VILLIIERS de I'SLE ADAM
çev. Halit Bağmancı Fihrist Kitap 2021 335 s.
Fransız yazar Villiers de l’Isle Adam’ın yazdığı Geleceğin Havva’sı, edebiyatta android sözcüğünün ilk kullanıldığı eser olmasıyla bilimkurgunun yapıtaşlarından biri olarak görülüyor. Kitap tepeden bakınca bir androidin yapılış sürecini konu edinse de, satırları kurcaladıkça karşımıza eril tahakküm, kadın, ahlak, akıl, doğal-yapay, gerçek-sahte, insan-makine ilişkisi ve elbette teknolojiyle ilgili meseleler çıkıyor.
Android kelimesini Google’a yazdığınızda karşınıza Vikipedi’de yer alan şu açıklama çıkıyor: “Android; Google ve Open Handset Alliance tarafından, mobil cihazlar için geliştirilmekte olan, Linux tabanlı özgür ve ücretsiz bir işletim sistemidir.” Birkaç başlık aşağı indiğimizde kelimenin kökeniyle, gerçek anlamıyla karşılaşıyoruz: “İngilizce android ‘insana benzer yaratık, insansı’ sözcüğünden alıntıdır. İngilizce sözcük Geç Latince aynı anlama gelen androides sözcüğünden alıntıdır.” İşi bilime vurduğumuzda epey ilerlediğimiz ortada. Android sözcüğünün edebiyata girişi ise Fransız yazar Villiers de l’Isle Adam sayesinde olur. Yazar, 1886 yılında yazdığı Geleceğin Havva’sı kitabında Amerikalı meşhur bilim adamı Thomas Alva Edison’ın insan için kullanışlı bir dişi robotun yaratımı sürecini ele alıyor. Fihrist Kitap tarafından yayınlanan kitap, bilimkurguyu masaya atarak onun etrafında dönen derin felsefi konularla okurun çakra sınırlarını zorluyor!
Dönemin New York’una yirmi beş fersah uzaklıkta laboratuvar evinde, “Nasıl buğday doğal olarak boy veriyorsa, ben de bir şeyler icat ediyorum” diyen, sınırsız şüpheci, keskin zekâ, kendi icatlarını bile hafife alacak kadar yaptığı işi önemseyen, o döneme dek bulunan icatları, “Daha önce doğsaydım da onu ben bulsaydım”a götürecek kadar kafayı bilime adamış, yalnız bir bilim adamıdır Thomas Alva Edison. Gözbebeği fonografıyla yatıp kalkar. Onunla yaptıklarını, yapabileceklerini monoloğa döküp içini rahatlatır. Tek bir dokunuşla bir ton elektronik sistemi harekete geçirir.
Edison yine bir gün fonografıyla ilgili hayallere dalmışken, aniden çalan zil sesiyle kendine gelir. Bir telefona bağlı fonografından çağrıya cevap verir. Karşısında Edison’ın Broadway’deki yazıhanesinden bildiren Martin vardır ve kendisine bir telgraf geldiğini bildirir. Edison laboratuvarındaki sistemle şipşak telgrafın çıktısını alır. Lord Ewald imzalı telgrafta, “Akşam sizi ziyaret edeceğim. Candan selamlarımla” yazmaktadır. Edison gerçekleşecek bu ziyaretten çok memnun olur. Biz de telgrafın göndericisi Lord Ewald sayesinde kitapta Edison’ın geçmişine gideriz ve onun nasıl bu çapta bir mucit olduğunu öğreniriz. Şöyle anar bilim adamı Lord Ewald’ı:
“Ah, hiç unutur muyum yıllar önce imdadıma koşan o yeğin delikanlıyı… Boston’da bir sokak köşesinde açlıktan ölüp gidecektim… Gelip geçenler ‘Zavallı adamcağız!’ diye diye yollarına devam ediyorlardı. Ama sonra yufka yüreğiyle o geldi, merhametlilerin en merhametlisi… Yazık, günah demekle uğraşmadı, hemen eğildi, ayağa kaldırdı beni; bir avuç altın vererek canımı, işimi kurtardı! İsmimi hatırından çıkarmamış demek! Onu can-ı yürekten kucaklayacağım! Bütün şanımı, her şeyimi ona borçlu değil miyim?”
Lord nihayet elektrik üstadının evine gelir. Karşılıklı hal hatır sorma, biraz eskiyi yâd, biraz da “Aman efendim, teveccühünüz”lerden sonra asıl mevzuya gelirler. Lord Ewald’ın büyük bir derdi vardır. Sevdaya düşmüştür gönlü. Hem de ne sevda! Adından da anlayacağımız üzere, Lord Ewald soylu bir adamdır. Ancak gel gör ki, sevdanın konduğu yerler arasındaki zıtlık, onun gönül meselesinde ‘kokulu’ tarafı seçmiştir. Bir süredir İngiltere’de bir şatoda kalan Lord, Alicia Clary adında bir dilbere vurulmuştur. Lord bu dilberi şöyle tasvir eder:
“Alicia Hanım yirmisinde var yok, titrek kavak misali, uzun boylu bir kadıncağız. Latif, aheste bir ahenkle salınır, endamı en usta heykeltıraşların bile gözlerini yuvalarından uğratır. Sümbülteber misali, akça bir kızıllık bürür yüzünü. İhtişamını görünce Venus Victrix’in ete kemiğe bürünmüş hali diyesi gelir insanın. Sık kumral saçları güneydeki memleketlerin geceleri gibi pırıl pırıldır.”
Lord’un garda tesadüfen yanına oturmasıyla gönlünü kaptırdığı bu güzeller güzeli Alicia Clary’nin öyküsü dış görünüşünden tamamen farklıdır. Nişanlısının aklına uyup baba evinden kaçmıştır. Ancak adam zengin bir kız bulunca onu dımdızlak ortada bırakmıştır. Bu arada Lord’a gönlü ısınan Alicia Hanım, kısa yoldan voliyi vurmak için gözünü sahneye dikmiş, bu işten biraz para kazandıktan sonra da sahnelere yekten veda edip Lord’la ‘şereflice’ bir hayatı yaşamayı kafasına koymuştur. Burada bir es verip ‘şereflice’nin kitaptaki yerine bir bakalım: Alicia, evden başka bir adam için kaçtıktan sonra yine zaten ‘fizyolojik’ olarak ‘düşmüştü’. Bir de buna bir kadının ‘sahneye çıkmak’ gibi adını baştan kötüleyecek bir işe gözünü dikmesi olayın tuzu biberi olacaktır. Burada bahsedilen asıl ‘şeref’in Lord’dan Alicia’ya geçecek ‘şeref’ olması kuvvetli muhtemel. ‘Fizyolojik düşkünlüğün’ de ne anlama geldiğini burada detaylandırmaya gerek yok kanımca. Devam edelim.
Lord Ewald nihayet, kendisinin Alicia’yla ilgili asıl canını sıkan konuyu Edison’a anlatır. Alicia, özet geçecek olursak bir görgüsüzdür. Ahlak yoksunudur. Kadınlıktan nasibini almamıştır. ‘Fizyolojik’ olayı bir keyif olarak görür. Cahildir. Moda düşkünüdür. Kendi doğasını dışlar. Yüce ve kutsal olan onun için hiçbir şeydir. Dünyevi ve maddi olansa her şey. Lord artık ondan kurtulmak ister. Ancak bir yandan da ona sırılsıklam âşıktır. Edison pür dikkat Lord’u dinledikten sonra, onu Alicia’dan kurtaracak hatta ve hatta Alicia’nın aynısını ona geri verecek bir öneri sunar. Ona üç hafta içinde gerçek Alicia’nın bütün falsolarından yoksun, yepyeni, ‘ideal’ bir Alicia armağan edecektir. Bu ‘ideal’, Edison’ın kendi icat ettiği, dış görünüşüyle gerçek bir kadından hiçbir farkı olmayan, yapay bir ‘kadın’ olacaktır. Yani dişi bir android! Adı da Hadaly’dir. Edison, Lord’a ağzından saçından sesine, kirpiklerinden boyuna posuna, kokusundan sesine kadar Alicia’yı tarif ettirir. Edison ve Lord’un diyaloglarıyla geçen bu bölümde, bilim adamının neden bir android yaratma işine soyunduğunu da öğreniriz: Edison’ın çok yakın evli bir arkadaşı, güzel bir kadın tarafından baştan çıkarılmıştır. Ve sonunda her şeyini kaybedip intihar etmiştir. Bunun üzerine Edison kadını gözlemleyip fotoğraflamış ve art arda koyarak bir film haline getirmiştir. Edison ‘ideal Alicia’ için Lord’u ikna etmeye çalışırken bu kadının filmini gösterir. Kadın gerçekten çok çekicidir. Sonra ikinci bir rulo film daha izletir. Buradaki kadının ise hayaletten farkı yoktur. Edison’a göre asıl kadın işte bu ‘hayalet’tir. Güzel kadın bir yanılsamadır. Yapaydır. Hatta “Her kadın bir androiddir.” Bu yüzden ‘ideal Alicia’yla android arasında hiçbir fark yoktur. Sonunda Lord ikna olur ve üç hafta sonra Hadaly’yle karşılaşır. Gerisi için okuru kitabı okumaya devam edelim.
Geleceğin Havva’sı’nın en önemli özelliği, kuşkusuz android teriminin ilk kez bir eserde kullanılmış olması. Ancak kitap, daha geniş açıdan baktığımızda çok farklı okuma biçimleri sunuyor bize. Örneğin anroidin bir ‘dişi’ olması ve erkeğe ‘hizmet etmesi’, Edison’ın kadınların ‘yapay’, sadece dış görüntüden ibaret olduğu düşüncesiyle birlikte ele alınınca, eril hâkimiyete yapılan vurgu açıkça ortaya çıkıyor. Eril hâkimiyete karşılık androidin ‘dişi’ olması ise ‘kadınlığı’ otomatik olarak bir ötekilik haline getiriyor. Yine yazar Villiers de l’Isle Adam’ın yozlaşmış Alicia Hanım’ının, bir burjuva anıtı olan Lord Ewald’ı alt üst etmesi de burjuvaziye karşı bir başkaldırı olarak Geleceğin Havva’sı’na bakılırken akılda kalan farklı pencere seçenekleri arasında yer alıyor. Tüm bunları topladığımızda da Geleceğin Havva’sı, bilimkurgunun farklı öncülleri içinde başı çeken örnekler arasında yer alıyor.