KOLEKTİF
Derleyenler: Barış Çoban, Bora Ataman Kafka Yayınevi
Direniş Çağında Türkiye’de Alternatif Medya alternatif medyanın tanımını, kapsamını, sınırlılıklarını ve medyayı alternatif kılan koşulları etkili bir şekilde mercek altına alıyor ve özellikle alternatif medyanın sınırlılıkları konusunda eleştirel bir yaklaşımı ön plana çıkarıyor.
Gezi Direnişi’nin sorgulanmasına vesile olduğu en önemli meselelerden biri şüphesiz anaakım medya, sermaye ve iktidar arasındaki ilişkilerdi. Elbette anaakım medyaya yaptığı haberler dolayısıyla ilk kez tepki gösteriliyor değildi. Özellikle televizyon kanallarının yakın zamanda en çok eleştiri aldığı konu, Roboski katliamını skandal olarak nitelendirilecek kadar uzun bir süre duyurmamaları oldu. Fakat daha geniş bir kitlenin durumun vahametini kavraması ancak Gezi Direnişi zamanı insanların sokakta bizzat deneyimledikleri ile ekranlara ve gazetelere yansıyanların birbirini tutmadığını fark etmesiyle mümkün oldu. Büyük sermaye sahiplerinin medyasının nihayetinde iktidarın sesi olmanın ötesine geçemeyeceklerinin anlaşılması, bir yandan Kürt halkıyla gecikmiş bir duygudaşlık kurma sonucunu doğururken, diğer yandan da direnişçileri ve direnişi takip etmek isteyenleri alternatif haber alma kanalları aramaya yöneltti. Haliyle çeşitli biçimleriyle alternatif medyanın sunduğu imkânlar ve tartışmalı yönleri üzerine etraflıca düşünmek için bundan daha uygun bir zaman olamazdı.
Barış Çoban ve Bora Ataman’ın derledikleri Direniş Çağında Türkiye’de Alternatif Medya başlıklı çalışma tam da bu tartışmalara katkıda bulunmayı amaçlıyor. Derleme ufuk açıcı bir giriş bölümü ile yirmi özgün makaleden oluşan kapsamlı bir çalışma. Makaleler, Gezi Medyası, Alternatif Gazetecilik/ Dergicilik ve Alternatif Medya, Alternatif Kültür başlıklı üç bölüm altında toplanmış. Tahmin edileceği üzere, kitabın ağırlık noktasını Gezi deneyimi ve medya ilişkisi oluşturuyor. Alternatif medyanın muhalif toplumsal hareketlerden bağımsız düşünülemeyeceği noktasının derlemenin merkezinde yer aldığı göz önüne alındığında, bu durum son derece doğal. Derlemede farklı yazarlar tarafından dile getirilen, alternatif medyanın basit bir aktarım aracı değil muhalif hareketlerin kurucu unsuru ve kritik bir mücadele alanı olduğu vurgusu son derece önemli. Nitekim Çoban ve Ataman, alternatif medyayı dar bir bakış açısına hapseden araçsalcı yaklaşımın karşısına, dolayım kavramını koyarak toplumsal muhalefetin ancak alternatif söz üretme mecraları dolayımıyla ortaya çıkabileceği ve gelişebileceği fikrini savunuyorlar. Derlemenin bütünü de alternatif medya kanallarının eşit ve özgürlükçü bir toplum yaratma çabasının örgütleneceği ve gerçekleştirileceği platformun oluşturulmasındaki rolünü irdeliyor.
Çoban ve Ataman’ın kaleme aldıkları giriş bölümünün omurgasını tarihsel bir perspektiften Türkiye’deki çeşitli toplumsal muhalefet hareketleri oluşturuyor. Çoban ve Ataman bu bölüme alternatif medya çalışmalarının Türkiye’de oldukça yeni olduğu tespitiyle başlıyorlar ve alandaki bazı öncü çalışmalara referans veriyorlar. Bunu takip eden kısım Osmanlı-Türkiye tarihinde alternatif medyanın muhalif rolünün ön plana çıktığı üç dönemi sırasıyla ele alıyor: 1908 Devrimi, sol hareketlerin güçlü olduğu 1974- 80 arası ve Gezi Direnişi dönemi. Alternatif medya kavramının geniş kapsamını ortaya koyacak şekilde, başta sosyalistlerin, feministlerin, Ermenilerin, Kürtlerin ve diğer ötekileştirilmiş grupların ürettikleri basılı yayınların, sinema, müzik ve edebiyat gibi kültürel üretim mecralarında ortaya çıkan işlerin ve internet yayınlarının kapsamlı bir dökümü yapılıyor. Alternatif medyanın yalnızca güncel olanla sınırlanmayıp tarihsel sürekliliğinin ön plana çıkarılmış olması bu bölümün en dikkate değer katkılarından biri.
Derlemedeki makalelerin büyük çoğunluğunun ampirik verilere dayalı olması bir diğer önemli özellik. Bu doğrultuda ilk bölüm, Gezi Direnişi ile hayatımıza giren ya da görünürlüğü artan birçok unsuru mercek altına alıyor. Bu bölümde incelenen Çapul TV, Ekşi Sözlük, Gezi Postası ve Hemzemin Forum Postası, Anti-Kapitalist Müslümanlar, Bianet ve Ötekilerin Postası platformlarının ortak denebilecek özellikleri arasında direnişin odağı olmaları, ifade özgürlüğüne ve kolektif kültürel üretime katılım imkânı sağlamaları ve yurttaş gazeteciliği pratiğinin yaygınlaştırılması bulunuyor. Her bir oluşum özelinde o oluşumu alternatif medya tanımı içinde değerlendirmeyi mümkün kılan özellikler tartışılıyor. Bu bölümde ön plana çıkan noktalar Gezi Direnişi’ni birçok açıdan kırılma noktası olarak tanımlamanın haklılığını gösteriyor. Buna göre, direnişin ortaya çıkardığı alternatif medya incelemeleri bağlamında en dikkat çekici özelliklerden biri, geniş bir kitleyi medya üreticisi haline getirmesi. Bu bölümdeki makalelerde dikkat çekildiği üzere, direnişe katılanlar özellikle sosyal medya aracılığıyla kısa zamanda etkili bir şekilde örgütlenme ve harekete geçme olanağı buldular. Ayrıca direniş süresince maruz kalınan polis şiddeti ve insan hakları ihlalleri daha önce hiç olmadığı kadar çok belgelendi ve sosyal medya üzerinden yaygınlaştırıldı. Geleneksel medyanın objektiflik iddiasındaki belli bir yapım ve kurgu sürecinden geçen haberlerinden çok farklı olan bu spontan, yanlış olma ihtimali yüksek ama yanlışlığı da hızla ortaya çıkan, açıkça zulme uğrayanın tarafını tutan haberleri, haberin yapısında da değişikliğe yol açtı. Derlemedeki Gezi medyasına dair bir diğer nokta ise, geniş bir kitleyi ortak bir “biz” duygusu etrafında birleştirmesi ve etkili bir toplumsal diyalog platformu işlevi görmesi. Bununla bağlantılı umut verici bir öngörü, söz konusu diyalog platformu sayesinde çok sayıda yurttaşın barış sürecinin de takipçisi haline geleceğini belirtiyor. Gezi sürecinin klavye aktivizmi olarak küçümsenen yeni medya platformlarının bir anlamda rüştünü ispat etmesine yaradığı, bu bölümün dikkat çeken tespitlerinden bir diğeri.
Derlemenin ikinci bölümü, Gezi öncesinin alternatif medyasına odaklanarak, aktivist Kürt medyasını, mizah dergilerini, Agos, Amargi ve Birgün’ü ele alıyor. Gezi sürecinin direnişe özgü medya mecralarını hayatımıza sokmuş olmasının yanı sıra geleneksel alternatif medyaya olan ilgiyi de artırdığını söylemek yanlış olmaz. Bunun en çarpıcı örneği, direniş sürecinde Birgün gazetesinin tirajının sekiz binlerden on üç binlere çıkmış olması. Yine Gezi süreci ile ön plana çıkan fikirlerden biri, farklılıkların birarada var olmasının önemi idi. Agos gazetesi yazarlarıyla yapılan mülakatlara dayalı makale, birarada yaşama tahayyülünün hayata geçmesinde alternatif medyanın kritik rolüne dikkat çekiyor. Agos’un yayın politikasındaki ölçülülüğün karşı tarafı frenlediği tespiti, alternatif medyanın nasıl bir dil kullanması gerektiğine işaret ederken, anaakımın kışkırtıcı ve ötekileştirici diline karşı önemli bir eleştiri olma niteliği de taşıyor.
Üçüncü ve son bölümdeki makalelerde işlenen iki nokta özellikle dikkat çekici. Bu bölümde yer alan çalışmalarda bir yandan anaakım içerisinde kalarak alternatif söz üretmenin ne dereceye kadar mümkün olduğu sorgulanıyor. Diğer yandan ise, alternatif olarak tarif edilenin statik bir olgu olmadığı, kendi içine kapalı olmak yerine sınırlarının dışında kalan ile sürekli etkileşim içinde olduğu ve her yeni pratikle sınırlarının yeniden çizildiği vurgulanıyor. Aksu Bora’nın alternatif medyayı yalnızca bir mecra değil, “henüz bitmemiş bir macera” olarak tanımlaması bu durumu çok güzel özetliyor. Açıkça görülüyor ki, alternatif kalabilmek ancak bu uğurda sürekli bir çaba göstermekle ve medya üreticilerinin içerik ve üretim koşullarını devamlı eleştirel bir bakışa tabi tutmaları ile mümkün.
Çoban ve Ataman’ın derlemesi, birçok somut örnek üzerinden alternatif medyanın tanımını, kapsamını, sınırlılıklarını ve medyayı alternatif kılan koşulları etkili bir şekilde mercek altına alıyor ve özellikle alternatif medyanın sınırlılıkları konusunda eleştirel bir yaklaşımı ön plana çıkararak övgüyü hak ediyor.