STUART TURTON
çev. Özge Onan İthaki Yayınları 2020 456 s.
Bilmediğiniz bir yerde uyandınız ve geçmişinizi hatırlamıyorsunuz. Tekrarlanan güne hapsoldunuz. Tek çarenizse Evelyn Hardcastle’ın ölümünün arkasındaki gizemi çözmek. Bu hiç kolay olmayacak.
“Eve dönüş yolunu şeytana sorman için ne kadar kaybolmuş olman gerekir?”
Söz konusu polisiye edebiyatı olunca yeni dokunuşlar ilgimi çekiyor. Okuduğum eserden farklı denemeler bekliyorum. Edebi gücü pek etkileyici olmasa da, geçen yıl Çınar Yayınları aracılığıyla çıkan Mur Lafferty’nin yazdığı Altı Diriliş buna örnek gösterilebilir. Sık sık karşılaştığımız kapalı oda polisiyesini bilimkurgu unsurlarıyla birleştirmiş ve bizi uzay mekiğine davet etmişti. Türü ölümsüzlük, uzun yaşamın insanın kişiliği üzerine etkileri gibi düşündüren konularla buluşturmuştu.
Yakınlarda kapalı oda polisiyesine ayrıksı bir dokunuş da İngiltere doğumlu, çiçeği burnunda yazar Stuart Turton’dan, 2018 tarihli ilk romanı Evelyn Hardcastle’ın Yedi Ölümü’yle (The Seven Deaths of Evelyn Hardcastle) geldi. Roman, Özge Onan’ın çevirisiyle, İthaki Yayınları aracılığıyla dilimize kazandırıldı.
Çıktığı zaman listelerin üst sıralarında yer alan kitap sadece İngiltere’de iki yüz binden fazla sattı, The Saturday Times çok satanlar listesinde en üste adını yazdırmayı başardı ve 2018 Costa En İyi İlk Kitap ödülünü kucakladı. 28 farklı dile çevrildi. Kısacası yazar edebiyat dünyasına şaşaalı bir girişle merhaba dedi. Çok satan eserler her zaman niteliğiyle öne çıkmazlar. Peki, Evelyn Hardcastle’ın Yedi Ölümü nasıl olmuş?
Yazara Bakış
Turton’ın yazın dünyasındaki başarılı adımından önce farklı iş deneyimleriyle dolu bir hayatı var. Öyle ki ses getirecek romanını yazmadan önce bir yıl Şangay’da öğretmenlik, ardından Londra’da teknoloji gazeteciliği ve Dubai’de 3 yıl boyunca gezi gazeteciliği yaptı. Hâsılı, farklı iş deneyimleri ve kültürleri deneyimledi. Hayatında böyle çeşitli tecrübeler olan insanların edebiyattaki izleri dikkat çekici olabiliyor. Örneğin Siloüçlemesiyle bilimkurgu edebiyatının bilinen isimlerinden Hugh Howey’yi de benzer kümeye dahil edebiliriz. Yazarlığından önce birçok farklı işte çalışmıştı ve bu deneyimlerinin yansıması yazdıklarında rahatça görülebiliyordu.
Turton için de işler pek farklı değil. Zira birçok farklı karakterin gözünden işlediği hikâyesinde, karakterlere kimlik kazandırma hususunda gözlem becerisiyle birlikte bunu gösteriyor. Kelimeler hayata gözünü yuman birisinden değil, bilakis içinden birinden geliyor. Bu da beklendiği gibi karakterlere gerçekçilik, samimiyet kazandırıyor.
Karanlık Gece
“Blackheath Malikânesi’ndeki Maskeli Balo’ya davetlisiniz.”
Evelyn Hardcastle’ın Yedi Ölümü çok fazla karakterin olduğu, kompleks hikâyeye sahip bir roman. Özellikle başlarda okurken kafanız karışacak, malikânedeki konukları tanımaya ve ne olduğunu anlamaya çalışacaksınız. Fakat bu zor başlangıcın ardından, kitaba ısındıkça karmaşıklığın ve karakter fazlalığının problem olmaktan çıktığını söyleyebilirim. Yazar karakterlerini ve karışık hikâyesini okura sunmakta başarılı. Külfetli okuma deneyimi de olmuyor, tersine, gayet rahat anlaşılabilir şekilde ilerliyor.
Romanda varlıklı Hardcastle ailesinin düzenlediği partiye konuk oluyoruz. Sosyeteden birçok önemli ismin, bankacının, doktorun vs. katıldığı kutlama hiç de beklendiği gibi gitmiyor. Partinin tarihi bile bu karanlık günün keyifli geçmeyeceğinin işareti. Çünkü toplanma için seçilen zaman, oğulları Thomas Hardcastle’ın yıllar önce malikânenin yakınlarındaki gölde öldürüldüğü günle aynı. Yıllar boyunca özellikle annesi tarafından dışlanan, kardeşinin ölümü için suçlu bulunan Evelyn Hardcastle’ı eğlencenin akşamında hazin bir son bekliyor. Peki, suçlu kim? Neden ailesi yıllar sonra parti için oğullarının ölümüyle aynı günü seçti?
Bizse karanlık günün sabahında bomboş hafızayla ve her gün malikânede farklı bir insanın bedeninde uyanan birinin gözünden cinayeti çözmeye çalışıyoruz. Kullandığı maskeden ve giyiminden dolayı “salgın doktoru” adını verdiğimiz garip “varlık” bizi yönlendiriyor ve gizemi iyice derinleştiriyor. Yani Evelyn Hardcastle’ın ölümü bulmacanın aslında ufacık bir parçası. O kadar çok bilinmeyen var ki… İlk uyandığımızda niye “Anna” diye bağırdık, bizi takip eden Ayakçı kim? Her şeyin ötesinde neredeyiz ve n’apıyoruz? Bir de kendimizle hesaplaşıyoruz. Yıllar sonra geçmişi hatırlamayan bedene uyanmak kolay mı? Karakterimiz içsel sorgulamaları esnasında şu cümleyi sarf ediyor:
“‘Ben korkak biriyim Bayan Hardcastle’ deyip iç çektim. ‘Kırk yıllık anılarım silindiğinde, hepsinin altında bunu buldum.’”
Her bedende kendini keşfediyor.
Her Şey Aynı… mı?
Yazar tekrarlanan gün konseptini örümcek ağı gibi ördüğü kurgusuyla polisiye kitabında buluşturuyor. Her günü tekrar tekrar okura sıkmadan yaşatmak hiç kolay değil. Hep aynı olayları, karakterleri, aynı davranışları bize okutabilmeli. Bunun arkasında ayakları yere basan bir yapı inşa edebilmeli. Turton bunu beceriyor, farklı karakterlerin gözünden olayları deneyimlememiz de buna önayak oluyor. Aynı günün aslında başkalarının gözünden ne kadar farklı olduğunu ve bir güne neler sığabileceğini görüyoruz.
Yazarın türe farklı dokunuşuysa farklı bedenlerde aynı güne doğan birinin cinayet çözme uğraşında ortaya çıkıyor. Aynı günün tekrar tekrar yaşanması denince akla gelen ünlü film Groundhog Day’den de bu yönden oldukça farklılaşıyor. Turton, başka birisinin hayatını yaşasa ne olurdu sorusunun da peşine düşmüş. Ne kadar zihnini bir yere kadar koruyabilse de, yaşamını “devraldığı” kişinin zekâsı, cesareti, korkaklığı, hatta becerileri eylemlerini etkiliyor. Örneğin utangaç biriyle konuşurken zorlanıyor, yahut gözlem gücü iyi polisken etraftaki detaylara daha çok dikkat ediyor. “Bir kez daha kendimi Ravencourt’un zihninin hızına sahip olmayı dilerken buldum. Jonathan Derby’nin zekâ kapasitesiyle çalışmak, yoğun bir çorbanın içindeki kızarmış ekmekleri karıştırmak gibiydi.”
Şahsen kitapta eksikliğini hissettiğim en önemli problemi de buradan hareketle söyleyebilirim. Tek kişi tarafından kontrol edilen farklı karakterlerin özelliklerini cinayeti çözmede kullanma fikri cazip. Fakat özellikle ikisi dışında çoğunun cinayeti çözmedeki yeri sözde kalıyor, yazar soruşturma esnasındaki işlevselliklerini göstermekte biraz zayıf kalıyor. Bu görece etkisiz kalan karakterler gizeme dair ipuçlarını sık sık rastlantı üzerinden buluyorlar. Bunun kurgusu ince örülmüş bir esere yakışmadığını düşünüyorum. Sonlara doğru birden cinayetin çözülmesi adına bütün yük birkaç karaktere kalıyor. Ne kadar son karakterlerin aslında ipuçlarını toparladıkları söylense de, genel itibarıyla bakınca bu ne yazık ki o kadar da doğru olmuyor.
Her şeye rağmen yazarın aynı günü bambaşka açılardan gördüğümüz zorlu ve kompleks kurguya sahip eserin altındaki çelişki tehlikesinden başarılı kalktığını düşünüyorum. Belki hikâyesinde, özellikle karakterlerin işlevselliği bağlamında eksikleri olsa da, kurgusunun örümcek ağı gibi detaylı örüldüğü ve ilgi çektiği bir gerçek. Türün sevenlerine öneririm.