Buket Arbatlı'nın kadınları

Buket-Arbatlı

Erkeklere Her Şey Anlatılmaz

BUKET ARBATLI

Sel Yayıncılık 2020 141 s.

Arbatlı, dünyada erkek ya da kadın, herkesin yaşayabileceklerini kadınların dilinden anlatmayı tercih eder. Çünkü kadınlar erkeklere göre iç dünyalarını açmaya daha yatkın oldukları gibi konuşmaya da daha istekliler. Kadınlar kendilerini çabuk ifşa eder. Erkeklerse sessiz kalarak kendilerini korurlar...

ÖZGE OVALI KARAKAYA

Erkeklere Her Şey Anlatılmaz, Buket Arbatlı’nın Sel Yayıncılık’tan çıkan ilk öykü kitabı. Kitabın içinde yer alan “Aile Sofrası” ve “Beautiful Tango” öyküleri daha önce Notos dergisinde yayımlanmış. Kitaba seçilen öykünün başlığı hikâyelere hâkim olan karakterler hakkında bize ipucu verir. Sadece “Remzi Bey’i Evlendirmek”te anlatıcının cinsiyeti değişir, yine de öteki öykülerde olduğu gibi başrolde kadın vardır:

“Kız dediği Leyla. Kimse ona adıyla seslenmiyor. Ben hariç.”(s. 61)

Toplumumuzda kadınların cinsel hayatı kanayan yaramız. Evlilik öncesini bırakın evlilik sonrasında bile cinsel yaşamdaki problemlerini çözemeyen ne çok insan var. Buket Arbatlı’nın öykülerinde bu sıkıntılar ince ince işlenir. Bazı evliliklerde kadın âşık olmaktan ziyade erkekten tiksinir:  “Yataktan kalktı, kocasının koltuğun üstüne atılmış pijamalarına içi sıkılarak baktı.” (s. 33) Erkek de karısına karşı boş değildir: “Sabahın köründe kendini evden atan, gecenin geç saatlerinde dönen biri.” (s. 34 )

Başka bir hikâyede, “Yalnızlık Öldürür”de, Nihan’ın hastalanması üzerine kocası başka kadınlarla birlikte olur. Bütün geçerli sebeplere rağmen evliliği sonlandırmaya dair bir düşünce karakterlerin aklının ucundan bile geçmez:

“Belgin için, ayrıl bu adamdan, demek kolay... Sonra çiftlerin arasından atılmayı göze alacak… Yok, bunlarla uğraşamayacaktı Nihan.” (s. 16)

Üstelik buna dini bir kılıf da uydurulur:

“Serpil’e göre yuvayı bozmak büyük günah…” (s. 35)

Evli çiftler her şeyi toplumun kurallarına göre yaparlar çünkü toplumun onlardan uzaklaşmasından, onları hor görmesinden çekinirler. Ama gözden ırakta, evin içinde yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Hatta çok ürpertici şeyler:

“Cama doğru uçtu Kral. Serpil fısıldadı, ’Aferin aşkım, kralım benim. ‘Kuş kadına döndü, meme başlarını gagaladı. Serpil’in göz kapaklarının yanından ince yaşlar sızdı. Kuşu tuttu, gagasını dudaklarına dokundurdu. Bir elini külotunun içine soktu.” (s. 37)

Serpil, geceden geceye eve gelen, arzularını doyurmayan kocasından umudunu kesmiş, onun yerine muhabbet kuşunu koymuştur. Diğer kadınlar da öyledir. Hayatlarında eksikliğini duydukları kişilerin yerine insan olan veya olmayan şeyleri koyarak parçalanmışlıklarını tamamlama uğraşısındalar. Kadın karakterler genel itibariyle mutsuz. Bağlandıkları kişilerin rolleri farklı olsa da onlardan gelen sevgi, ilgi görmemek bu kadınları yaralar. Bu yüzden yeni tanıdığı bir komşuya, kuşa, balkondan gördüğü ama tanımadığı birine, eskorta vs. bağlanırlar. “Yalnızlık Öldürür”de Nihan eskortun gitmesini içten içe istememektedir:

“Cesar yıkanırken şarkıya eşlik ediyordu. Neşesi Nihan’ın canını acıttı. Kendisini yatakta bırakıp gideceği için üzülsün istedi. Ya da bırakıp gidemesin.” (s. 20)

Bir ilişki içerisinde –evlilik olsun veya olmasın– daha az sevilen konumda olan kadınlar da mevcut. Az sevilerek ilişkiyi sürdürmeyi kabullenirler. Platonik aşkı yaşayan kişi, sağlıklı karar alamaz. Zayıf bir anında duygularına yenik düşüp abi dediği kişiyle birlikte olur:

“‘Mansur Abi yanına gelebilir miyim,’ diyorum karanlığın içine… Yanına uzanıp başını ellerimin arasına alıyorum. Nefesi sıcak, ağzında nane tadı var.” (s. 43)

Sevgilisinin kendisine olan umursamaz ve önemsemez davranışlarını “Mansur Abi”ye yansıtır. Ona da öyle muamele eder. Daha da ileri gider:

“Sabaha karşı Tunç’un elinden tutuyorum, arkaya bakmaya cesaretim yok, odama gidiyoruz. Kalktığımızda Mansur gitmiş, bir not bırakmış. Kâğıtta benim için yazdığı şiiri kitaplardan birinin içine koyduğunu söylüyor. Kitaplığa bakıyorum. Hangi kitaba koyduğunu tahmin etmeye çalışıyor ama aramıyorum.” (s. 45)

Kadınlar sosyal yaşam açısından belki çok aciz değiller fakat ruhları çok güçsüz. Süreyya’nın “içe bükülmüş sol ayağı” var ve bu engelin ağırlığını yaşlandıkça daha çok hisseder:

“Tepsiyi sağlam eliyle sıkıca tuttu, sol ön koluyla destek oldu. Yavaş ve dikkatli adımlarla salona getirdi. Çayların sağ salim masaya ulaşmasıyla rahatlayan misafirler konuşmalarına geri döndüler.”

Erkek kardeşleri ve gelin Süreyya’nın yaşlandıkça güçten düştüğünün farkındadırlar. Ama önemsememektedirler. Çünkü ortada Süreyya’nın durumundan daha ciddi bir durum vardır:

“Derdimiz büyük. Bebek üst üste havale geçirdi. Epilepsi diyor doktorlar.”

Aile üyeleri gözlerini Süreyya’dan kaçırırlar. Süreyya kendini daha da kötü hisseder. Çünkü durum genetiktir. Çocuk “hala”ya çekmiştir. Erkek kardeşi Mesut bunda Süreyya’nın bir suçu olmadığını bilir. Ama duygularına yenik düşer. Suçlayacak bir neden bulsa rahatlayacak. Süreyya bu huzursuzluğu hisseder. Yalnızlık duygusu katlanarak artar.

Öykülere bir gizem havası hâkim. Bazı öykülerde bu gizem kendini korur ama nasıl? “Samuray Atına Binip Gittiğinde” isimli öyküde samurayın ne olduğu anlatılır: 

“Canan’ın sevgili kardeşi, fakülteden beri âşık olduğum adam. Beraberdik o zamanlar. Canan’ın alacağı ilacın adı Altuzan’dı. Mehmet bunun bir samuray ismi olduğundan emindi.”

Fakat samurayın atına binip gitmesiyle ilgili en ufak bir detay, bağ kuramadım. Eğer kanser hastası Canan ölseydi, bu başlık bir anlam kazanırdı. Mehmet’le Canan’ın yakın arkadaşı olan anlatıcının arasında kötü bir şeyler olmuş ama ne olduğu hakkında bir şey anlatılmasa bile sezdirilebilirdi.

Gizemin kilit bir kelime veya cümleyle çözüldüğü hikâyelerse çok daha başarılıdır: “Balayı için en çok tercih edilen otellerden biriymiş ayrıca.” (s. 79) Bu cümlelerle yeni evlenmiş bir çifti hayal ederiz. ”Konuştuğu karısı olmalı. Onunla konuştuğu ses tonunu biliyorum.” (s. 80) Anlatıcı karısı değil, öteki kadındır. Hatta kendini de eleştirir:

“Son zamanlarda o telefonla kaçamak mesajlar yazılıyor. Hiçbirini okuma şansım olmadı ama biliyorum. Durumum trajikomik çünkü öteki kadın bensem bu kim?” (s. 80-81)

Kadın karakterler genellikle çekingendirler. Sanki öğrenilmiş çaresizlik içindeler. Kocaman filin incecik bir ipi koparamayacağına inanması gibi terk edilmişlik halinin pasifliğini üstlerinden atıp normal hayatlarına devam edemezler. Zaman o anda durur. Hayatlarını kendilerine daha iyi gelecek bir şekilde değiştirmeyi tercih etmek yerine birinin ardından geride kalan olarak yaşamlarını sürdürürler. İsyan etmezler:

“Yavaş yavaş iş arasam iyi olacak. Tabii bir de bakıcı. Korhan’ la sevişmeyeli nerdeyse bir yıl oldu. Vücudum sanki bana ait değil, böyle şeyleri unuttu.” (s.14)

Arbatlı’nın akan, yormayan bir dili var. Az da olsa aşina olmadığımız kelimelere rastlarız: Aftos, sadekar, müdana… Fakat bir yerde karakter konuşurken kendi kendisiyle çelişir. “Lakırdı” kelimesini bilmeyen hatta küfür olarak düşünen biri, şu cümleyi nasıl olup da kurabilmiştir: “Mihrap yerinde derler ya öylesin vallahi?” (s. 95)

Seçilen mekânlar şehir insanını metne daha çok yaklaştırır, ben de bu yerlerde bulundum diye düşündürerek yabancılık hissini ortadan kaldırır. Buna paralel olarak yaşanan zamanın bize yakın olduğunu hissettirir:  “Mısır Çarşısı’ndan bir saksı sardunya ile ortanca aldım, bir de adını bilmediğim bir bitki.”(s. 7) “Tam karşılarında olmamıza rağmen Madam Coco çalışanları bizde yemek yemezler.” “İlker’in bu aralar tutkusu saat. Daha doğrusu, Bakırköy Meydanı'ndaki zencilerden çakma saat almak.”(s. 27)

Arbatlı, dünyada erkek ya da kadın, herkesin yaşayabileceklerini kadınların dilinden anlatmayı tercih eder. Çünkü kadınlar erkeklere göre iç dünyalarını açmaya daha yatkın oldukları gibi konuşmaya da daha istekliler. Kadınlar kendilerini çabuk ifşa eder. İfşa edilen durum vahim bir durum olabilir ya da olmayabilir. Ama erkekler sessiz kalarak kendilerini korurlar. Bu nedenle tecrübeli bir yaşlı kadın, kızını uyarır:

“Erkeklere her şey anlatılmaz, yavrum. En sevdiğin erkek bile senin hasmın.” (s. 59)