EZGİ SARITAŞ
Metis Yayıncılık 2020 376 s.
Ezgi Sarıtaş’ın doktora tezinden yola çıkarak hazırladığı Cinsel Normalliğin Kuruluşu: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Heteronormatiflik ve İstikrarsızlıkları kitabı çok kısa bir zaman önce yayımlandı. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’nin toplumsal cinsiyet ve cinsellik rejimlerini tarihsellikleri içerisinde ele alan kitap, bu alanda çalışan araştırmacılar kadar tarih, edebiyat ve toplumsal cinsiyet politikalarına meraklı okuyucular için de önemli bir yayın.
Sarıtaş çalışmasını belli başlı iki argüman etrafında örüyor. Bu argümanlardan ilki, “cinsel modernlik dönemi” olarak adlandırdığı 19. ve 20. yüzyıllarda gerçekleşen heteronormalleşme sürecinin anlaşılabilmesi için erken modern dönemde meydana gelen toplumsal, kültürel, politik ve erotik dönüşümlerin incelenmesi gerektiği. İkinci argüman ise, heteronormatifliğin kendi sınırlarını bozan/aşan yapısı itibariyle heteronormalleşmenin mutlak, nihai sonuca varmış bir süreç olarak ele alınmasının mümkün olmadığı. Cinsel modernleşme sürecinde ortaya çıkan heteronormatif söylemlerin gerilim ve tutarsızlıklarını araştırmasının odağına alan Sarıtaş “normalin normal olma sürecini içerdiği tüm istikrarsızlıklarla birlikte” (s. 337) inceliyor. Farklı dönemlere ait cinsel kategorilerin teleolojik ve gelişimsel anlatılarını tartışmaya açarak birden çok kırılma noktası olan uzun ve parçalı bir dönüşümü, tarih ve edebiyat metinleri üzerinden ele alıyor.
Cinsel Normalliğin Kuruluşu üç bölüme ayrılmış. İlk bölüm 19. ve 20. yüzyılda yaşanan heteronormalleşmenin tarihsel arka planını tasavvuf, homososyallik ve edebiyat alanlarında gerçekleşen dönüşümlerin ilişkiselliği içerisinde tartışıyor. Değişen “eroto-politik” hiyerarşinin izini sürdüğü bu bölümde, Sarıtaş erkek homoerotizminin toplumsal ve siyasal yapılardan, iktidar ilişkilerinden ayrı incelenemeyeceğini vurguluyor. Osmanlı’da gerçekleşen cinsel modernliğin tek yönlü, Batı merkezci tarih yazımına İmparatorluk’un iç dinamiklerini de dikkate alarak yeni bir perspektif getirmeye çalışıyor. Dinsel ve politik kaygılardan azade olmayan erotik kaygıları 17. yüzyılda yaşanan tasavvufi aşk anlayışındaki değişimi ele alarak inceliyor. 18. yüzyılda homososyalleşme mekânlarının (kahvehane, meyhane ve hamam) uğradığı tarihsel dönüşümleri ve bu dönüşümlerin erkek homoerotizmine etkilerini mercek altına alıyor. Bölümün son kısmı ise erkek arzu nesnesi mahbûb’un etrafında şekillenen 19. yüzyıl klasik Osmanlı edebiyatı tartışmaları üzerine bir değerlendirme...
Kitabın ikinci bölümü tartışmaya birinci bölümün bıraktığı yerden devam ediyor. Erken modern dönemdeki erotik deneyimlerin 19. yüzyılda yeni söylemlerle nasıl eklemlendiğini inceleyen Sarıtaş, “öz-anlatı” (self-narrative) olarak nitelendirdiği üç metni inceliyor. Bu metinler, 19. yüzyıl mutasavvıfı Aşçı (Halil) İbrahim Dede’nin hatıratı, doktor Rıza Nur’un anıları ve tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi. Aşçı Dede’nin hatıratını tasavvufi öz-anlatılar ile modern otobiyografi arasına konumlandıran Sarıtaş, Dede’nin mecazi aşkları ve evliliğinin uyum içinde sürmesini söylemsel farklılıkların bir arada olmasına bağlıyor. Bu bölümün ikinci kısmında Sarıtaş, homoerotik arzularını erkekliğini ve Türklüğünü kaybetmemek için inkâr eden “mizantrop” Rıza Nur’un homososyal bağlardan kopuşunu ve Cumhuriyet politikaları ile içinde olduğu çatışma sebebiyle hetero-zamansallıktan dışlanışını inceliyor.
“[Ç]ok parçalı, çizgisel zaman kurgusuna direnen” (s. 148) ve hetero-zamansallığı kesintiye uğratan Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi ikinci bölümün son kısmında ele alınıyor. Orhan Pamuk’un, İstanbul Ansiklopedisi’yle Koçu’nun İstanbul’un tarihini kendi benliğinin tarihine çevirdiği savından hareketle Sarıtaş ansiklopediyi queer bir “öz-anlatı” olarak kabul ediyor. Her ne kadar Aşçı Dede’nin ve Rıza Nur’un hatıraları ve ansiklopedi “arasındaki türsel farklılıkları görmezden gelmediği[n]i” (s. 142-143) belirtse de ben İstanbul Ansiklopedisi’ni bir “öz-anlatı” olarak okumamanın aslında Sarıtaş’ın dikkat çekmeyi amaçladığı cinsel modernleşme sürecindeki gerilim ve çatışmalarla ilgili daha çok fikir vereceği kanaatindeyim. Sarıtaş, ansiklopedinin “Koçu’nun benliğine, hatırlama biçimine ve deneyimlerine dair pek çok şey söyle[diğini]” (s. 214) iddia ediyor. Bu iddiaya daha yakından bakmak istiyorum. İstanbul Ansiklopedisi’nin Koçu hakkında bir şeyler söylediğine katılmamak elbette mümkün değil. Fakat, bu metnin öznesi Koçu değil, Koçu’nun farklı zamansallıkları bir araya getirerek hayal ettiği İstanbul ve İstanbul’un içinde barındırdığı yapılar, pratikler ve öznellikler. Koçu, ansiklopedi maddelerini yazarken ansiklopediye İstanbul’la ilgili neyin dahil edileceği ya da neyin dışarıda bırakılacağı ile ilgili bir dizi karar veriyor. Bu dahil edişler ya da dışarıda bırakışlar bize Koçu’nun İstanbul’a dair –ansiklopedi boyunca değişen– önceliklerinin ve daha önce Rüstem Ertuğ Altınay’ın da tartıştığı Koçu’nun queer arşiv pratiklerinin izini sürebilmemiz için önemli bir kaynak. Başka bir deyişle, ansiklopedi Koçu’nun İstanbul’la ilgili bahsetmeye değer bulduklarının üzerine kurulu bir metin, ama bu, İstanbul Ansiklopedisi’ni bir “öz-anlatı” olarak değerlendirmeye yeter mi, emin değilim. Öte yandan, Sarıtaş’ın İstanbul Ansiklopedisi’ni Eve Kosofsky Sedgwick’in “anlık taksonomi” kavramı ve onarıcı yöntemler ile incelemesi, ansiklopediyle ilgili tartışmalara yeni bir boyut kazandırıyor.
Kitabın üçüncü ve son bölümünde heteroerotizm, kadınlık ve erkeklik kurgularının yanı sıra kadınsılık ve erkeksilik hallerini de edebiyattaki züppe figürü, erkek kıyafetindeki kadın ve kadın homoerotizmi temaları çevresinde tartışılıyor. Şair Evlenmesi, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, Levâyih-i Hayât gibi metinler aracılığıyla aile ve arkadaşlığa dayalı evlilik fikrinin edebiyattaki yansımalarına işaret eden Sarıtaş önceki bölümlerde bahsettiği mecazi aşktan farklı olarak Osmanlı romanında tenselliğin evliliğin temel öğelerinden biri haline gelmesi sürecini, nasihat literatürüne ve müstehcen edebiyata bakarak da takip edebileceğimizi söylüyor. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yayımlanan müstehcen edebiyat metinlerini, evlilik ve erotizmin arasındaki ilişkiyi güçlendiren bir külliyat olarak değerlendiriyor. “Modern cinsellik inşasının bir bileşeni” olarak ele alınabilecek ve “hangi cinselliklerin meşru olduğunun sınırlarını çize[n]” (s. 255) bu metinlerin erkekler için kabul gören arzu nesneleri hakkında bize fikir vereceğini iddia ediyor. Osmanlı romanındaki züppe figürünü Ahmed Midhat Efendi’nin Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanı üzerinden yeniden ele alan yazar, Araba Sevdası, Şık, İntibah, Zehra, Sergüzeşt gibi metinlere de incelemesi boyunca değiniyor. Bu bağlamda Julia Kristeva’nın zelil (abject) kavramıyla züppenin inşasındaki narsisistik arzuyu irdelemesi bence Osmanlı romanında züppe figürü tartışmalarına önemli bir katkı sunuyor. Erkek kıyafetindeki kadın figürünün yüzyıl sonu heteroerotik anlatılarını nasıl istikrarsızlaştırdığını yine bir Ahmed Midhat Efendi romanı olan Dürdane Hanım’a yoğunlaşarak inceleyen Sarıtaş, son kısımda ise Hamamcı Ülfet, Bir Zanbağın Hikayesi, Zaniyeler, Çıkmaz Sokak, Miras gibi metinlerle kadın homoerotizmine odaklanıyor.
Sarıtaş’ın 19. ve 20. yüzyıllarda gerçekleşen cinsel modernliğe dair yapmış olduğu çalışma, dipnotlarında da pek çok farklı kuramsal tartışmaya işaret ediyor. Örneğin, Alan Mikhail’in kahvehanede hizmet eden oğlanların mekânı bir cinsiyet heterotopyasına çevirdiği argümanına yaptığı atıf, meyhane ve hamamı da kapsayan Osmanlı cinsiyet heterotopyaları üzerine yapılacak bir çalışmanın potansiyelini akla getiriyor. Müstehcen edebiyat ve modern cinselliğin inşası bağlamında değindiği Zifaf Gecesi: Harem Ağasının Muâşakası erken modern dönemde ayrı bir kategoriye ait olarak görülen haremağasının metinde, fallus merkezli bir toplumsal cinsiyet modeli üzerinden işaretlenmesi aslında Sarıtaş’ın dikkat çekmek istediği heteronomatif söylemlerin kurgulanışına dair bir tartışma sunabilir. İlaveten Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanı incelemesinde narsisistik yaraya ve anneyle kurulan ilişkiye dair verdiği referans, incelemesinin kapsamı ve sınırları gereği –şimdilik– dipnotta kalsa da bu alanda yapılacak çalışmaların bir başlangıç noktası olarak görülebilir.
Çoğu zaman tarihselliği göz ardı edilen ve tarih ötesi bir kavrammış gibi ele alınan heteronormatif söylemlerin üretiliş sürecindeki norm ve norm-dışının ilişkiselliğini farklı metinleri bir araya getirerek tartışan Sarıtaş’ın hazırladığı bu detaylı çalışma Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’deki toplumsal cinsiyet politikaları üzerine tarihsel ve kuramsal çerçeveler sunan önemli bir katkı.
•