Entelektüel birikimin edebî üslûpçulukla, edebî üslûpçuluğun da okuru yakalayan akıcı anlatımla harman edildiği kendi kendisiyle saklambaç oynayan polisiye bir metin var burada...
ÖMER ALTAN
Peter Ackroyd İngiliz kültürünün arkeoloğu denebilecek bir isim. Biyografileriyle belgelediği târihî figürlerin kadim kenti Londra'yı romanlarında kurgusal bir pelerinle sarmalıyor. Böylece gerçeği sanatsallaştırırken, sanatsalı da olgulara yamalayarak özgün bir Londra dokusuna ulaşıyor. Yazarın külliyatını akışkan eserlerle bütünlenen monolitik bir kültür anıtı haline getiren de bu yaklaşımı.
Yaşananların yaşanabilecek olanlarla hizâlandığı roman genişletilmiş bir gerçeklik vaat etmekte. Yazar gözde temlerini bir kez daha, zevkli bir okuma serüvenine dönüştürmüş. Sanat, târih, suç, kötücüllük ve tekinsizlik birbirine karışıyor. Karl Marx'ın, Dan Leno'nun, George Gissing'in arşınladığı Londra sokakları okuyucunun gerilim ve merak içindeki dimağında cinayet sorgusunun bir parçası oluveriyorlar. Günlük yaşamın tiyatroları Sahne dünyasının gösterileriyle iç içe geçerken, katillerle sanatkârlar sosyal yaşantıların kıyısında dikkat çekme mücâdelesi içinde debeleniyorlar. Elizabeth Cree'nin îdamını izliyormuş gibi izliyor halk karanlığın yayılmasını.
Heyecan yüklü olay örgüsünün şehir kültürünün yaşam dolu katmanları arasında ivmelendiği bu gizem romanı Burçin Karamercan'ın özenli çevirisiyle takdim edilmiş. 1880 yılında, Karındeşen Jack'in sahneye çıkmaya hazırlandığı bir zaman diliminde geçiyor anlatılanlar. Mitik karakterlerin doğuşuna imkân veren dönem Londra'sını soludukça, gölgelerin içinde boy atan şehir efsâneleriyle haşır neşir hale geliyoruz. Şehir bir kuvöz gibi suça bulanmış figürlere yaşam gücü sağlamakta. Kentleşmenin bulanık ikliminde, sosyal sınıfların oluşturduğu kast sisteminin dışına çıkabilen iki grup mevcut, Sanatçılar ve suçlular. Bu etkinliklerin kesiştiği enlem boylamlarda ise modern mitler ürüyor. Müzik ve dansla oyalanan kalabalığın sıkıntısı katlanarak arttıkça insânî bağların maddeyle takas edildiği dünya ucûbeler peydahlıyor.
Viktorya dönemi İngiltere'sinin ikili karakteri üzerinde yükselen bir gündelik gerçekliği tasvirledikçe satırlar, suçun tiyatrolaştığı, haberin magazinleştiği, yaşamın eğlencelik kalıbına döküldüğü ortak bir düzleme çekiliyor okuyucu. Günümüz dünyasının antikitesine sondaj yaparak hikâye, kent denen canavarın saldırganlıkla şiddete sunduğu medeniyet maskelerini vitrine çıkarıyor, o günden bugüne içine kısıldığımız gösterileşen yaşantının ilk tezâhürlerini gözler önüne seriyor. Cinsel sıkışmanın kompleksleşen ilişki skalasında yarattığı dalgalanmalar gelişigüzel cânilikleri ağzı sulanarak izleyen bir güruha yol vermekte. Bu ilgiyi sömüren medya odaklarının ve suçluların çerçevesini çizdiği bir kamusal alanda geçiyor günler. Londra sisinde gezinen bir seri katil yeni çevresine uyum sağlamakta zorlanan şehir insanının bilinçaltından doğuyor.
İngiliz denemeci Thomas De Quincey'i işâret ettiği durumlar aracılığıyla roman, 1827 yılında yayımlanan "Güzel sanatların bir dalı olarak cinayet" metninden beslenen naturasını selâmlıyor. Böylelikle, tabakalar halinde kurulmuş roman mîmârîsi, metin bağıntıları ve oyunbazlıkla yaklaştığı katı gerçekler aracılığıyla kendi üzerine kapanan dâiresel kurguyu destekliyor. Otobiyografi ve günlük parçalarıyla çeşitlenen anlatı, târihsel veriyi kurguyla birleştiren vâkıa seyrine paralel biçimde, sübjektif ifâdeyi objektif olanla kaynaştıran çoğulcu ve yanıltıcı bir sesi sahipleniyor. Tiyatro ve göz boyama arasındaki ilişkiye yapılan vurgu, modern sonrası romanın yapmacıklığını yankılar biçimde kavrıyor yapıtı. Anlatılan ile anlatım tercihleri sonsuz aynalar misali birbirlerine gönderme yapıyorlar.
Böylelikle okur, edebî ve dönemsel referanslarla gerdiği gerçeğe benzerlik perdesinde sergilediği Viktoryen gölge oyunuyla göz boyayan soğukkanlı bir yazar buluyor karşısında, fakat ciddi değil bu yazar, oluşturduğu göz kamaştıran esere hayran hayran bakanlarla bir yandan da alay ediyor. Cinayet işledikçe insanüstüleşen katil figürüne benzer biçimde, yazar tuzaklar içinde tuzaklar yaratarak peşinden çağırıyor okuyucusunu. Kendisine inanacak kadar saf olanları Kötücül kahkahaların çınladığı Londra sokaklarında tehlikeli bir sergüzeşte sürüklüyor.
Entelektüel birikimin edebî üslûpçulukla, edebî üslûpçuluğun da okuru yakalayan akıcı anlatımla harman edildiği kendi kendisiyle saklambaç oynayan polisiye bir metin var burada. Acımasızlığın sanata dönüştüğü bir gövde gösterisi. Kültürel arka planla hemhal edilen hikâyeciliğin parladığı, her yönden doyurucu bir dedektiflik anlatısı. Sınıf sisteminin katı boyunduruğunda nefes alamayanların, artan yozlaşmayı göz ardı etmek istercesine ağırbaşlılık makyajına bulananların mercek altına alındığı bir suç romanı. Viktorya döneminin rasyonellikten uzaklaşan genel eğiliminin ışığında, kirli ve çâresiz olanın yüksek kültür prizmasından yansımasına olanak sağlayan amansız bir kitap.