SEVİL KESİMAL
Bilim ve Sanat Yayınları 2019 98 s.
Slogana kaçmadan, belli bir dönemi anlatmak, acının içerisinde ajitasyona kaçmadan bunları bir kurgu içerisinde yazmak, başarı bence. Dut Kokusu günümüzde yazılan öykülere benzemeyen, farklı bir yerde duran, atlanmaması gereken öyküler toplamı.
Bir öykü okuduğumuzda, yazarın düşünce ve duygu evreni, kalıtımsal (biyolojik) ve sonradan sahip olduğumuz (toplumsal) özelliklerimizle, politik düşüncelerimizle, zihnimizde kendi düşünce, duygu evrenine dönüşür. Onları içselleştirmeye çalışırız. İçselleştirilen bu kurgusal metinler aynı zamanda duyulara da seslenen canlı-cansız varlık haline gelir. Öyküde yaratılan atmosfer ile görürüz. Yönümüzü belirler, sokakta yürürüz, evde hareket ederiz. Karakterlerimizle dokunuruz, okşarız, sevişiriz, kimi zaman kavga ederiz, öldürdüklerimiz de olur öldüğümüz de. Kurgu; atmosfer ve karakterlerle beraber ritim içerisinde ilerlememizi sağlar, bir melodi vardır, onu duyarız. Raylarda ilerleyen bir trendir o, deniz kenarında kıyıya vuran dalgalar, bazen bir dağın yamacı, bazen de şehrin gece ışıkları… Koku da öyküye dairdir; yanı başındaki sevgilinizin, yitip giden sevdiğinizin unutulmaz kokusu. Portakal çiçeğinin kokusu bazen en az o öykü kadar etkili olabilir. Bazen bir yemek kokusu duyarsınız, bazen kırdaki çiçek kokusunu…
Sevil Kesimal, öyküleriyle işte bu duyularımızı harekete geçiriyor, önce içimize bir dut kokusu salıyor. Bu dut kokusuyla çocukluğumuz, gençliğimiz, kavgalarımız, yenilgilerimiz, özlemimiz de harekete geçiyor adeta. Sonra gösteriyor; görüyoruz, acıyı hissettiriyor, hüznü duyumsatıyor, yaşıyoruz o zamanı.
O, bir dönem Özcan Karabulut girişimiyle öne çıkan Ankara Öykü Günleri Derneği kurucularındandı. Hem yöneticisi, hem çalışanı, hem etkinlikleri organize edeni… Aktif rol oynayan iki üç kişiden birisiydi. Sonra ne olduysa oldu, her iyinin başına gelen şey gibi o da sonlanıverdi. Dernekteki etkinliklerden iyi okumalarına şahit olduğum Sevil Kesimal şimdi karşımıza öykü yazarı olarak çıktı; Dut Kokusu onun ilk öykü kitabı.
Bir dönemin öykülerini barındırdığı kadar, insanın unutmaya ve hayatta kalmaya dair gerçekliğini de yansıtıyor Dut Kokusu: Kırılanın, yenilenin, ayakta kalmaya/ hayata tutunmaya çalışanın, unutuşun, anımsayışın, hüznün, insanın yaralarına dair ne varsa onlara ait senfonik bütün.
Her kitap yazarından bir parça taşır. Kurmaca eser, yazarın kendi yaşantısından, okuduklarından, duyduklarından, gördüklerinden hareket ederek kurgulanır, eşyanın tabiatı gereği bu böyledir. Özellikle ilk öykü kitabıysa dediğimiz daha yoğunluktadır. Sevil Kesimal kitabında, özyaşamsal veya kurmaca (ne farkeder!) sosyolojik, psikolojik izlenimlerine, okumalarına, kısaca tüm birikimlerine ait gerçekliği, öykülerin gerçekliğine dönüştürmüş görünüyor. 1980 darbe öncesi ve sonrasında yaşanan olaylar, o dönemin arkadaşlıkları, dostlukları, kurulan ilişkileri, öykülerinin ana ekseni olmuş; onları acılar kervanına yüklemiş, hüzünler deryasının içerisine atmış bir şekilde gözler önüne seriyor.
Ben (1970-1972 ve hemen sonrası doğumlular) o dönemi çocuk gözlemi ile geçirdiğimden olsa gerek, hepsini daha içten hissedebildiğimi söyleyebilirim. O dönemin öyküleri, romanları tam anlamıyla yazılabildi mi, yazıldıysa bile yeterli sayıda mıydı, emin değilim. Ülkemizde o kadar acılı dönemlerden geçildi, her şey o kadar üst üste geldi, acılar o kadar katmerleşti ki durup acılarımızı yazmaya fırsatımız dahi olmadı belki de...
Öyküdeki karakterler bir dönemin örgütlü sol mücadelesine şöyle ya da böyle katılmış, ya da yanlarında/yakınlarında olmuş, arkasından balyoz gibi inen askeri darbeden sonra yenildiklerini anlamış ve bununla birlikte hayata tutunmaya çalışmış kişiler. Aslında bu karakterler bir şekilde yarımdır, yarım kalan hayatları vardır. Unutmaya çabaladıkları yıkım zamanlarını unutamazlar; bir yerlerden bir şekilde çıkıveren olaylar, nesneler, kişiler sayesinde anımsarlar. Mesela iki kız kardeşin –ki bu kız kardeşler kitapta başka şekilde birçok yerde karşımıza çıkar– işleri bozulan dayının sahne kostümü diken terziye dönüşmesi ile Bergen’in sahne kıyafetlerini dikmeleri, bir tanesinin onun provalarını yaparken ajans haberi dinleyip Zeki Müren dinlemesi ve böylelikle sevgilisinin yakalandığı haberini o radyodan öğrenmesi... 1980 sonrasının sosyolojik kültür öğeleri ile birlikte verir karakterlerin yaşam tarzını.
Sevil Kesimal’ın öykülerinde mücadele sonrasında yaşanan yenilgiler, karakterleri nihilist bir arayışa, içinden çıkılmaz bataklığa sürüklemez. Sınıfsal ve örgütlü mücadeleleri bir şekilde yıkıma uğrasa da düşündükleri o yeni yaşam gerçekleşmemiş olsa da dönmezler, dönek olmazlar, farklı ideolojik yapılanmalar ve gruplar (liberal vs.) içerisinde yer almazlar. Hayata tutunma çabaları hâlâ devam eder. “Seksek” öyküsünde Ayla kendini sürekli yargılayan, eleştiren annesi Elif Hanım’a şunları söyler:
“Yenildim ben, anlasana, diyordu. Yenildik. İyileşmek için, yaralarımızı sarmak için bırak da birbirimize tutunalım. Senin tanımladığın türden bir tutkunun peşinde değilim. Hayatta kalmamızı mümkün kılan bir umudumuz olsun, içeride ya da dışarıda. Kazanacağım tek bir şey kaldı, onu da kaybedemem. Bir yenilgiye daha katlanamam.”
Bu söylem kitabın diğer öykülerindeki karakterlerin ruh halini de özetler durumdadır.
Karakterler için unutuş ve anımsayış arasında sanki bir tül vardır. Aslında onlar için unutuş, yaşadıkları travmaların, bırakıldıkları yalnızlıkların üstünü örtmeye çalışan ince bir örtüdür. Unutmaya çalışsalar da çokça beceremezler. Onlar için anımsamadır baskın olan eylem. Bir yara izine bakarcasına sürekli anımsama.
Öykülerin büyük bir kısmı 1980 öncesinin hareketli gençliği ve 1980 sonrasında durgunlaşan, yalnızlaşan orta yaş veya orta yaşa yakın insanların yaşadığı, barındığı, evlerde ve iş yerlerinde geçer. Kimileri yurt dışındadır, kimileri bir yazlıkta, çokça Ankara’da, bazen İstanbul’da, her öykünün kapısı bir şekilde yalnızlığa ve hüzne açılır. Kurulan atmosferin sahiciliği sizi içine çeker.
Kitaba adını veren “Dut Kokusu” öyküsü, Aydın ve Selda’yı anlatır. Bir zamanın yakın arkadaşlıkları, yoldaşlıkları olan iki ayrı insanı. 1980 öncesinin koşturmacalı sahnesiyle başlar öykü. Örgüt üyesi bir gencin polisten kaçışı, Selda’nın babasının kiraya verdiği babaannesinin evinde kirada kalışı, o eve polis baskını olduğunda arka bahçeden kaçarken yakalanışı, o yakalanıştan iki şeyin zihninde kalışı; Selda’yı arayamaması ve ağdalı yoğun bir koku – dut kokusu... Öykü bu aksiyon sahnesinin atmosferinden yıllar sonra bu ikilinin aynı evde buluşmasıyla devam eder. Anımsadıkları ve anımsamadıkları ile uzun bir sohbettedirler. Aydın’ın evi tamamen “unutmuş” olması, Selda’nın zihninde Aydın imgesi ile örtüşen bir izin olmaması. Aslında bunun altında yatan nedeni sorguladığımızda ikisinin de zihninde ağır travmaların altında geçen o yıllara ait bir öfke de vardır, tek başına kalmanın öfkesi. Kanatılmayı bekleyen yaranın kabuğu bile artık düşmüş, hüzünle ve ince bir sızıyla hatırlanan yara izine dönüşmüştür anımsadıkları.
Öyküler bir gitme halini barındırır. “Yenilgi” gidişe öncülük eder. Kabulleniş, insanın psikolojisine verilen en büyük destek gibi durmaktadır burada. Eğer kabullenme olmasa insanın kendisi ile çatışması her gün devam etse, bu büyük bir yıkım şekline dönüşebilir. Bence burada öyküleri ince bir çizgide kurmayı başarmış Sevil Kesimal: hem o mücadele yıllarına bir selam duruş, hem de o dönemle ilgili bir tür hesaplaşma.
Öykülerde sade bir dil kullanır Sevil Kesimal, öykü sonları sürpriz barındırmaz, öyküler boşlukla kurulur ama sonuç boş bırakılmamıştır. Hepsinin boşluğunu yoğun bir hüzün duygusu doldurmuştur. Bağlamlı öyküler değildir, öyküler birbirine bağlanmaz, ama bir sonraki öykü bir önceki öykünün duygusunu taşır sanki. Anlatımcı öyküler de değil bunlar, o dönem için o kadar anlatacak şey varken tüm öyküleri kararında bırakması, öyküleri sündürmemesi, bitmesi gerektiği yerde bitirmesi, okuru yormayan bir unsurdur, doğrusu da budur bence.
Bazı sözcükleri, kavramları sıkça kullanmış Sevil Kesimal, yukarıda da değindim kız kardeş mesela. Terzi, en az bir terzi kadar bildiği kumaş adları, yağmur, unutuş, anımsayış, hüzün, anne-kız. Bir kadın yazar olarak ahlâkçı değildir,) toplumun ahlâk kurallarına göre hareket etmez; toplumsal duyarlılığı yüksek olan –ensest– öyküsünde (“Biz Neslihan’ı Unutmuştuk”) bile kalemini okurun istediği yöne doğrultmaz…
Sevil Kesimal’in öyküleri toplumcu bir ruh halini barındırırken bireyi es geçmez. Bireylerin psikolojik durumlarını, birbirleriyle etkileşimlerini yansız bir şekilde “içeriden” verir. Slogana kaçmadan, belli bir dönemi anlatmak, acının içerisinde ajiteye kaçmadan bunları bir kurgu içerisinde yazmak, başarı bence. Dut Kokusu günümüzde yazılan öykülere benzemeyen, farklı bir yerde duran, atlanmaması gereken öyküler toplamı.
Sözlerimin sonuna yaklaşırken –önce bir okur olarak– kitabın bana hissettirdiklerini yazarak bitirmek isterim: Buğulanan bir camda dışarıyı seyreder gibi, elini bir sağa bir sola gezdirirsin buğu açılır, dışarı daha bir netleşir, yağmur daha bir canlanır. Sonra… Sonrası tekrar buğu. Dışarıda hüzün ince ince yağmaya devam eder.
•