyeler

LOUKIANOS

çev. Erman Gören, Ertuğrul İnanç Türkiye İş Bankası Yayınları 2021 280 s.

“Ay’ın ordusunda Kerkessüvar, Sebzeper, Darıendaz ve Sarımsaksipahi askerleri vardır, ayrıca Büyükayı’dan Pirekemankeş, Rüzgarreftar birlikleri de müttefik olarak onların yanındadır. On iki fil büyüklüğünde pirelere binen Pirekemankeşlerin ve kanatları olmadan havada ilerleyen Rüzgarreftarların gelişiyle Endymion’un ordusu daha fazla güçlenir. Güneş Kralı Phaethon ise Mursüvarlardan, kocaman sivrisineklere binen Semaivezler denen okçulardan, sapanlarıyla çok uzak mesafelere turp atabilen Gökrakkaslardan ve Sapantarlardan oluşan bir orduya sahiptir. Savaşın sonuna gelince…”

AHMET EKEN

Zengin hayal dünyası, mizahi üslubu ve kurgu yeteneğiyle kaleme aldığı Hakiki Hikâyeler adlı eseriyle Samsatlı Loukianos, ilk bilimkurgu yazarı olarak kabul edilmektedir. Loukianos daha önce yazılmış tanrılar ve büyücülerle dolu seyahat hikâyeleri yerine sıradan insanların maceralarını anlatan bu eseriyle edebiyat tarihinde hak ettiği yeri almış, 1865’te Jules Verne’nin Ay’a Seyahat romanına, 1977’de de George Lucas’ın yönettiği Star Wars (Yıldızlar Savaşları) serisine esin kaynağı olmuştur.

Yazdığı “komik” diyalog, hiciv ve parodi türleriyle çok sayıda eserle yüzyıllardır etkili olmuş Antik Yunan yazarlarından Loukianos (120?-180?), her ne kadar eserleri biliniyorsa da yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olamadığımız bir yazar. Günümüzde Adıyaman sınırları içinde kalan Kommagene Krallığı’na bağlı Samosata’ta (Samsat) doğan ve ölümünden sonra ardında 80’in üzerinde eser bırakmış Loukianos.

Hakiki Hikâyeler’in çevirmenleri, yaşamıyla ilgili bilgilerin neredeyse bütünüyle kendi metinlerinde yer alan ayrıntılarla ve Hekim Galenos’un (131-201) kısa bir alaycı ifadesiyle kısıtlı olduğunu ifade ediyor. Çağdaşı olan hiçbir yazarın günümüze kadar gelen eserlerinde ondan bahsettiğini göremediğimiz gibi, elimize ulaşan hiçbir kitabede de ona yapılan bir atıfa rastlamıyoruz. Ancak Bizans döneminden itibaren eserleri gün ışığına çıkmaya başlayınca doğal olarak yaşamı da gündeme geliyor ve yaşamı hakkında doğruluğu tartışmalı bazı biyografiler yazılıyor. Sonuç olarak Loukianos’un yanlışsız bir biyografisinden yoksunuz. Hakiki Hikâyeler’in çevirmenleri Erman Gören ve Ertuğrul İnanç bu konuda şunları söylüyorlar:

Bütün bunları hatırda tutarak, eserlerindeki veriler ışığında Loukianos’un hayatı hakkında yapılabilecek bazı tahminler şunlardır: Helenistik kültürün yüksek seviyede olduğu Kommagene ülkesinde doğan yazar, muhtemelen burada iyi bir öğrenim görmeye başlamıştır. Önceleri hitabet (…) (ardından) felsefe ve edebiyat tahsil etmiş olsa gerektir. (…) Çeşitli vesilelerle seyahatlere çıkmış olabileceği akla yakındır. (…) Bir taraftan bağlı olduğu Roma İmparatorluğu’nun yönetim dili olması hasebiyle, diğer taraftan eserlerindeki Vergilius, Ovidius, Martialis gibi Latin kökenli müellifleriyle metinlerarası bağlantılardan yola çıkarak Latinceyi de bildiğini tahmin edebiliriz. Loukianos’un nerede yaşadığı, eserlerini nerede yazdığı ve nihayet nerede, ne zaman öldüğü hakkında ise hiçbir malumata sahip değiliz.

Loukianos’un hayalî diyarlara yaptığı olağanüstü yolculuğu anlattığı Hakiki Hikâyeler yazarın şu sözleriyle başlıyor:

Bir gemiyle (…) Batı Okyanusu’na (Atlas Okyanusu) doğru sefer ettim. Yurdumdan ayrılmamın sebebi ve maksadı hem işgüzarlığım hem yeni şeylere tutkum hem de okyanusun sonunda ne olduğuna ve nasıl insanların oturduğunu öğrenme isteğimdi.

İlk günler yolculuk sakin geçer ama yetmiş dokuz gün sonra fırtına çıkar ve deniz sertleşir, onlar da bunun üzerine rastladıkları ilk adada kıyıya çıkarlar. Adayı tanımak için dolaşmaya çıktıklarında şarap akan bir nehirle karşılaşırlar. İçi balık doludur, ancak yakalayıp yedikleri zaman yiyenler sarhoş olurlar. Nehrin öbür yakasına geçtiklerinde şaşırtıcı bir bağla karşılaşırlar. Asmalar topraktan çıktığı noktadan itibaren güzel kadınlardır. Parmaklarının uçlarından salkımlarla dolu dallar çıkmaktadır. Denizcilere çok sıcak davranırlar, fakat öpülen herkes sarhoş olur. Sevişenlerse onlardan ayrılamaz. Durumun vahametini anlayan Loukianos ve arkadaşları hemen gemiye döner ve denize açılırlar.

Ancak bu tuhaf ada henüz gözden kaybolmamışken ansızın bir tayfun çıkar ve gemiyi havaya kaldırıp bir daha da indirmez. Yedi gün yedi gece havada giden gemi, sekizinci gün üzerine parlak bir ışık vuran, küre şeklinde bir adaya varır. Karaya çıkıp dolaşmaya başlarlar. Gece olup aşağılara bakınca, şehirleri, nehirleri, ormanları ve dağlarıyla dünyayı görürler! Ertesi gün ise dolaşırken Kerkessuvarlar denen ve devasa akbabalara binip at gibi süren ada muhafızları tarafından tutuklanırlar. Muhafızlar onları krala götürür. Endymion adlı kral onlara kendisinin de aslında bir dünyalı olduğunu ve buraya kaçırıldığını, burasının Ay olduğunu ve misafir olarak muamele göreceklerini söyler. Ayrıca denizciler Ay ile Güneş arasındaki savaşta Ay sakinlerine yardımcı olursa, bu misafirliklerini istedikleri kadar uzatabileceklerdir. O sıralar Ay sakinleri ile Güneş sakinleri arasında Güneş sakinlerinin bir yıldızda koloni kurmak istemelerinden dolayı büyük bir anlaşmazlık vardır. Denizciler kralın teklifine olumlu cevap verirler ve ertesi gün yapılan sefere katılırlar.

Ay’ın ordusu Kerkessüvar, kanatlarının yerine her tarafı tüylü sebzeler bulunan bir kuş olan Sebzeper, Darıendaz ve de Sarımsaksipahi askerlerinden oluşmaktadır. Ayrıca Büyükayı’dan Pirekemankeş, Rüzgarreftar birlikleri de müttefik olarak onların yanındadır. On iki fil büyüklüğünde pirelere binen Pirekemankeşlerin kanatları olmadan havada ilerleyen Rüzgarreftarların gelişiyle Endymion’un ordusu daha fazla güçlenir.

Güneş Kralı Phaethon ise karıncalara benzeyen kocaman, kanatlı hayvanlara binmiş Mursüvarlardan, kocaman sivrisineklere binen Semaivezler denen okçulardan, sapanlarıyla çok uzak mesafelere turp atabilen Gökrakkaslardan ve mantardan yapılma kalkan kullanan Sapantarlardan oluşan bir orduya sahiptir. Ayrıca Köpek Yıldızı kolonicileri de yardıma gelmiştir. Eşeklerin anırmasıyla başlayan çarpışmaları Güneş sakinleri kazanır ve Ay’ın ordusu esir düşer. Sonunda anlaşan Ay ve Güneş krallıkları esirleri esaretten geri döner ve Ay Kralı denizcilerin ricalarını kırmayıp onları yeniden denize gönderir.

Geçerken, çoğumuza tuhaf gelen adlar hakkında çevirmenlerin yaptığı açıklamayı aktaracağız; şöyle yazıyorlar:

Loukianos belirgin bir stratejiyle ısrarlı bir şekilde özgün adlandırmalar ve eskiden beri bilinen kimi özel adlar üzerinde kelime oyunları yapar. (…) Orijinal halleriyle oldukları gibi bırakmak yerine, bütünüyle Loukianos’un icadı olan adlandırmalara birer Türkçe karşılık bulmayı (…) tercih ettik. Bu uydurma adlara bulduğumuz karşılıklarda Hakiki Hikâyeler’in masalsı anlatısı pekiştirecek tarzda klasik edebiyattan mülhem arkaik kelimelere bilinçli bir şekilde rağbet ettik.

Yeniden okyanusa dönen Loukianos ve arkadaşları, sadece iki gün güzel havada seyrettikten sonra, üçüncü günün sabahında pek çok deniz canavarı ile karşılaşırlar. İçlerinde en büyüğünün boyu bin beş yüz atadion (1 atadion = 185 m.) kadardır. Bu kocaman canavar denizcilere saldırır ve “bir lokmada” yutar. Gemileriyle birlikte kendilerini canavarın içinde bulan seyyahlar etraflarına bakınca “on bin nüfuslu bir şehre yetecek” kadar geniş bir alan içerisinde olduklarını görürler. Etraflarında daha önce yutulan gemilerin kalıntıları vardır. Ağzının içinde deniz kuşları uçmakta, sebzeler, ağaçlar yetişmektedir. Bir süre sonra başka insanlara rastlarlar. Onlardan edindikleri bilgilere göre onların dışında da acayip tipli bazı insanlar vardır. Örneğin yılanbalığı gözlü, kerevit suratlı Salamuracılar, Yengeçeller, Orkinoskafalar hep bu devasa ağzın içinde yaşamakta ve devamlı olarak birbirleriyle mücadele etmektedir. Ve asıl önemlisi insanları sevmemektedirler. Ancak güçlerine güvenen denizciler saldırıya geçer ve savaşı kazanırlar.

Hakiki Hikâyeler için yapılmış bazı desenler: Aubrey Beardsley, 1894. William Strang, 1894. J. B. Clark, 1894.

Zaferden sonra canavarın ağzından çıkmaya karar veren Loukianos ve arkadaşları uzun bir uğraştan sonra bunu da başarır ve denize ulaşırlar. Önceleri uygun bir havadan istifade ederek sorunsuz bir şekilde yol alsalar da, havanın birden soğumasıyla deniz buz tutar ve yol alamaz hale gelirler. Ancak erzakları tükenince akıllarına gemiyi buz üzerinde çekmek gelir. Önce ıssız bir adaya gelirler, burada su alıp biraz avlandıktan sonra yeniden denize açılırlar ve yolda karşılarına sütten bir deniz çıkar. Denizin ortasında peynirden yapılmış bir ada vardır. Burada beş gün kaldıktan sonra yollarına devam ederler. Yol boyunca “açık deniz” üstünde koşuşturmakta olan bir sürü insan görürler, bedenleri ve cüsseleri bakımından insana benzeyen bu canlıların bir tek ayakları insan ayağı değildir. Kendilerine Mantarayaklar denen bu canlılar memleketleri Mantarya’ya gittiklerini söylerler. Ve bir süre yol arkadaşlığı yaptıktan sonra yollarını ayırırlar.

Mantarayaklardan ayrıldıktan kısa bir süre sonra yeniden çok sayıda adayla karşılaşırlar. İçlerinden birine yaklaştıkları zaman etraflarını harikulade bir esinti sarar, olağanüstü kokulardan mest olan denizciler adaya yanaşıp karaya çıkarlar, berrak nehirleri, çayırları, ormanları ve ötücü kuşlarıyla burası çok güzel bir yerdir. Çiçeklerle kaplı bir yolda ilerlemeye başlayan denizcilerin karşısına bir anda bir grup bekçi çıkar ve onlara burasının Kutlular Adası olduğunu, Başkan Rhadamanthys’ın huzuruna çıkarılacaklarını, yargılanacaklarını söyler. Adayla ilgili her şeye o karar vermektedir, Loukianos ve arkadaşları, Rhadamanthys ve karar verecek heyete başlarından geçenleri anlatırlar. Mukaddes topraklara kendi iradeleri dışında gelmişlerdir. Bunun üzerine heyet davayı şu şekilde sonuçlandırır: İşgüzarlıklarının ve yurtlarından ayrılmalarının hesabını öldükten sonra vereceklerdir, bununla beraber belirli bir süre adada kalıp kahramanlarıyla beraber vakit geçirebileceklerdir. Ellerindeki gülden çemberler bir anda kendiliğinden çözülür ve onlar da önce şehre, sonra da şölene götürülürler.

Kutlular Adası’ndaki şehir muhteşemdir. Her şey ya fildişinden ya da değerli bir taştan yapılmıştır. Etrafında bir nehir akmaktadır, buranın sakinleri kıyafet olarak erguvani renkli narin örümcek ağı kullanmaktadırlar:

“bedenleri yoktur, elle tutulamazlar ve etsizdirler. Yalnızca bir şekil ve şemailden ibaret olarak tezahür ederler. (…) Hiç yaşlanmazlar, geldiğinde hangi yaştaysa öyle kalır. (…) bağları yılda on iki kez her ay meyve verir, başakların ucunda hazır ekmek biter…”

Şehri gezdikten sonra şölene giden Loukianos, orada başta Homeros olmak üzere pek çok tanınmış edebiyatçı, filozof ve komutanla karşılaşır. Bazılarıyla sohbet eder. Örneğin Homeros ona aslen Babilli olduğunu söyler ve aslında kör de değildir! Diogenes evlenmiş, bütün gün yiyip içmekte ve şarkı söylemektedir!

Loukianos ve arkadaşları şölenin keyfini sürerken, bir anda gelen bir haber her şeyi değiştirir. Melunlar Diyarı’nda cezaya çarptırılanlar prangalarından boşanıp Kutlular Adası’na doğru yola çıkmışlardır. Bunu öğrenen Başkan adadaki bütün kahramanları savunma için toparlar ve isyancı Melunlar Diyarı sakinleri yakalanıp geriye gönderilir. Homeros bu savaş için de bir şiir yazar ve zafer âdet olduğu üzere fasulye kaynatılarak kutlanır!

Kutlular Adası’ndan ayrılan denizciler yolda Melunlar Diyarı’na uğrarlar ve bu adayı da görürler. Sarp ve yalçın yamaçlarla çevrili adanın üzerinde hiç ağaç ve su yoktur. Adanın karanlık bir köşesine varırlar, rehberler her kişinin hayatını ve cezalandırılmalarına yol açan suçları bildirmektedirler. En ağır cezayı yalancılık edenler ve hakikatleri yazmayanlar çekmektedir. Bunlardan biri de Herodotus’tur!

Daha sonra bir kez daha yola çıkan Loukianos ve denizciler, birbirinden tuhaf adalara uğrayarak, bazen buralarda tekne olarak kabakları kullanan yaya yunuslara binmiş korsanlarla savaşarak ya da denizde çıkmış gür ormanların üzerinden gemilerini geçirerek “kendi oturdukları diyarın karşısındaki kıtaya” ulaşırlar. Onlar neler yapacaklarını konuşurken aniden bir fırtına patlar ve gemi kayalara çarparak parçalanır. Zar zor hayatlarını kurtaran denizciler karaya çıkarlar.

Loukianos burada olup bitenler için yeni bir kitap yazacağını söyleyerek eserini noktalar…

•