HALİT KESKİNER
hazırlayan ve notlandıran: Ramazan Erhan Güllü Ötüken Neşriyat 2021 140 s.
“68 kadını evlilik vaadiyle dolandıran bir kadın avcısı, cezaevinde yatarken İtalyan lider Mussolini’yi dahi dolandırmış azılı bir hırsız, Sülün Osman’ın bile adını geride bırakan menfi bir şöhretin sahibi” Eyüplü Halid…
Filmlerde, edebiyatta, haberlerde dolandırıcıları görmüşsünüzdür. Televizyondaki ‘tatlı sert’ programlarda, roman diye yazılsa bu kadar da olmaz dedirtecek, Oscar Wilde’ın “yaşam, sanatı taklit eder” sözünü yerle bir edecek memleketimden ‘dolapçı’ manzaralarını yedisinden yetmişine duymayan kalmadı. Peki, siz hiç dolandırıldınız ya da bir dolandırıcıyla tanıştınız mı?
Ben tanıştım. Hayır, dolandırılmadım. Foyası ortaya çıkana kadar dolandırıcı olduğunu da bilmiyordum zaten. Bizim onunla sohbetlerimiz havadan sudan konular üzerineydi. Her hafta gittiğim kitap müzayedesine gelir, yüklüce kitaplar alırdı. Allahtan ilgi alanlarımız çakışmıyordu da sen-ben kavgası yaşamadan uyuşuyorduk. Ben edebiyat kitapları alıyordum, o felsefe ve ilahiyat kitaplarını yükleniyordu. Sonrasında da çay kahve faslı başlıyordu. Bir keresinde rakı-balık muhabbeti de ettik. Gel zaman git zaman birdenbire ayağını kesti, müzayede yerine uğramaz oldu. Yahu ne oldu bu adama da sırra kadem bastı derken, aradan bir iki ay geçti geçmedi, kadınları Freud okuyarak kandıran ve bilmem kaç suçtan aranan sabıkalı bir dolandırıcı haberi gazetelere düştü. Adı başkaydı ama yüzü aynıydı. Meğer bana, daha doğrusu onu tanıyanlara uydurma bir ad söylemiş. Ortalarda görünmemesinin nedeni de ‘evlenmek vaadiyle’ kandırmaya çalıştığı yeni bir ‘av’ bulmasıymış. Artık nasıl olduysa, kadın bundan kuşkulanıp ipliğini pazara çıkarmış.
Tanıdığım bu ilk dolandırıcı, bana (bize) pek sevimli yüzünü göstermişti doğrusu. Yanlış anlaşılmasın, rol yapıyordu demek istemiyorum. Dolandırıcının da insani ilişki ihtiyacı, özlemi yok mu? Bizler onun arkadaşı olabilirdik onun gözünde bence, avı değil. (Av olmaya ne ‘cinsiyetimiz’ ne de banka hesabımız el veriyordu!)
Edebiyatta, sinemada pek çok dolandırıcı ‘tanıdım’; basına yansıdığı kadarıyla, gerçek dolandırıcıları da gördüm; ama ilk kez bir dolandırıcıyı kendi ağzından ‘dinledim’: Eyüplü Halid’i!
Ötüken Neşriyat, Göktürk Ömer Çakır editörlüğünde “Hayatıhakikiye Tefrikaları” dizisine başladı. İlk üç kitap: Eyüplü Halid’in Maceraları (hazırlayan ve notlandıran: Ramazan Erhan Güllü), Kara Kemal’in Son Günleri (Arif Oruç. Hazırlayan ve notlandıran: Tahsin Yıldırım), Şeytan Adası’nda Bir Türk/Polis Cemil Efendi’nin Hatıratı (Cemil Eryürek. Hazırlayan ve notlandıran: Volkan Soran). Bu yazımda, “68 kadını evlilik vaadiyle dolandıran bir kadın avcısı, cezaevinde yatarken İtalyan lider Mussolini’yi dahi dolandırmış azılı bir hırsız, Sülün Osman’ın bile adını geride bırakan menfi bir şöhretin sahibi” Eyüplü Halid’i –şerrinden birazcık tırsarak– ağırlayacağım.
***
Eyüplü Halid’in dili beni çok etkiledi. Anıları yazıya aktaran Mim Sıfır’ın (Mustafa Razi Yalkın), Eyüplü Halid’in ağzından çıkanlara dokunup dokunmadığını, kendi kalemini işin içine katıp katmadığını bilmesem de sanmıyorum. Ne genç, ne güzel, ne de yakışıklı olan Eyüplü Halid’in dilinden başka neyi olabilir ki? Kendi de “bakılacak yüzüm bile yok” demiyor mu? O da “avcılığının” gücünü dilinde görüyor: “Amma dilim tatlı olacak.” (s. 16)
31 Temmuz 1941 tarihli Vatan gazetesinde “Kör Kadı” takma adıyla yazan biri, Eyüplü Halid’in etkisini şöyle yorumluyor:
Halid’i tanımayanlar, belki de kendisini genç, güzel, yakışıklı zannederler. Hâlbuki o ne genç, ne güzel, ne de yakışıklıdır. O hâlde, Halid kadınlara karşı nasıl muvaffak olmaktadır? Bence Halid’in bu muvaffakiyet sırrı, şeytanî ruhundaki kuvvette ve bu kuvvetin icabında diline verdiği tatlılıkta ve ikna kabiliyetindedir. (s. 26)
Eyüplü Halid’de dilden fazlası da var oysa: psikolojik gözlem gücü! “Şunu biliniz ki bir Eyüplü Halid yok, aynı kalıp içinde toplanmış iki Eyüplü Halid var” diye anılarına başlayan Halid, yalnız kendini mi tanıtıyor bu “ikilik”te, bir tek kendinden mi yola çıkıyor? Ahmet Oktay’ın sorusu tam yerinde geldi: Kaç kişiyiz kendimizde? Halid sözünü sürdürüyor: “Bunlar otuz senedir boğuşup dururlar. (...) Benim her hareketimde yarı iyi, yarı fena taraflar vardır.” (s. 31) Halid, Ahmet Oktay’ı doğrularcasına konuşuyor, Oktay da Eyüplü Halid’i düşünerek yazıyor sanki: Pavese, Malcolm Lowry, ikizlerim./Gece de sonsuz değil/kötülük de. Ben de denedim.
Halit Keskiner, nam-ı diğer Eyüplü Halid
Elbette ne Eyüplü Halid, Ahmet Oktay’ı doğruluyor ne de Ahmet Oktay, Eyüplü Halid’i düşünüyor; Halid de, Oktay da kendilerini, insanları anlatıyor. Eyüplü Halid’i ya da benzerlerini temize çıkarmaya çalışmıyorum; ben de bu “ikilik”i kendimde gördüğüm için, Halid’in bunu açıkça dile getirmesiyle, bakışımı içime çevirmeye çalışıyorum (bu yazıya yansıtmasam da). Halid’in dediklerine salt kendime bakışım değil, başkalarının dedikleri de karışıyor. O psikolojik gözlem gücüyle “Bendeki fena huy, bir hastalık halindedir. (...) Birçok aksi tesadüfler hastalık istidâdına kuvvet verdi. ‘Kabahatsizim’ diyemem, fakat yaratılışımın da, tesadüflerin de kabahati vardır. Sonra beni anlamaya çalışan, bana el uzatan, tedaviye çalışan da olmadı. (...) İlk defa olarak bana bir el uzatılıyor” diyor. (s. 32-33)
Eyüplü Halid’in bu sözleri Joseph Fouché’yi anımsatıyor bana. Napoléon döneminin her şeyiyle ilginç, ürpertici adamını Stefan Zweig’ın etkileyici kaleminden (Joseph Fouché/Bir Politikacının Portresi) okurken, şeytanın yaşamöyküsünü okuyormuş gibi olsam da biliyorum: İnsanı okuyorum! (Geniş zaman kullanma nedenim, birkaç kitap gibi bu yapıtı da sürekli okuduğumdan, düşündüğümden ötürü.) Eyüplü Halid’in sözleri, Zweig’ın Fouché için dediklerine karışıyor:
“Kötü yönetilen rüşvetçi krallıkta toplumun alt tabakasına yer yoktur şimdilik; dolayısıyla çeyrek yüzyıl sonra, onca zamandır ondan esirgenen, ellerini açıp yalvardığı her şeyi yumruğunun gücüyle talep etmesinde şaşılacak bir şey yoktu.” (s. 17. Zehra Kurttekin çevirisi.)
“Onca zamandır ondan esirgenen...”le “ilk defa olarak bana bir el uzanıyor” cümleleri beni yaralıyor.
Yine de kuşkuluyum. Eyüplü Halid’in ‘pişmanlığından’ emin olamıyorum. Anlatırken de dolandırıyor gibi. Kendisinin sıkça vurguladığı –bu sık vurgunun da ayrıca kuşkulandırdığı– şeytani yönü, anılarını gazeteye anlatırken de baskın sanki – ya da ben fazla paranoyağım.
Anılar, okuyanlar kendisinin halis tövbekâr olduğuna, bu adamın “tövbe yâ rabbi hatâ râhına gittiklerime/bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime” dediğine inansınlar diye kurgulanmış sanki. (Kurgu sözcüğüyle katakulli sözcüğü eş gibi geliyor bu durumda.)
Anlatım biçimi de tuhaf. Hayır, dilini kastetmiyorum. Dil yönünden çokça zengin, çokça akıcı. Bilip bilmediğim birçok deyimi tam yerinde kullanması edebi hesaptan değil, o dille yoğrulmasından elbette. Bir de neredeyse “seci” (düzyazıdaki uyak) diyeceğim, “el işçiliğinin her çeşidi almış yürümüş, işçilerin gözlerini bayağı hırs bürümüştü” (s. 75) gibi uyaklı cümlelere düşkünlüğü var ki, o özelliği nereden geliyor, bilmiyorum. Anlatımı tuhaf derken, “pişman” olan bir adama göre demek istiyorum: Günah çıkartır ya da ele anlatır gibi değil de, kendine söyler, ‘nefis muhasebesi’ eder gibi konuşuyor Eyüplü Halid. Öyle ki, kimi sayfalarını okurken anı değil de, bilinç akışıyla yazılmış kurgu okuduğumu sandım.
•