STEPHEN CRANE
çev. Sevinç Kayır İş Bankası Kültür Yayınları 2021 96 s.
Amerikan gerçekçi edebiyatının en ünlü isimlerinden biri olan Stephen Crane, George’un Annesi’nde yoksul mahallelerdeki yaşam mücadelesini, dindar ve oğlu için endişelen bir anneyle “genç bir adam” olan oğlu George’un “kaybedenler” arasına nasıl katıldığını, kahramanlarını kayırmadan, çarpıcı bir dille anlatır...
Stephen Crane bizi bir kez daha Sokak Kızı Maggie’nin bir düzine ürkütücü kapı aralığının bir sürü küçük çocuğu sarsıntılı bir binadan çıkarıp dışarı bıraktığı, yangın merdivenlerinde çamaşırların uçuştuğu, taranmamış saçları ve biçimsiz kıyafetleriyle korkunç görünümlü korkuluklara dayanmış kadınların ya dedikodu yapıp ya da çığlık çığlığa kavga ettiği, kuruyup solmuş insanların garip halleriyle kuytu köşelerde pipo içtikleri ve pişirilen yemeklerden çıkan bin bir çeşit kokunun hiç eksilmediği sokaktaki apartmanına götürüyor. Ama bu kez Maggie’nin iki kat altındaki George Kelcey ve annesinin yaşadığı daireye…
George ve annesi pek çok komşusuna nazaran sakin bir hayat sürmektedir. Ana ve oğul birbirlerini sevip saymaktadır. George’un düzenli bir işi vardır ve “kötü alışkanlıkları” yoktur. Yaşamı evi ile işi arasında geçmektedir. Bir gün iş çıkışı, yıllardır görmediği arkadaşı Charley Jones ile karşılaşır. Jones onu bir içki içmeye, bara davet eder. Burası müdavimi olduğu bir yerdir. Arkadaşlarıyla burada toplanmaktadır. Jones eski arkadaşını onlarla tanıştırmak istediğini, birazdan geleceklerini söyler ve kalmasını ister. Ancak George “bir başka akşam” deyip annesini meraklandırmamak için evine döner.
Ama bu küçük gecikme bile annesinin sinirlerini germeye yetmiştir. Sürekli “Acaba neden gelmedi?” diye tekrarlar. Gözünü saatten ayırmaz ve onun karşısına çıkacak aksilikleri ve engelleri hayal eder. Sonunda George eve döner. Annesinin ilk sorusu “Neredeydin?” olur. Jones ile karşılaştığını ve biraz sohbet ettiklerini söyleyince, kadın eskiden beri tanıdığı Jones için olumsuz sözler söyler, çünkü içki içiyordur. “Alkol Karşıtı Hıristiyan Kadınlar Birliği” üyesi olan kadın için içki içmesi bir kişinin kötü olduğunu göstermektedir.
Daha önce dört oğlunu yitirmiş olan kadın tek oğlu George’un üzerine titremektedir. Masada yemek yiyişini izler ve az yiyip tokum dediğini duyunca hemen müdahale eder: “Yemeğini beğenmedin mi canım?” Kadın dindardır ve akşam duası için ısrarla onu kiliseye götürmek ister ama o, “Akşam duasında ben ne halt edeceğim?” der ve gitmez.
George kısa bir süre sonra bir akşam Jones’un barına gider. Jones orada arkadaşlarıyla beraberdir, sevinen adam onu hemen arkadaşlarıyla tanıştırır, ikramda bulunurlar. George yeni tanıştığı bu insanları sever. Neşeli, iyi huylu, her hareketleri nezaket yansıtan kişilerdir. Özellikle Bleecker’i çok beğenir. Diğerlerinden biraz daha yaşlı olan Bleecker güzel hikâyeler anlatmakta, kendisini saygı ile dinletmektedir. O gece “George Kelcey kısa bir süre içerisinde fevkalade insanlar arasındaki yerini nihayet bulmuş, fevkalade bir adam olduğuna inanmaya” başlar.
1900’lerin başlarında New York, Bowery…
Bu insanların ortak özelliği, olağanüstü şeyler başarabilecekken, aralarına karışmak zorunda kaldıkları insanlar tarafından takdir edilmeyip engellenmiş olmalarını düşünmeleridir. Başta fedakârlık olmak üzere pek çok meziyetleri vardır! Bardaklar boşaldıkça, her biri kendince, o yakındıkları dünyaya nasıl uyum sağlayamadığını samimi olarak anlatır. Ancak zaman ilerler ve bir an saatin gece yarısını çoktan geçmiş olduğunu gören George, “Benim artık kaçmam lazım” deyip masadan kalkar. Sabah yedide işe gidecektir.
Annesini uyurken bulan ve yatar yatmaz uykuya dalan George ertesi sabah aksi bir şekilde uyanır. Annesini üzdüğünü düşünmektedir. Annesi ona sadece lambayı yanık bıraktığını söyler ama o çatacak bir şeyler aramaktadır ve bağırmaya başlar, “Bu erken saatlere lanet olsun!” Annesinin tek tepkisi küfretmesini sevmediğini hatırlatmak olur. George kahvaltıdan sonra huzursuz bir şekilde evden çıkar. Öyle ki, her sabah olduğu gibi annesini öpmeyi bile unutur. Neyse ki annesi uyarır ve o da bu gafını telafi eder.
Oğlu evden ayrıldıktan sonra yaşlı kadın oğlunun bu huzursuz ve aksi halinin nedenlerini düşünmeye başlar. Kafasından karamsar düşünceler geçer, ancak George’un eve pürneşe dönmesi bütün bu düşünceleri unutturur. Oğlunun keyifli bir halde evde oturması, yemekten sonra ağzında piposuyla gazetesini okuması yaşlı kadını mutlu eder. Üstelik George tüm hafta boyunca her gece evde kalır. Annesi oğlunun dünya üzerindeki en muhteşem erkek olduğuna, insanlar arasında temiz yürekli ve nüfuzlu bir kral haline geleceğine işaret eden niteliklere sahip bulunduğuna, bu nitelikleri sayesinde onun yardım ettiği yoksullar tarafından kutsanan, beyninde muazzam düşünceler barındıran, faydalı bir şahsiyet olacağına inanmaktadır.
George her ne kadar annesinin bu düşüncelerini paylaşsa da, onun yakın zamana ilişkin birçok başka hayali vardır. Elbet o da uzak gelecekte herkesin saygı duyduğu, güçlü, cömert ve gazabıyla “alt tabaka” üzerinde hâkimiyet kurmuş bir kişi olmayı hayal etmektedir. Ama burnunun dibindeki dünyayı da görmek, yaşamak istemektedir. Örneğin, bu kadar çok barmen tanıdığı için Jones’a hayranlık duyar! Hayallerinde kim olduğu belirsiz bir kadın da yer almaktadır.
Stephen Crane
George günün birinde merdivenlerde Maggie Johnson ile karşılaşır. Kız ona sadece şöyle bir bakar ve George “başka bir erkeğin onun yüzünü güldürdüğüne şahit olursa kalbinin telafisi olmayan bir biçimde kırılacağını fark” eder. “Merdiven sahanlığına ulaştığında kızın yanağının kadınsı hatları pencereden süzülen ışığın gümüşi parıltısını” yansıtınca George bir kez daha sarsılır ve manzara hafızasına yerleşir. Neye uğradığını anlamayan George akşam yemekte neredeyse konuşmaz, konuştuğunda da nezaketsizlik yapar. Durumu anlamaya çalışan annesi ise sonunda bunu yemeği beğenmediğine yorar!
Merdivenlerin başındaki o karşılaşmadan sonra George, Maggie’yi daha sık görmeye başlar. Bu durum hayallerini biraz daha güçlendirir. Maggie’nin annesi bazen sarhoş olup müthiş kargaşalara yol açtığında gizli gizli sevinir. Kızı korkunç yaşamından kurtaracağı an yaklaşmaktadır! Ancak George kızla daha çok nasıl karşılaşabileceğinin planlarını yaparken bir akşam koridorda genç bir adamla karşılaşır ve adam ona Maggie’nin hangi katta oturduğunu sorar. George üç kelimeyle cevaplar: “İki kat yukarıda.” Sonra öfke ve kin yüklü olarak evine döner. Hayalleri paramparça olmuştur.
George Kelcey sıkıntılı günler yaşarken bir akşam Jones ile karşılaşır. Jones ertesi akşam Bleecker’in vereceği ev partisine davet eder. George ertesi gün Bleecker’in evine gider. Burası arka sokakta, üç katlı bir binadır. Evin ön tarafındaki salonu Musevi bir terzi yaşam ve çalışma alanı olarak kullanmakta, yaşlı Bleecker de arka salonda kalmaktadır. Evin bakımını üstlenmiş olan Alman aile bodrum katına yerleşmiştir. Bir başka Alman eşi ve sekiz çocuğuyla birlikte yemek odasını kiralamıştır. Üstteki iki katı da terziler, bir işportacı ve nadiren görülen gizemli insanlar mesken tutmuştur. Binadan arada bir kavga sesleri duyulmaktadır. Ahşap kaplamaları yıpranmış, bakımsız binasında düzenlediği partiye gelenleri gülümseyerek karşılayan Bleecker onlara bolca içki ikram eder. Enstrümanını getirmiş olan çalar, şiirler okunur. Ancak ilerleyen saatlerde George yürüyemeyecek kadar sarhoş olur ve sızar. Uyandığında hâlâ sarhoştur ve artık ona tahammül edemeyen arkadaşları George’u bir köşeye atar. Adeta partiden sürgün edilir. Bunu kavrayınca gözleri yaşarır, ancak birazdan yeniden sızar. Günün ilk ışıklarına kadar uyuyacaktır.
Uyandıktan sonra evine dönen George evde annesini bulamaz ve yatıp uyur. Uyandığında annesi başucundadır. Ona bütün gece merakla beklediğini söyleyip nerede olduğunu sorar. George bir arabanın kendisine çarptığını ve geceyi hastanede geçirdiğini söyler. Sonra da eve gelmiş ve dinlenmektedir. Kadın uzun uzun bütün sabah onu nasıl aradığını anlatır. İşyerine gitmiş, onu sormuş ve iş arkadaşları da onu saygıyla karşılamıştır. George’un sabrı tükenir ve sonunda, “Haydi… Haydi anne” der. “Sorun yok, tamam mı? Biraz dinlenebilirsem her zamanki gibi iyi olacağım. Fakat başımda dikilip bana sorular sorma. (…) Beni bir süre rahat bırakırsan her zamanki kadar iyi olacağım.”
O tatsız geceden sonra George birkaç gece daha eve kapanır. Tekrardan annesinin beğendiği bir oğul olmuş gibidir. Hatta annesiyle akşam kiliseye bile gider. Ancak bir akşam annesi yine onu kiliseye götürmek istediğinde tartışma başlar. Kadın onu kaba davranmakla, içki içmekle itham eder. George’un cevabı sert olur: “Ne! Sen de artık iyice kaz kafalı oldun!” Ve o akşam yaşlı kadın bir kez daha kiliseye yalnız gider. Oğlu da koltuğa oturarak gazetesini okur.
Bu arada Bleecker’in partisinde bir araya gelen arkadaşları bir kulüp kurmak için harekete geçer. Girişimi öğrenen George kuruluş çalışmalarına katılır. Ama bu işin bir başka sonucu evi ihmal etmesi, akşamları eve geç dönmesi ve bol bol içki içmesi olacaktır. Bu nedenle de annesiyle tartışır. Komşular onun asi bir evlat olduğunu düşünmeye başlar. Her ne kadar annesi durumu gizlemeye çalışsa da George’un itibarı tehlikededir! Oysa genç adam bunları ciddiye almamakta, bambaşka insanlara ilgi duymaktadır. Bir gün, “Bir tuğla duvarla kaldırım arasındaki kuytu köşede ya da işlek bir meyhanenin kapısı önünde dikilen bazı genç” adamlara merakla bakar. Hayata dair diğer insanlardan daha çok şey bilen bu genç adamların bütün gün duvara yaslanıp sigara içerek olaylar ve insanlar hakkında yorumlar yapmaları, mahalleyi avuçlarının içi gibi bilmeleri onu şaşırtır. Arada bir kavga da eden, kendilerine zorla içki ısmarlatan bu adamların çalışmayı sevmediklerini, çalışanları küçümsediklerini fark eder. Onların gürültülü bir ayaklanmadan, şiddetli bir yıkımdan sonra yeni bir geleceğe doğru yola çıkacaklarını düşünür. George bu gençlere saygı duymaya başlar. Hatta bir keresinde bir kavgaya bile karışır. Ve bu hareketiyle gençlerin beğenisini kazanır.
Yaşlı kadın her sabah yaptığı gibi uyanıp kahvaltıyı hazırlamış ve kalkma saatinin geldiğini görünce oğlunu uyandırmak için odasına girmiştir. “George! George!” diye seslenir. Uyanan George her zaman yaptığı gibi biraz dirense de sonunda kalkıp yemek masasına oturur. Bir an annesinin her sabah onu kararlı bir şekilde uyandırıp işe gönderdiğini düşünür. Uykusundan alıkonmaktadır. Bu büyük bir adaletsizliktir ve yaşamını yönlendiren bu bilinmeyen güçten nefret etmektedir. Boşluğa sunturlu küfürler savurmaya başlar. Annesi müdahale eder, ancak devam ettiğini görünce haykırır: “Buna katlanmayacağım! Buna bir dakika bile katlanamayacağım!” Bunun üzerine George aksi bir şekilde, “Demek katlanamayacaksın? Peki, bu konuda ne yapacaksın?” diyerek kalkıp yavaşça annesine doğru ilerler. Annesi acizliğini belli edercesine ellerini sallar. George kesin olarak galibiyeti kazanmıştır. Ardından şapkasını takıp evden çıkar.
O sabahı takip eden üç gün boyunca anne-oğul yaşamını sessiz bir şekilde sürdürür. George Kelcey annesinin üzüntüsünden tuhaf bir keyif almakta, arada bir küçük rezillikler yapmaktadır:
“Annesini küçük düşürmeyi aklına koymuştur. Dizginlerinden kurtulmuş, denetimsiz kalmıştır, imparatorluğunu ilan etmek istemektedir. Annesinin çilesi, kendisinin çektiği korkunç acılar için ödemesi gereken bir bedelden ibarettir.”
Yaşlı kadın solgun, ifadesiz bir yüzle dolaşmaktadır. Bir akşam eve dönen oğlunu eski günlerin aksine, hiç tepki vermeden karşılar. George ona işten kovulduğunu söyler. Kadın şaşkın bir şekilde “ne yapacağını” sorar. Oğlundan “hiçbir şey” cevabını alınca ağlamaya başlar. George kızgın bir halde, “Ah, peki sen ne halt ediyorsun? İşten kovulup geldiğimde bir de bununla mı uğraşmam gerekiyor? Gören de suç bende sanacak…” der ve kapıyı vurup dışarı çıkar.
Ertesi gün George köşede dikilirken annesinin hastalandığı haberini getirirler, korku içinde eve koşar. Komşular ondan önce gelmiş ve doktor çağırmışlardır. Doktor dinlenmesini tavsiye eder. Annesi biraz kendine gelince oğluna iş durumunu sorar. O da daha bulamadığını ama arayacağını söyler. Bu güzel haber kadını mutlu eder ve kalkıp yemek hazırlamaya başlar. İlerleyen günlerde parasız kalan George arkadaşlarından borç ister ama kimse borç vermez. Daha sonra köşebaşındaki delikanlılarla karşılaşır. İçki içerlerken küçük bir çocuk annesinin yeniden hastalandığı haberini getirir. Eve döndüğünde annesini kötü bir halde bulur. Doktor gelip gitmiştir. Bilincini yitirmiş kadın arada bir sayıklamaktadır. Karışık duygular içerisinde bu son anlarında annesinden bir şeyler duymak isteyen George ona kendisini tanıyıp tanımadığını sorar. Annesinin anlamsız sayıklamaları ondan duyacağı son sözler, bu anlar da kadının son anları olacaktır.
•