SUPHİ NURİ İLERİ
hazırlayan: İbrahim Özen Çolpan Kitap 152 s.
1920’li yılların önde gelen gazetecilerinden Suphi Nuri İleri'nin gazetecilik hatıralarında, dönemi yansıtan pek çok ilginç bölüm var: sansür, kurtuluş savaşı, Suat Derviş, kadınların olmadığı bir matbuat dünyası...
1920’li yılların önde gelen gazetecilerinden Suphi Nuri İleri, 1887 yılında Gelibolu’da doğmuş, ortaöğreniminden sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimini Paris Siyasi Bilimler Akademisi’nde sürdürmüştür. Bu şehirden hukuk doktoru payesiyle döndükten sonra, I. Dünya Savaşı’nda Suriye cephesinde ihtiyat zabiti olarak askerliğini yapan İleri, Mustafa Kemal’in emriyle Cenevre’ye yerleşmiş ve onun adına gayr-ı resmi temaslarda bulunmuştur.
Sakarya Savaşı öncesi Ankara’ya dönen ve buradan Malta’ya sürgüne gönderilen ağabeyi Celal Nuri’nin çıkarttığı İleri gazetesinin başına geçmek için İstanbul’a geri gelen Suphi Nuri, gazete 1924 yılında kapanana kadar gazeteyi yönetir. Bu dönemde, bir de Yarın adlı haftalık dergi çıkartır. Ancak derginin ömrü uzun olmaz, 1921-1922 yılları arasında 45 sayı çıktıktan sonra yayınına son verir.
İleri, kapandıktan sonra bir süre çeşitli girişimlerde bulunduysa da bu girişimler kalıcı olmaz. O da ticarete atılır, ancak bu alanda da başarılı olamayınca işi bırakır çeşitli gazetelerde yazmaya devam eder. Gazetecilik sevdiği bir iştir. Bu arada Şeyh Sait İsyanı’nı dolaylı olarak teşvik ettiği iddiasıyla, dönemin bazı ünlü gazetecileriyle birlikte İstiklal Mahkemesi’nde yargılanır ve beraat eder. İstanbul’a döndükten sonra Hukuk Fakültesi’nde ve Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’nde profesörlük, bazı okullarda da öğretmenlik yapar. Aynı zamanda avukatlık ve gazetecilik de yapmaktadır. 1945 yılında siyasi bir yazısından dolayı Hasan Ali Yücel tarafından görevinden alınır. 1945 yılında yeni bir gazete çıkarmanın hazırlıkları içersindeyken vefat eder.
Dünyada ve Türkiye’de büyük değişikliklerin olduğu bir dönemi, önde gelen bir gazeteci olarak yaşayan İleri, gazetecilik hatıralarını ilk kez Yeni Adam dergisinde 1941 – 1942 yıllarında kırk üç tefrika olarak yayımlamıştır. Hatıralar dönemin basınıyla ilgili olarak ilginç bilgiler içeriyor.
İstisnası var mı bilmem ama, ben bugüne kadar anılarını kaleme alıp dolaylı ve dolaysız sansürden söz etmeyen bir gazeteciye rastlamadım. İleri de anılarında yaşadığı sansür maceralarından söz ediyor. Anlatmaya İşgal Devri’nde başına gelenleri aktarmakla başlamış, okuyalım:
“Başımızda hem işgal ordusunun hem de Babıâli’nin sansürü vardı. Damat Ferid Sadaret geldikçe Babıâli’nin sansürü hemen şiddetlendirdi. (Ayrılınca) sansür daha mülayim oluverirdi. Bazen Babıâli sansürü söz dinletemeyince işgal kuvvetleri sansürü vasıtası ile bizi tehdit ederdi… Babıâli sansürünün en ziyade iki kelimeye dokunduğu görülürdü. Bunlardan biri Mustafa Kemal Paşa’nın ‘paşa’lığı idi. Bu hemen çizilirdi. Diğeri de Ankara Hükümeti’nin ‘hükümet’ kelimesi idi, o da hemen kaldırılırdı… Sansürünün muvakkaten veya daimi olarak tatil ettiği gazete ve mecmua çoktu. Fakat yine matbuat kanunun inceliklerinden istifade edilerek mesela Âti Ani, Tanin Sanin, Yarın Yazın, İkdam İktihâm oluverirdi.”
Kurtuluş Savaşı’nın bitimiyle başlayan yeni dönem de ise basından yeni düzenin kuruluşuna katkı yapması beklenir. İleri, bu durumu şu şekilde anlatıyor:
“Halkı tanımak, hele münevverleri yakından tetkik etmek, gazetecileri mütemadiyen imtihan etmek Atatürk’ün siyasetine dahildi. Hafızası kuvvetliydi, herkes hakkında hemen bir kanaat edinir ve numarasını verirdi. İlk seneler gazetecilere adeta lüzumundan fazla yüz vermişti. Hepimizin iyi ve fena taraflarını bilir ve şahsına göre emir verirdi. Mesela, ‘Siz filan şeyi neden yazdınız?’ diye sorardı… Gazetecilerin Gazi’yi ara sıra ziyaret edip direktiflerini alması lazımdı. Zaten tren pasolarımız vardı…”
Gazetelerin ve gazetecilerin tek sorunu sansür değildir. Aralarındaki, zaman zaman çirkin bir hale gelen rekabet, çalışanlardan kaynaklanan sorunlar, satış, okuyucunun tavrı… doğru izlenmezse gazetenin sonunu getirmektedir. Suphi Nuri İleri, dönemin gazetelerinin satış sorunlarıyla karşılaştıkları zaman başvurdukları çareleri şöyle sıralıyor:
“Müşteri tedarik etmek için akla üç çare gelirdi. Biri hükümete karşı muhalefet etmek, fakat bunun cezası vardı, akıbeti müthişti. Öbürü ortaya ya bir dedikodu çıkarmak, bir matbuat kavgası yapmak ve halkı eğlendirmek, fakat buna da her vakit imkân yoktu. Hükümet müsaade etmez, yazıdan sopaya varılır, mahkemelerde sürünülürdü. Üçüncüsü de Hüseyin Rahmi üstattan bir roman almak. Bu son ilacın iksir gibi tesir ettiğini matbuat erbabı itiraf eder dururdu…”
İlerleyen satırlarda İleri, batma yoluna girmiş gazeteyi üstadın romanlarının bile kurtaramadığını belirttikten sonra, kendisinin de birçok eseri tefrika ettiğini ancak, tefrika takip etmeyi hiç sevmediği için okumadığını ifade ediyor.
20. yüzyıl başlarında basın ve yayın dünyası, istisnalar dışında kadının olmadığı bir dünyadır. Ancak bazı kadınlar bu durumu kabul etmemekte kendilerine basın ve yayın dünyasında da yer açmaya çalışmaktadırlar. Kitapta basın âleminde kadınların yeri konusunda fazla bilgi yer almıyor, ancak İleri, konuyu yok saymış değil. Şu satırları yazıyor:
“Gazetenin satışına zarar veren iki kadın muharrir de vardı. Her ne vakit bunların yazılarını neşretsek muhakkak ertesi gün satış azalırdı. Bu hakikati de Celal Nuri’ye kaç defa göstermiş ve ispat etmiş isek de yine o dayanamaz, ‘Çocuklar, bu hanımlar benim başımın etini yerler sonra. Muhakkak makale ve tefrikalarını neşrediniz’ der, dururdu. Kadın muharrirlerden zannedersem ilk yazılarını İleri gazetesi vasıtası ile neşredenlerden Suat Derviş ve Rezzan Arif hanımların matbuat âleminde muvaffak olduklarını söylemeliyiz.”
İleri, Suat Derviş’le ilgili bir de anısını aktarıyor:
“Bir gün merhum İsmail Müştak matbaaya bir yazısını getirmişti. Ben muharriresini pek genç bulduğum için inanmadım ve ‘Müştak bu yazıları mutlaka sen yazdın veya tashih ettin’ dedim. Müştak beni temin etti, yazılar hakikaten Suat Derviş’in idi. Gazetede neşredildi.”
İleri’nin basın hayatı gazetesi kapandıktan sonra hayli zor geçer. Bir zamanların tanınmış bir gazetenin patronu ve yazarı, yazılarını yayınlayacak gazete bulmakta zorlanır. Arkadaş bildiği kişilerin vefasızlıklarını görür. Kitapta şu satırları okuyoruz:
“Benim yazılarına yer ve para verdiğim arkadaşlar, sonraları gazete ve mecmua sahibi oldukları vakit yüzüme bile bakmadılar, bir yazımı bile neşretmek istemediler, yazıma bir lira vermekten çekindiler… Biri… arkamdan da ‘iyi yazmıyor’ demiş. Fakat ben gazeteci iken, ‘üstat ne kadar iyi yazıyorsun!’ der dururdu…”
Romanını iki yıl çekmecede saklayıp, basmayanlar, makale isteyip kullanmayanlar, karşılaştıklarında yazılarını övdüğü halde “bize de yaz” demeyenler… Yazılarını kullanıp, para vermeyenler ya da eksik verenler… Velhasıl, basın dünyasının pek çok çirkefliği ile karşılaşır.
Yalnızca İsmail Hakkı Baltacıoğlu, kendisini çıkarmakta olduğu Yeni Adam dergisine davet eder ve başka yazılar dışında “Hatıraları”nı da burada yayınlar...
•