Despotun Taşrası: Kötülük ebedi değildir

Despotun-Taşrası

Despotun Taşrası

MEHMET TAŞDEMİR

Öteki Yayınevi Kasım 2021 125 s.

"Despotun Taşrası inceliklerle yazılmış, ironisiyle hafızalarda yer edinmeyi başaran, çağrışımlarla, politik göndermelerle doruğa ulaşan bir roman. Kara bir anlatı. Romanın dokunduğu herkes ve her şey, kafasında adeta bir kara bulutla dolaşır. Karamsarlık her şeyi çepeçevre kuşatmış haldedir. Ancak kötülük ve umutsuzluk da ebedi değildir."

NAZİRE FİDAN

Mehmet Taşdemir nedense bana bir avuç okur için yazıyor gibi görünmüştür hep. Oysa toplumsal yanı güçlü metinler üreten bir yazar. Birkaç ay önce Öteki Yayınevi’nden çıkan Despotun Taşrası böyle bir roman.

Her şey ilk bakışta çok basit gibi görünür. Romanın başkahramanı Nadir Eşsiz’in, kendisini kalabalık bir ortamda aşağılayan Cemil Muratsızoğlu’na karşı duyduğu hınç ve intikam duygusuyla başlar hikâye. Bireysel bir intikam macerasının içinde olduğumuzu düşünerek okumaya devam ederiz romanı. Nadir Eşsiz, eninde sonunda Muratsızoğlu’ndan intikamını alacak ve romanın sonunda bizim de benzer duygularımız tatmin bulacak diye tahminde bulunur ve rahatlarız! Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil.

Başlangıçtaki tahminlerimizin çoğu boşa çıkmakla kalmaz, ilerleyen sayfalarda kendimizi bir yanlışlıklar komedisinin tam da ortasında buluruz. Nadir Eşsiz’den beklediğimiz intikam bir türlü gerçekleşmez. Karanlıkta boşluğu yumruklar gibidir. Yanlış adreslere postalanan mektuplara benzer. Hepsi de geri döner. Romanın arka kapak yazısında bu durum çok iyi özetlenir:

“Perdelenmiş gözlerle bakar kişi (aşağılanmış kişi kastedilerek) etrafına. Bu yüzden, karanlıkta boşluğu hınçla yumruklar.”

İntikam duygusu, Nadir Eşsiz’in gözlerine bir perde çeker. Muratsızoğlu diye önce şehrin mülki amirinin kalem müdürüne yumruk atar. Ardından şehrin adı sanı bilinen tüccarlarından Adnan Taklacı’ya saldırır. Hem de iki kez ve ikisi de yanlışlıkla! Her seferinde de gözaltına alınır ve kısa sürede serbest bırakılır. Hedefini bulamayan yumrukların yasalarda bir cezasının olmaması çok doğal değil mi? Despotun Taşrası’nı özgün bir roman olarak görmemizi sağlayan, bu isabetsiz yumrukların kendiliğinden yol açtığı toplumsal karmaşanın ustalıkla anlatılmış olmasıdır.

Despotun Taşrası, bildiğimiz anlatım kalıplarının çoğunlukla dışına taşan bir roman. Şaşırtıcı derecede dinamik bir anlatımı var. Hikâyenin her sayfası bir film karesi gibi önümüze seriliyor. Ama anlatımın akıcılığından ziyade, olayların büründürüldüğü absürdçe anlatımın okuyucuda yarattığı bir çeşit büyülenme duygusudur. Romanın geçtiği bu küçük taşra şehrinde, Nadir Eşsiz’in isabetsiz yumrukları şehri alt üst etmeye yeter. Sokaktaki herkes, ensesine yiyeceği muhtemel yumruklardan korunmak için geri geri yürümeye başlar. Romanın en özgün ve yaratıcı yanlarından biri, bu geri geri yürüme metaforunun başarıyla kullanılmış olmasıdır diyebiliriz. Şehirde düzen bir anda bozulur.

“... şehrimizin bozuk düzenini ifşa etmekten birkaç kez alıkonulan Nadir Eşsiz’in eşsiz bir günah keçisi olduğu değerlendirilmiş ve tutuklanmasına karar verilmiştir.” (s. 78)

Yerel basın, bozulan düzeni bu satırlarla aktarır. Nadir Eşsiz giderek şehirde bir efsaneye dönüşür. Yerel basın, karalama amaçlı yaptığı yayınlarla, kısa sürede Nadir Eşsiz’i istemeden bir kahraman düzeyine çıkarır. Bu arada Nadir Eşsiz’in tutuklanması için sokak gösterilerinin ardı arkası kesilmez. Oysa derinden derine bir sempati de oluşmuştur Nadir Eşsiz’e karşı. Hatta sempatinin ötesinde, herkes onun yerinde olmak ister. Çünkü Muratsızoğlu önüne geleni aşağılamıştır ve bu yüzden giderek bir nefret objesi haline gelmiştir. Ama kimse de cesaret edip karşısına çıkamamıştır. Çünkü parasıyla şehirde bir nüfuz alanı yaratmıştır kendine. Yönetici sınıfı da tabii ki onun arkasındadır. Nadir Eşsiz, herkesin içinden geçen hınç ve intikam duygusunun tercümanı haline geldiği için, onun gibi olmak isteyenler çığ gibi büyümeye başlar. Ama Nadir Eşsiz’e karşı sokaklara dökülenler de aynı kalabalıklardır! Roman bu çapraşık duyguyu okura ustaca yaşatır. Geri geri yürüme bir salgına dönüşür kısa sürede. Kimi inşaat kazısına düşer, kimi kanalizasyona, kimi de direğe çarpar.

Bir süre sonra çift burunlu ayakkabılar üretilmeye başlanır. Geri geri yürüme yüzünden, herkes gideceği yerin tam aksine gider. Geneleve gitmek isteyen, kendini bir anda camide bulur. Lokantaya gideyim derken kendini tuvalette bulanların haddi hesabı olmaz.

Şehrin birinci dereceden yetkilisi bu kaotik ortamı fırsat bilerek bütün yetkileri kendinde toplar. Cami imamlıklarına, tiyatro müdürlüklerine, mahkeme mübaşirliğine ve başkanlığına kendini atar. Kıyıda köşede ne kadar yetki ve görev varsa kendisi üstlenir. Görevini gasp ettiği kişileri ise vitrinliğe terfi ettirdiğini duyurur. Birinci dereceden yetkili kişinin bütün yetkileri gasp etmesini yazar yerel basının ağzıyla şöyle aktarıyor:

“Açıklamaya göre, bütün resmî kurumlar fiilen mülki amire bağlanmıştır. Ancak kurumların başındaki kişilerin görevlerine son vermeye de gerek duyulmamıştır. Vitrin olmanın da bir görev olduğu kendilerine laf olsun diye anlatılmıştır. Avukat kılığında dolaşan Mikail Daktilo’nun (‘Maydanoz Mikail’ olarak da bilinen şahıs) dilekçelerini de sayın mülki amir kaleme alacaktır. Zaten savunma işlerini de üstleneceği için, avukatlara da gerek kalmayacaktır. Mülki amirimiz mahkeme başkanlıklarına da kendini atamıştır. Yalnız duruşmalarda hem yargılayan kürsüsünde oturup hem de savunma makamında durmak gibi birbirine zıt bir işi nasıl yapacağı konusu kimsenin kafasında şüphe doğurmamalıdır. Mülki amirin henüz genç sayıldığı, üstelik günlük sporunu hiç aksatmadığı göz önüne alındığında, kürsü ile savunma bölümleri arasında gidip gelmek onun için bir çocuk oyuncağı gibi kalacaktır. Daha rahat hareket edebilmesi için de duruşma esnasında pantolon veya cüppe yerine eşofman veya pijama giymesinin uygun olacağına karar verilmiştir.” (s. 59-60)

Bütün kurumların içi boşaltılır, dejenere edilir. Ziraat bölümüne demir-çelik elemanları, veterinerlik bölümüne vergi memurları yerleştirilir. Devlet kurumları giderek ahmaklığın, keyfiliğin, saçmalığın kol gezdiği yerler haline döner. Bütün kurumların yeri değiştiği için, tutuklanıp hapse gönderilen Nadir Eşsiz kendisini ziraat müdürlüğünün bir biriminde bulur. Burası da bir hapishane güvenliğine sahip olmadığı için, Nadir Eşsiz sözde kapatıldığı yerden elini kolunu sallayarak çıkıp gidebilir.

Her isabetsiz yumruktan sonra Nadir Eşsiz’in şehri terk etmesini, köyüne dönmesini bekler okur. Üstelik hayatı da risk altındadır. Kalabalıklar çoğu zaman serseri mayınlar gibidir. Kalabalıkların ne yapacağını kestirmek zordur. Şehrin sokakları Nadir Eşsiz için bu yüzden pek de güvenli değildir. Ama Nadir Eşsiz inatla şehirde kalmaya, gizlenmeye devam eder. Bu bakımdan Despotun Taşrası bir inat romanı olarak da okunabilir.

Romanın Nadir Eşsiz’den sonraki en renkli ve önemli karakteri Maydanoz Mikail’dir. Diğer adıyla Daktilo Mikail. Maydanoz Mikail şehrin kırk yıllık arzuhalcisidir. Ama dilekçelerini hiçbir zaman para karşılığında yazmamıştır. Mahkemeye işi düşenin yardımına ilk koşan Maydanoz Mikail’dir. Ama ne avukatlar ne de mahkeme onu ciddiye alır. Kimse Mikail’i adam yerine bile koymaz. Yazdığı hiçbir dilekçe işleme konmaz. Birçok dilekçesi de zaten yerine ulaşmaz. Sanki gerçeküstü bir el Mikail’in dilekçelerini sağa sola savurur.

“Beşinci dilekçeme, bir resmî dairede temizlik işi yapan bir kadının alışveriş poşetinde rastlandı. Dilekçenin yazıldığı sayfaların boş arka yüzlerine ihtiyaçların sıralandığını söylememe sanırım gerek yok. Bir kilo soğan, bir adet jilet, bir adet çamaşır suyu, iki adet limon, bir adet don lastiği… Oysa bu dilekçem çok önemli bir dava için yazılmıştı. Sahibini mahkemeye veren ölü bir atın davası. Daha doğrusu dilekçem size ulaşabilseydi söz konusu dava açılabilecekti.” (s. 55, 56)

Maydanoz Mikail’in hikâyesi okuru romanın bu kaotik ortamından çekip, başka bir dünyanın kapısından içeri itmek açısından da çok önemli. Roman, içerdiği yoğun ironiye bir parça ara verip okuru hüzün dolu ve can acıtan bir hikâyeye doğru çektiğinde sarsıldığımızı hissederiz. Romanın bu ara hikâyesinin sonunda anlarız ki, Mikail’in arzuhalci olmasını sağlayan olay çocukluğunda saklıdır. Ayağı kırılan, iyileşmesine ihtimal verilmeyen atları Kül’ü babası Mikail’e vurdurmuştur. Kırk yıllık bir vicdan azabıyla şehirde dilekçeleriyle davasına koşmadık insan bırakmayan Mikail, en sonunda Nadir Eşsiz’in yardımına da koşar. Nadir Eşsiz için sayfalar dolusu bir dilekçe yazar ama dilekçeyi göndermezler. Çünkü hiçbir yararının olmadığını ikisi de bilir.

Despotun Taşrası inceliklerle yazılmış, ironisiyle hafızalarda yer edinmeyi başaran, çağrışımlarla, politik göndermelerle doruğa ulaşan bir roman. Mehmet Taşdemir taşranın çoraklığının, sıkıcı atmosferinin, tekdüzeliğinin orta yerinde bir kıvılcım çakarak, bir edebiyat panayırının kapısını okura açıyor bu romanında. Kara bir anlatıdır Despotun Taşrası. Romanın dokunduğu herkes ve her şey, kafasında adeta bir kara bulutla dolaşır. Karamsarlık her şeyi çepeçevre kuşatmış haldedir. Ancak kötülük ve umutsuzluk da ebedi değildir.

Çıkış basit bir yerden gelir. Ceketini yanlış ilikleyen adamın yumrukları Muratsızoğlu’nun ensesinde patladığında Nadir Eşsiz oradadır. Kimseye görünmeden uzaklaşır. Kuş gibi hafiflemiştir şimdi…

•