Frankenstein üzerine yeniden düşünmek

Frankenstein

Frankenstein

MARY SHELLEY

çev. Serpil Çağlayan İletişim Yayınları 2019 Önsöz: Murat Belge Sonsöz: Walter Scott

Genç bir kızın gündüz yarı uyanıkken gördüğü bir kâbustan çıkan bir kitap, iki yüz yıldır sayısız başka esere ilham oldu. Hakkında çok yazıldı, konuşuldu. Ama doktor Frankenstein’ın yarattığı canavarın kötülük yapmasının en önemli nedeninin yalnızlıktan doğan bedbahtlık olduğu genellikle es geçildi – ki romanın en çarpıcı tarafıdır bu.

FERYAL SAYGILIGİL

Mary Shelley büyük yapıtı Frankenstein’ı yazmaya başladığında on sekiz, kitap yayımlandığında ise yirmi yaşındadır. Kitabı yazdığı yıl, 1815’de, Endonezya’daki Java Adaları’ndan birinde yer alan Tambora yanardağı patlar. En az 1600 yıldır uykuda olan yanardağ, inanılmaz bir şiddetle aniden uyanır ve binlerce insanın ölümüne neden olur. Bu olay iklimin de değişmesine neden olur ve o dönem dünya yüzünde büyük açlıklar yaşanır. Mary Shelly bu açlıktan –sınıfsal olarak– birebir etkilenenlerden değildir. Ancak günlüklerinden öğrendiğimize göre olan bitenden haberdardır. Frankenstein’ı yazarken de aklının ucunda şüphesiz bu olay bulunmaktadır.

Nemli ve bunaltıcı bir yazdı, durmak bilmeyen yağmur bizi sık sık günler boyu eve hapsediyordu. Almancadan Fransızcaya çevrilmiş hayalet hikâyeleri geçti elimize. Bir daha hiç görmedim bu hikâyeleri, ama anlatılanlar daha dün okumuşum gibi hâlâ tazedir kafamda. ‘Hadi hepimiz bir hayalet hikâyesi yazalım’ dedi Lord Byron ve önerisi kabul edildi. Dört kişiydik. Diğer üç kişiden biri şair Byron’du, hikâye yazmadı ama kâbus gibi bir şiir kaleme aldı; onun arkadaşı Dr. Polidori’nin The Vampyre başlıklı gotik masal taslağı, ölümsüz vampir hikayeleri türünün babası olacaktı; ve bir de projeye katkıda bulunmamış olan şair Percy Bysshe Shelley vardı”
(Rebecca Solnit,
Yakındaki Uzak, çev.. Müge Karahan, Mehmet Öznur, Encore, 2015, s. 54).

Bunları yazdığında Mary, Percy Shelley ile birliktedir; o sırada evli olan Shelley karısından boşanır ve Mary’nin Frankenstein’ı yazdığı sırada evlenirler.

Romanda doktor Frankenstein’ın hikâyesini romanın kahramanlarından Walton’un ağzından öğreniriz: Gemiyle kuzey kutbuna doğru keşif arayışında olan Walton’un denizde ölmek üzere olan Frankenstein’la yolları kesişir ve onun hayatını kurtarır. Frankenstein’in anlattıklarından etkilenen Walton, keşif yolculuğundan vazgeçerek sıradan yaşamına, arkadaşlarına geri döner. Bu eser bir açıdan modern bilimin ve doğaya hükmetmenin eleştirisidir. İlk feminist metinlerin en önemlilerinden birinin yazarı Mary Wollstonecraft’ın (Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi, 1791) kızı olan Mary Shelley’in eseri Frankenstein sadece gotik edebiyatın, romantizmin en önemli eserlerinden biri değildir. Bu şaheser aynı zamanda kendi canavarını, kötülüğü yaratma meselesi konusunda da pek çok hikâyenin, romanın, filmin temasını oluşturur.

Doktor Frankenstein’ın yarattığı canavarın kötülük yapmasının nedenlerinden birinin belki de en önemlisinin yalnızlıktan doğan bedbahtlıkla ilişkisi olması romanın en çarpıcı tarafıdır kanımca. Şu satırlar bunu etraflıca anlatmakta:

“… Evet kötüyüm, çünkü bedbahtım. Tüm insanlık beni dışlayıp, benden nefret etmedi mi? Yaratıcım olduğun halde sen bile, beni paramparça etmekle övünürdün. Bunu unutma ve şu soruma cevap ver, bana acımayan insana, ben neden merhamet edeyim? Beni kendi ellerinle o buz gediklerinden birine atıp yok edebilsen, bunu cinayetten saymayacaktın. İnsan beni hiçe sayarken, ben ona saygı mı göstereyim? Benimle sevgi ve hoşgörü içinde yaşasa, o zaman onu incitmek şöyle dursun, minnet gözyaşlarıyla ona her türlü iyiliği yapardım. Ama bu imkânsız. İnsan muhakemesi, bir araya gelmemizin önünde aşılmaz engeller oluşturuyor. Gelgelelim ben de gurursuz bir köle gibi bunu sineye çekecek değilim. Yaralarımın intikamını alırım. Sevgi uyandırmazsam, korku salarım ve en başta da yaratıcım, dolayısıyla baş düşmanım olan sana karşı kinim sönmez. Ayağını denk al. Seni mahvetmek için elimden geleni yaparım ve sen doğduğun güne lanet edecek kadar yapayalnız kalana dek de yılmam.”  (s. 186)

Burada, Freud’dan beri tartışıp durduğumuz yaratıcısı olana, “babaya” başkaldırı, itaatsizlik söz konusudur. Dikkat edilirse, sevgi, korku, intikam, hoşgörü, merhamet, nefret, minnet, kin gibi duygu sözcükleri olabildiğince geçmektedir paragrafta. Dönem romantizmdir ve ne kadar akılcı bir insan tarafından yaratılmış olsa da canavarın duyguları, coşkuları ön plandadır. Derdi birileri tarafından sevilmektir. Başka türlü baş edemez kendisiyle ve yaşamla. Çaresizdir. Dünya yüzünde yalnız yaşamanın imkânsızlığını dile getirir, bununla da kalmaz, yaratanını tehdit eder. Yaratıcısının sevdiklerini öldürerek intikamını alacağını söyler. Ondan kendisine bir eş yaratmasını ister. Doktor Frankenstein yapmak istemez, bir canavar daha yaratmak çılgınlıktır, hele bu canavarların çoğalabileceği ihtimali... Bu çılgınlığı göze alamaz. Birden fazla kendinin ötekisini yaratmaya tahammül edemez. Bunun bedeli ağır olur. Sevdikleri yarattığı canavar tarafından birer birer öldürülür.

Eserde doğaya meydan okumanın getirdiği felaket tasavvur edilir. Bir yandan da eser kendi yarattığımızın hem kurbanı hem tanrısı olmak üzerine düşündürür bizi. Yarattığımızdan hem kaçar hem de onu kovalarız.

İçinden geçmekte olduğumuz zamanlar insanın kendi eliyle yarattığı canavarlarıyla yüzleştiği, hesaplaştığı bir dönem. Kapitalizm de bu baş canavarlardan biri. İnsanlığın bu canavardan nasıl kurtulacağı en önemli sorulardan biri olarak önümüzde duruyor.

Frankenstein yüzyıllardır canavarıyla uğraşan insana dair pek çok şey anlatıyor. Şimdi tam okuma zamanı.