JÎNDA ZEKİOĞLU
Dipnot Yayınları 2020 286 s.
Kadınlar anlattıkları hikâyeler aracılığıyla bizi acılarına, sevinçlerine, dönüşümlerine, değişimlerine, özgürlük mücadelelerine dahil ediyorlar. Hissettirmeden yaşamımıza dokunuyor, ortak hafızamızı yeniden oluşturuyorlar. İsmini bilmediğimiz ama çok şey borçlu olduğumuz pek çok kadın gibi.
Hikâyeler bizi biz yapar; dinledikçe, öğrendikçe, okudukça, düşündükçe başka biri olmaya başlarız. Tıpkı Derve’de (Kürtçede dışarı anlamına gelmekte) Jînda Zekioğlu’nun bizi içeriye alma; hikâyeye dahil etme çabasında olduğu gibi.
Tarih yazımını iktidarın belirliyor olması iktidarın dışarısında kalanlar açısından hayal kırıcıdır. İktidar kendi söylemini oluştururken neleri unutturmak ya da dışarıda bırakmak istendiğine dikkat etmek gerekir. Çünkü verilenin dışında kalanlar yeni kapılar açar, olanaklar sunar. Ezberi bozmak özgürlük alanını genişletir.
Derve’de Jînda Zekioğlu, Şırnak’lı üç farklı kuşaktan yedi kadınla –Ruken, Zeliha, Gulê, Meryem, Delal, Roza, Hêja ile – sözlü tarih yaparak anlatısını oluşturur. 2013 yılında seçim sürecini değerlendirme yazıları için gittiği Şırnak’ta bir taziye ortamında tanışır Ruken’le. Kadın derneği sözcülerinden biri olan Ruken’den görüş almak ister. Ancak taziyesi olduğunu öğrenir. Eşi Zana’yı Cudi Dağı’nda, kömür madenleri için kazılan, delik deşik edilen yollarda bir trafik kazasında kaybetmiştir. Zana, Şırnak ve Cizre’de çok sevilen biridir. Taziye evi inanılmaz kalabalıktır. Jînda eşini yeni kaybetmiş bir kadınla seçim konuşmaktan vazgeçer. Ancak Ruken görüşmek, hikâyesini anlatmak ister. Kaybedecek zamanı yoktur.
“Bu kadın derneği benim için çok önemli. Bana, yaşadığımız her şeyi paylaşmamız gerektiğini öğretti. Kadınların yaşadıklarını paylaşarak tedavi olabileceğini öğretti” (s. 18).
2014 yılı ilkbaharında görüşmelere başlar Jînda. Bianet'teki söyleşisinde şöyle anlatıyor:
“Oturduk, birlikte sustuk. Fakat yüzünde gözünde sadece kocasını kaybetmiş bir kadın hali yoktu. O susmaların ardından Ruken, hikâyelerinin yazılmasını istediğini dile getirdi. Hemen olmadı hiçbir şey. Önce arkadaş olduk. Vakit geçirdik. Zaman içerisinde o seviyeye geldik aslında. Eşzamanlı olarak, Ruken, annesi Zeliha, kayınvalidesi Gule, teyzesi Meryem, görümcesi Delal, kızkardeşi Roza ve kızı Heja sırası geldikçe anlattı”.
Anlatının en etkileyici taraflarından birisi, kadınların anlattıkları hikâyelerden sonra birbirlerine sözü vermeleri. Yazar bunu söyleşisinde “müthiş bir özeleştiri kültürü” olarak tanımlıyor – ki haklı. Örneğin Ruken kendi yalnızlığını anlatıyorken durup Roza’yı işaret ederek onun kendisinden daha zor zamanlar yaşadığının altını çizmesi ya da anne kız açısından yaşadıkları duygusal sarsıntıları iki taraf açısından dinlenmesinde ısrar etmeleri gibi. Anlatıda, kadınların birbirlerine duydukları, saygı ve sevgi size de geçiyor. Bu da yazarın maharetinden, ustalıkla hikâyeleri birbiriyle kavuşturmasından kaynaklanıyor.
Ruken, Zeliha, Gulê, Meryem, Delal, Roza, Hêja ve de tabii ki Jînda’dan kadınların birbirleriyle ve diğerleriyle ilişki kurma biçimlerinden, en önemlisi de samimiyetlerinden öğrenecek çok şeyimiz var. Kadınların şimdiye kadar bu hikâyeleri anlatmamalarının, temkinli olmalarının, içlerinde tutmalarının nedeni, Zeliha’nın dediği gibi “öfkeyi çocuklara taşımamaktır” (s. 49).
Kadınlar anlattıkları hikâyeler aracılığıyla bizi acılarına, sevinçlerine, dönüşümlerine, değişimlerine, özgürlük mücadelelerine dahil ediyorlar. Hissettirmeden yaşamımıza dokunuyor, ortak hafızamızı yeniden oluşturuyorlar. İsmini bilmediğimiz ama çok şey borçlu olduğumuz pek çok kadın gibi.
Tam olabilmek ya da öyle duyumsayabilmek için daha epey bir yolumuz var. Ama hikâyelerimiz arttıkça, birbirimizi tanıdıkça, birbirimize değdikçe bu duyguya yakınlaşabileceğimizi umuyorum. Gulé’nin sözlerine kulak verelim; aklımızdan çıkarmayalım:
“Ben de istiyordum eşimle güzel günler geçirmeyi. Çocuklarımızı birlikte büyütmeyi. Ama ben çocuklarımı, mürüvvetini görmeden toprağa vermiştim. Hakkım mı değildi? Kimin hakkı peki? Kötü biri miydim? Kim iyi peki?
Hangi hayatı yaşadığımı bilmiyorum.
Birini sevdim, eşim oldu. Kaybettim, yarım kaldım.
Çocuklarım doğdu, anne oldum. Kaybettim, yarım kaldı.
Kürt doğdum, şehrim yıkıldı. Kaybettim, yarım kaldım.
Kim olduğumu dahi bilmiyorum.
Hayat mı denir şimdi buna?” (s. 258)
Derve’de müthiş bir hikâye birikimi içtenlikle sizi bekliyor.
•