ÉDOUARD LOUIS
çev. Ayberk Erkay Can Yayınları 2021 168 s.
Edouard Louis’nin 21 yaşındayken yazdığı anılarının kitaba dönüşmüş hali olan Eddy’nin Sonu, erken yaşta keşfettiği cinsel kimliği yüzünden yaşadığı fiziksel ve psikolojik travmaları balyoz gibi kafamıza indiren, sert bir metin.
Homofobi, ırkçılık, mavi yakalılar, aile içi şiddet, alkolizm… Kısaca “ötekilik” diyelim. İnsanoğlunun hâlâ sindiremediği, “olmaz öyle şey” dediği olgular bunlar. Dünyanın her yanında geçerliliğini koruyan, muktedirlerin anlamsız bir şekilde görünmez olmasını diledikleri bu insanlar “biz de buradayız” demek için ellerinden geleni yapıyorlar. Sokaktaki hakları ellerinden alındığı için aralarından “şanslı” olanlar sanat aracılığıyla seslerini duyurabiliyorlar. Edouard Louis de bunlardan biri. Şu anda otuzuna merdiven dayamış Louis’nin 21 yaşındayken yazdığı ve çocukluğundan beri maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddeti tüm dehşetiyle anlattığı Eddy’nin Sonu kitabı Can Yayınları etiketiyle yayınlandı.
Édouard Louis
Eddy’nin Sonu bir otobiyografi kitabı. Olaylar ’90’ların sonunda, Fransa’nın kuzeyinde yer alan, 1.300 nüfusa sahip bir kasabada geçiyor. Kasabanın erkekleri erken yaşta okulu bırakıp fabrikada çalışmaya başlıyor. Atadan kalma bir gelenek bu. Louis’nin babası da kasabanın tüm erkekleri gibi gündüzleri fabrikada çalışırken, akşamları barda dut gibi olup kavga çıkaran bir tip. Evde çırılçıplak geziyor, haberlerde gördüğü “ülkeyi saran sarıklılara” bol bol küfür ediyor, porno izlerken ev ahalisi tarafından rahatsız edilmek istemiyor. Oğlu Eddy’deki “farklılıkları” o da erken yaşta fark ediyor ve elbette durumu kabullenmek istemiyor. Eddy’nin de kasabanın diğer tüm erkekleri gibi futbol oynamasını, maç izlemesini istiyor. Annesi ise bütün gün ev işleriyle uğraşıyor. Bardaki kavgalardan sonra kocasının arkasını topluyor. Evin üç otuz paraya denk gelen bütçesini denkleştirip yemek yapıyor.
Evde durumlar böyleyken, Eddy okulda bambaşka bir vahşetin içinde yaşıyor. Çocuk yaşlardan itibaren keşfetmeye başladığı dişilik okulda onun dışlanmasına sebep oluyor. Biri kızıl, biri kambur iki çocuk onu mütemadiyen dövüyor. Suratına yediği balgamlardan bu iki çocuğun ne yediğini bilecek hale gelen Eddy, kafası duvarlara güm güm vurulurken otomatik gelişen savunma mekanizmasıyla artık acıyı hissetmiyor. Okul koridorlarında yürürken, “ibne, homo, top” ve buraya yazamayacağım birçok aşağılamayı boynu bükük karşılamak zorunda kalıp günlerin geçmesini bekliyor.
Eddy’nin Sonu’nda yazar Edouard Louis asla kendini acındıracak bir dil kullanmıyor. Ağır travmalardan geçmiş bir çocuğun bir psikoloğa ısındıktan sonra içini dökmesi gibi bize yaşadıklarını anlatıyor Louis. Zaten kitabın bu kadar ilgi görmesinin sebebi bu. Hatta durum öyle bir hale geliyor ki, Fransız medyası yazarın yaşadıklarının gerçek olamayacağına inanıp olayların içyüzünü araştırmaya başlıyor.
Eddy’nin Sonu sert, hazmı zor bir kitap. Anlattığı konu itibariyle de böyle olması gerekiyor. Çoğunlukla, dolayısıyla ezenlerle savaşmak için kırılgan, kibar cümleler bir işe yaramıyor çünkü. Onlara kendi kullandıkları yöntemle cevap vermenin dışında başka şansımız yok. Böyle ses çıkaranlarla yüzleşmeye güçleri yoktur onların ama bu fısıltıları bile duysalar uykuları kaçar. Hepimiz Eddy’yiz!
•