Çiftlik: Annelik A.Ş.

Çiftlik

Çiftlik

JOANNE RAMOS

çev. Tuğçe Aysu İthaki Yayınları 2022 380 s.

"Hiçbir karakter salt kötü veya salt iyi değil elbet, tıpkı gündelik yaşam gibi! Her birinin kendi açmazları, dolayısıyla kendilerine has çabaları var. Çiftlik’i okurken önyargıları bir kenara bırakmak lazım, çünkü her bir karakter kadınlık hallerinin farklı haletiruhiyelerinden geçiyor... Joanne Ramos gözlem yeteneği, hikâye toplayıcılığı ve karakter analiziyle dünyanın kadın bedeniyle ilgili yaklaşımlarından bir bölümünü içeren taşıyıcı annelik kavramını incelikli olarak, gerçekçi bir biçimde ele alan kurgusal bir eser oluşturmuş..."

AYÇA CEYLAN

Annelik dendi mi akan sular durur, bilirsiniz. İdeolojiler ötesidir, anlamlar onda birleşir. Hal böyle olunca da annelik üzerinden öyle çetrefilli oyunlar inşa edilir ki, bir anda kendimizi oyunun içinde buluruz. ‘Yok, ben dışındayım’ vurgusu bile oyunun merkezine göre bir tanımlamadır zaten. Peki, insan seçimlerini nasıl yapar? İyi olmak-kötü olmak, zengin olmak-fakir olmak, adaletli olmak-zalim olmak, doğru olmak-yanlış olmak, güzel olmak-çirkin olmak… Hakikaten insan bu kavramlardan birini tam olarak deneyimleyebilir ve sindirebilir mi? Bu soruların cevaplarının –ki çoklu seçeneklidir– çok uzun bir geçmişi var. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği barındıran beden politikalarının inşasında bahsettiğim bu durumlar ilmek ilmek işlenirken bedenlerimiz hakkında neler oluyor, neler söyleniyor, neler yapılıyor diye bakmakta fayda var.

Okumuş olduğunuz cümleler, Joanne Ramos’un İthaki Yayınları tarafından Tuğçe Aysu çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Çiftlik isimli romanının kapağını kapattıktan sonra iç sesimin dış dünyaya yankısıydı. Kitap Hudson Vadisi’nde lüks bir inziva alanı olarak tasarlanan Golden Oaks (Altın Meşeler) çiftliğinde maddi sıkıntılar çeken taşıyıcı annelerin doğuma kadar olan süreçlerinde yaşadıklarını göçmenlik, toplumsal cinsiyet, kapitalizm, Amerikan rüyası dörtgeninde ele alıyor. Karakterlerin kitaptaki bugünlerini flashback’ler aracılığıyla ayrıntılı bir biçimde dışavuran yazarın öncelikli olarak kendi hayatına bir bakalım. 6 yaşındayken Filipinler’den Amerika’ya göç etti. Büyük aile yemekleri ve eğitim hayatında Asyalı bir kadın olmak derken Wisconsin’de iki dünya arasında büyüdü. Romanının sonunda yer alan yazarın notunda Princeton Üniversitesi’ni varlık, sınıf, deneyim ve fırsatlar açısından derin bir eşitsizlikle karşılaştığı ilk yer olarak tanımlıyor. Finans alanındaki kariyerini The Economist’in yazarı olmaya dönüştüren Joanne Ramos, Manhattan’da tanıdığı Filipinlilerin sadece arkadaşları için çalışan bebek bakıcıları, dadılar, temizlikçiler olduğunu fark etmiş. Yaşamda bazı fark ediş anları dönüştürücü bir etkiye sahiptir. Joanne Ramos için de bu fark ediş yeni arkadaşlıklar edinmesine, hikâyeler toplamasına vesile olmuş. Hikâye demişken, yazar The Moth ismindeki bir hikâye anlatıcılığı grubunun da yönetim kurulunda. 1997 yılında New York’ta kurulan ve kâr amacı gütmeyen grubun üyeleri arasında ödüllü yazar Neil Gaiman ve Fountain filminden tanıdığımız senarist, yapımcı Ari Handel de var.

Joanne Ramos

Romanın en sevdiğim yanlarından biri karakterlerin toplumsal gerçekçi inşasıydı. Genç yaşta okulu bırakıp evlenen ve anne olan Filipinli çocuk bakıcısı Jane; orta üstü bir aileden gelen, yüksek eğitimli ve babasıyla sorunları olan Reagan; zenginlerin arasında çocuk bakıcılığıyla ün yapmış ve Jane’in teyzesi olan, yaş almış Ate; Golden Oaks Çiftliği’nin yöneticisi ve yüksek eğitimli, Çin kökenli Mae ile beraber okuyucunun olaylara farklı perspektiflerden bakabilme imkânı var. Hiçbir karakter salt kötü veya salt iyi değil elbet, tıpkı gündelik yaşam gibi! Her birinin kendi açmazları, dolayısıyla kendilerine has çabaları var. Bu romanı okurken önyargıları bir kenara bırakmak lazım, çünkü her bir karakter kadınlık hallerinin farklı haletiruhiyelerinden geçerken bir bakmışsınız Mae’siniz, bir bakmışsınız Reagan ya da burada ismi yer almayan, ancak romana dahil olan kadınlardan biri. Romanda erkek karakterler sahnenin arkasında, ancak yine de onların olayların akışına müdahale edebilecek iktidar konumunda oldukları dile getiriliyor. Örneğin çiftliğin yöneticisi Harvard mezunu Mae’nin sürekli kendini Golden Oaks’un sahibi Leon’a kanıtlaması gerekiyor. Sörf ve seyahat tutkunu Leon ile özel üyelikle girilebilen bir kulüpte gerçekleşen iş toplantılarının stres yükünü haliyle Mae üstleniyor. Böyle ifade edilince, beyaz yakalı yönetici kadınların sıkça karşılaştığı bir durum desek yanılmayız. İş dünyası kadınlar için daha ağır koşullarla örülmüş, bunun etnik kökenle ve/veya ülkelerle ilişkisi de sanıldığı kadar basit değil.

İş dünyasının taşıyıcı annelikle olan bağlarını vurgulamak Çiftlik romanı üzerine düşünürken değinilmesi gereken bir başlık. Ev sahibi diye tanımlanan taşıyıcı anneler, hiper zengin müşteriler, en iyi olanaklarla gelişen fetüsler, organik yemekler, anne karnındayken fetüslere UteroSoundz aracılığıyla dinletilen entelektüel içerikler, rahim sağlığı için taşıyıcı annelerin gündelik egzersizleri ve doğuma kadar modern bir panoptikoniçerisinde gözlem altında olmaları pitoresk New York-Hudson Vadisi manzaralarıyla bir araya gelince bu bir distopya denebilirdi pek tabii. Ancak taşıyıcı anneliğin zaten bir iş kolu olduğunu ve bazı ülkelerde yasal koşullardan ötürü daha da geliştiğini biliyoruz. Ukrayna, Gürcistan, ABD, Hindistan bu ülkelerden sadece birkaçı. Google’da Ukrayna ve taşıyıcı annelik yazmanızı öneririm, çünkü araştırmalarıma göre Ukrayna hem yasal koşullar hem de ekonomik bakımdan taşıyıcı anne endüstrisinde büyük bir paya sahip. Aramanızda karşınıza taşıyıcı anne adayının bulunmasından doğuma kadar olan sürece kadar çeşitli sözleşmeler ve çeşitli fiyat aralıkları geliyor. Bir de Ukrayna-Rusya savaşı sürerken taşıyıcı anneler, biyolojik ebeveynler ve bebeklerin durumuna yönelik haberler var! Dünyada halihazırda zaten var olan bir durumu distopya diye tanımlamak doğru olmaz. Bu nedenle Joanne Ramos gözlem yeteneği, hikâye toplayıcılığı ve karakter analiziyle dünyanın kadın bedeniyle ilgili yaklaşımlarından bir bölümünü içeren taşıyıcı annelik kavramını incelikli olarak, gerçekçi bir biçimde ele alan kurgusal bir eser oluşturmuş demek bana daha doğru geliyor.

Kitapta iş ve teknoloji dünyasına kinayeli göndermeler mevcut. İş dünyasının dergilerinin sıkça değindiği “30 yaş altı ilham veren girişimciler”, “30 yaş altı 30 fetüs” ile Reagan karakteri üzerinden bir eleştiriye maruz kalıyor. Taşıyıcı annelerin çiftlikte oldukları süre boyunca taktıkları zindelik bantları da tabii akıllara giyilebilir teknolojiyi getiriyor. Çiftlik, günümüz meselelerini ele alma biçimiyle de yaşayan bir roman olduğunu gösteriyor.

Sadece romanı okurken Lisa karakterinin neden kendi adına bir bölümü yok diye sorguladım. Romanın inşasında Jane, Mae, Ate ve Reagan ile beraber epeyce aktif. Ve bazı düğüm noktalarının çözülmesi, çiftlikte dönen sırların ortaya çıkması ise onun sayesinde. Hadi gelin biraz Lisa’yı tanıyalım. Lisa tıpkı Reagan gibi orta üstü bir aileden gelen ve yüksek eğitimli bir kadın. İkinci kez ev sahibi olmayı seçmiş. Müşterileri, diğer müşterilere göre kendini daha özgürlükçü diye tanımlıyor. Böyle olunca Lisa her ne kadar Mae’nin kafasında sorun çıkaran bir kadın olsa da, çiftlik hayatı devam ediyor. Lisa hamileliği esnasında cinsel ihtiyaçlarının olduğunu dile getiren tek konak. Zaten gizlice çiftliğe giren sevgilisiyle aktif bir cinsel hayatı var. Kendi cinselliği uğruna Jane’in ceza almasına neden oluyormuş gibi gösterilse de, Jane’in kızı Amalia’yı görmesine de aktif olarak yardımcı olan biri. Açıkçası Lisa’nın bir bölümümün olmaması romanın kadın cinselliğini biraz dışarda bırakmayı tercih ettiğini düşündürdü. Ya da Joanne Ramos algı yönetiminde insanları neredeyse denk bir biçimde sarsabilen annelik ve cinsellik kavramlarını aynı yoğunlukta vermeyi tercih etmemiş olabilir. Sonuç olarak romanın odak noktası annelik ve kadınlığın kapitalist dünyadaki durumu.

Çiftlik romanının İthaki baskısındaki kapak tasarımı kitabın Amerika baskısından farklı. Aslına bakarsanız kitabın birçok farklı kapak tasarımı var. Türkiye baskısında tercih edilen turuncu rengin baskınlığını çok sevdim. Kiminiz biliyor olabilirsiniz fakat arada anımsamalar iyidir; Mezopotamya’nın ana tanrıça kültlerinde ismi geçen hem kutsal anne hem savaşçı hem de aşkın, dolayısıyla cinselliğin temsilcisi İştar’ın da rengi tıpkı sakral çakranın rengi gibi turuncu.

Peki, bu kitabı kimler okusun derseniz, annelik konusuna –nihayetinde insan türüne ait her bireyin annelikle girift bir ilişkisi var– bir şekilde temas eden herkese öneririm.