SEVİM AK
Günışığı Kitaplığı
Güzelim çocukluklarını yaşayamayan bazı çocuklar vardır, anne babalarının onlara yüklediği ağır sorumluluklar, iç dünyalarındaki renkleri neredeyse tamamen silmiştir. Sevim Ak’ın çocuk romanı Gökkuşağı Yazı’nda böyle bir küçük kızla tanışıyoruz; adı Melisa.
Bazı çocuklar vardır, ne yazık ki yaşayamazlar o güzelim çocukluklarını. Ailenin; anne babalarının onlara yüklediği ağır sorumluluklar, iç dünyalarındaki renkleri soldurmuş; neredeyse tamamen silmiştir. Her yer, her şey renksizliğin girdabına düşüp anlamını yitirmiş gibidir. Hayal kurmak, düş pencerelerinden başka evrenlere açılmak çok zordur bu çocuklar için. Gökkuşağının renklerini sadece gökyüzünde görürler; o muhteşem renkler, kendi hayatlarına, yeryüzüne inmez bir türlü. Günleri hep bu sorumluluk yükü altında grileşir, kurşun gibi ağırlaşır.
Sevim Ak’ın ilgiyle okunan çocuk romanı Gökkuşağı Yazı’nda böyle bir küçük kızla tanışıyoruz; adı Melisa. Otizmli kardeşi Göksu’yu her an kollayan, tehlikelerden korumaya çalışan, sürekli izleyen ve gözeten Melisa’nın hayatında kardeşinden başka hiçbir amaç kalmamış gibidir; yaşanan günlerin odağında hep kardeşi Göksu vardır. Anne ve babası yoğun çalışmalarla, iş yaşamının zorluklarıyla o kadar uğraşmaktadırlar ki, kendilerine ait olması gereken görev ve sorumluluğu ilkokul çağlarındaki Melisa’ya doğallıkla devretmiş gibidirler. Melisa bu durumu şöyle anlatır: “Kızın bir ânını gözetleyemez de kaçırırsam, şurada diyemezsem vay halime! Dört yaşından beri Göksu’yu gölgesi gibi izlemedim sanki! On bir yıllık ömrümün dört yılı, kardeş bekçiliğiyle geçti.”
Roman, Melisa’nın bakış açısından ve onun çocuksu anlatımıyla kurgulanmış. Sayfalarda Melisa’nın kardeşinin korkusuz hareketlerini dizginlemesini, yaramazlıklarını engellemesini, yanlış bir şey yapmaması için sürekli arkasından koşturmasını; o içten merak ve endişesini ilgiyle okuyoruz. Romanda Melisa’nın, kardeşi Göksu ve anne babasından başka dedesi, anneannesi, teyzesi, dayısı, görme engelli arkadaşı Fidan ve ablası Tülay da yer alıyor. Oldukça kalabalık olan bu roman kişilerine, Melisa’nın hayatına birdenbire giren kaykaycı çocuk Barış ve onun çevresindeki kişiler de eklenir.
Melisa’nın kendi anlatımı ve yaşadıklarını yorumlamasıyla birbirine eklenen olaylar zinciri, günlük yaşamın içindeki farklı birçok olay ve öykünün yan yana gelmesiyle oluşuyor ve böylece romanın kendi iç düzeni gerçekleşiyor. Gökkuşağı Yazı romanının ana eksenini, süreç halindeki olaylar oluşturuyor. Bu süreç, romanın sonuna kadar devam ettiği gibi, bir noktada sonlanmayarak okurların zihninde ilerlemeye devam ediyor. Melisa’nın anlattıkları, hayatın bir süreç olma niteliğinin yanı sıra, akan zamanla, geçen günlerle birlikte, insan yaşamında pek çok değişimin, ani sıçramalarla bazı dönüşümlerin de gerçekleşebildiğini, yaşamın düz bir çizgide ilerlemediğini derinden derine sezdiriyor. Bazı durumlarda ani bir olay ve onun etkilerinin, başka birçok olay ve değişimlere neden olduğunu gösteriyor. Hayat, olabilirlikler ve olasılıkların mekânına dönüşüyor böylece.
Gökkuşağı Yazı renksiz, düşsüz, dümdüz ilerleyen bir hayatın, bazen bir kırılma noktasıyla bambaşka bir yöne akabildiğini, bu akışın içinde insanların; ebeveynlerin değişebildiklerini, olumlu yönde gelişebildiklerini de gösteriyor okurlara. Sevim Ak bütün bu hakikatleri, küçük bir kızın dili ve söylemi üzerinden; olayların akışı ve insanlardaki davranış değişimleri yoluyla ifade ediyor. Asla didaktikliğe yönelmeden ve insanları yargılamadan, romanın ana karakteri Melisa’nın bakış açısıyla dillendiriyor hepsini.
Çocuk bakış açısı ve çocuk dilinin naifliği romandaki pek çok gerçeği daha net ve daha dolayımsız olarak görmemizi sağlıyor. Mesela, bir çevirmen olan Melisa’nın (ve Göksu’nun) annesi, haftada birkaç gün evde, birkaç gün de işyerinde çalışan, çok yoğun iş stresiyle yüklü, gözü işinden başka hiçbir şeyi görmeyen, alışveriş tutkunu bir genç kadındır. Melisa onun olumsuz yönlerini gösterirken, her şeye karşın eğlenceli bir dil kullanır: “Annen dediler mi çuf çuf trenler gibi oflama sesi dolar kulağıma. Oflamadığı zamanda, sigarasını puflatır. Duman altı eder bizi.” Babası da benzer durumdadır; sık sık iş seyahatlerine çıkar; adeta evden kaçarcasına uzaklaşır. Valizi her zaman hazır vaziyette bekler. Dede ve anneanne torunlarıyla daha ilgilidirler, ama sürekli aynı evde olmadıkları için Melisa’nın kardeşine dair sorumluluklarına ortak olamazlar. Teyze, dede, anneanne, dayı… hepsi renkli ve ilginç karakterleriyle hoş bir şekilde anlatılır Melisa tarafından.
Romanda en çok dikkati çeken karakter Göksu’dur. Olayların akışı içinde otizminin de yavaş yavaş gerilemesi Melisa kadar bizleri de sevindirir. Melisa, kardeşi Göksu’yu bambaşka bir bakış açısından anlatır. Onun farklılığını, bir konuya aşırı odaklanmasını, yaratıcı yönlerini hem Göksu’nun davranışları hem de onun uydurduğu çeşitli oyunlar yoluyla anlatır. Kendisini Göksu’ya göre hayal gücü çok zayıf, yaratıcı yönü olmayan, renksiz biri olarak görür. Göksu özellikle elişlerinde, renkli boyamalarda, resimde, oyun ve danslarda olağanüstü yaratıcı çalışmalar gerçekleştirmektedir Melisa’ya göre.
Her zaman akılcı, gerçekçi ve temkinlidir anlatıcımız Melisa. Kardeşi ona benzemez: “Göksu ise benim baktıklarıma takılmaz, büyülü bir masal yaşar. Gözlerinin mercekleri mi dünyayı sihirli bir yermiş gibi gösteriyor ona, yoksa beynine bilinmedik bir program mı yüklü?” diye bahseder kardeşinden. Ona “takıntı kraliçesi” demesi de hayli ilginçtir. Melisa kardeşinin kendi dünyasına kilitlendiği zamanları da dikkatle gözlemler.
Dedesi, bilinmeyen bir nedenle yemeyen, içmeyen ve bunalıma giren Bubik adlı filin yaşadığı sorunlarla yakından ilgilenir. Bazı günler Bubik’in yaşadığı hayvanat bahçesinde bir görevli gibi çalışır. Melisa bir gün dedesiyle birlikte hayvanat bahçesine Bubik’i görmeye gittiğinde küçük bir kaza geçirir; yağmur nedeniyle ıslanan zeminde kayarak yere düşer. Bacak kemiklerinde çatlama meydana geldiği için bir süreliğine yürüyemez duruma gelir. Melisa alçılar içinde yatarken, anne babası yaşanan her şeyi yeniden gözden geçirip kendi hatalarıyla yüzleşirler ve Göksu’ya daha fazla zaman ayırmaya başlarlar. Melisa bir süre hastanede kalır ve sonra fizik tedavi süreci başlar. Orada kaykaycı çocuk Barış’la ve babasıyla tanışır. Bu sayfalarda Melisa, Barış’ın dünyasına da bir pencere açar ve böylece Barış’ın yaşadığı sorunları yakından görme olanağı buluruz. Hayatın bazı çocuklar için pek de kolay olmadığını, Barış’ın öyküsü üzerinden bir kez daha anlama fırsatı yakalarız. Yavaş yavaş yürümeye başlayan Melisa, jimnastik sporuyla yakından ilgilenmeye başlar. Böylece hayatı daha anlamlı ve daha güzel bir hale gelir.
Birbirine ağ gibi örülen bütün bu öykülerin odağında anlatıcı karakter Melisa yer alır. Barış’la arkadaş olunca Melisa’nın iç dünyası renklenmiş, hayata bambaşka gözlerle bakmaya başlamıştır. “Gökkuşağı yazı”dır o yaz. Anne babası gibi Melisa da değişmiş; hayatı daha iyi anlamaya ve anlamlandırmaya başlamıştır artık. Bu, Melisa’nın giderek büyüyor oluşunun da bir göstergesidir. Süreç halinde anlatılan olaylar içinde Melisa da kendi büyüme ve gelişme yolculuğunu yaşamakta; giderek kendi ruhsal derinliklerini tanımaktadır. Bu yolculuk, bitimsiz bir şekilde sürecek; Melisa da diğer çocuklar gibi büyüyecek; hayatının diğer evrelerinde de daimi gelişim ve değişimini sürdürecektir.
Çocuk dilinin ve görme biçiminin başarıyla kullanıldığı Gökkuşağı Yazı’nda akıcı bir anlatımın içinde deyimlere, benzetmelere sık sık yer verilmiş olması dikkatimizden kaçmıyor. Renkli düşler ve imgeler de yer alıyor metnin dokusunda.
Romanda komik olaylarla hüzünlü olaylar bir arada işleniyor; “tıpkı hayat gibi” dedirtiyor bizlere… Gökkuşağı Yazı hayatı ve dünyayı tanımaya yönelen tüm çocuklara yepyeni düş pencereleri açabilecek nitelikte; dopdolu bir roman…