BARIŞ SOYDAN
Labirent Yayınevi
Cemaatçinin Ölümü, soluk soluğa denebilecek bir kaçma-kovalamaca öyküsü olmanın yanı sıra bir gazetecinin kendisiyle hesaplaşma romanı da.
Ahmet Ümit, “Ustalıkla yazılmış bir polisiyeden başka nedir ki darbe” diye sormuştu, 221B dergisinde, darbelerle ilgili yazısında. Türkiye ne zamandır kalın bir polisiye romana benziyor. Detayları hâlâ tam olarak bilinmeyen bir darbe girişimi, halkın üzerine ateş açma emri veren darbeciler, darbenin önünde engel oluşturacağını düşündüklerini gözünü kırpmadan öldüren tetikçiler… Ustalıkla yazılıp yazılmadığı tartışılır ama Ahmet Ümit’in söylediği gibi polisiye romanlarla darbeler arasındaki benzerlik, memleketimizde gerçekten de büyük. Peki, hayatın kendisinin polisiye bir romana döndüğü ülkede, politikayı polisiye romana nasıl uyarlayacaksınız? Barış Soydan, Labirent Yayınları’ndan çıkan romanı Cemaatçinin Ölümü’nde, Türkiye’nin son beş yılını, cemaatçi bir karakterin esrarengiz ölümü sonrasında gelişen olaylar çevresinde anlatıyor.
Cemaatçinin Ölümü’nün odağında, FETÖ’nün devlet imamı olmakla suçlanan Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Gündüz’ün esrarengiz ölümü var. Barış Soydan’ın kahramanı Ufuk Lodos, Mehmet Gündüz’ün ölümü üzerindeki sır perdesini aralarken, cemaatçi bir bürokratın geçmişine doğru yolculuğa çıkıyor. Malatya’nın Yenidoğan ilçesinde, dindar bir çevrede yetişen Gündüz’ün, ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği’ni kazanmasında Cemaat’in payı büyüktür. Ama “bu dünyadan çok ahirete önem veren” karısı Mahinur’dan farklı olarak, Mehmet Gündüz, dünyevi zevklere düşkün, beş yıldızlı otelleri, pahalı mağazaları seven biridir. İktidar - Cemaat savaşının patlamasından kısa süre önce solcu edebiyat öğretmeni Pınar Çevikel’e âşık olur. Başlangıçta, Pınar’ın politik konulardaki “keskin” fikirlerini törpülemeyi umut etmiştir. Ama bu ilişkide değişen Pınar Çevikel değil Mehmet Gündüz olacak, Cemaat’ten uzaklaşmaya başlayacaktır. Tam o sırada Cemaat - İktidar savaşı patlamasıyla Mehmet Gündüz, FETÖ’nün devlet imamı olmakla suçlanır. Cemaat’e yönelik gözaltı dalgalarından birinde o da gözaltına alınır; bir süre sonra cesedi bulunur.
Mehmet Gündüz’ün esrarengiz ölümünün peşine düşen Ufuk Lodos, Barış Soydan’ın ilk romanı Boruotu Cinayeti’nde karşımıza Ergenekon ve KCK soruşturmalarıyla ilgili manipülatif manşetleri yazan bir editör olarak çıkmıştı. Cemaatçinin Ölümü’nde, onu çalıştığı gazeteden kovulmuş buluyoruz. Geçinmek için üstlendiği işlerden biri onun Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Gündüz’le tanışmasını sağlar. Kısa süre sonra Mehmet Gündüz şüpheli bir şekilde ölünce, Ufuk Lodos kendisini kanlı bir hesaplaşmanın ortasında bulur...
Cemaatçinin Ölümü, soluk soluğa denebilecek bir kaçma-kovalamaca öyküsü olmanın yanı sıra bir gazetecinin kendisiyle hesaplaşma romanı da. Ufuk Lodos, roman boyunca Mehmet Gündüz’ün ölüm nedenini aydınlatabilmek için zamana karşı yarışırken, bir yandan da gazetecilik günahlarıyla yüzleşiyor. Oldukça açık sözlü bir hesaplaşma bu:
2008, Ergenekon operasyonu günleri. Gazetelerin manşetlerini hatırlıyor musunuz? “Darbecilere darbe”, “Camileri bombalayacaklardı”, “Suikast silahlarını işte buraya gömdüler” ve diğerleri... Birçoğunu ben yazdım. Genel yayın müdürünün istediği gibi “salçalı” cümlelerle. Edebiyata meraklıydım, kalemim kuvvetliydi, okuduğum romanlardan aklımda kalan üç beş güçlü cümle vardı; iddianamelerin hiçbir inandırıcılığı olmayan satırlarını, savcıların kanaatlerini delil diye yutturmasını perdeleyecek cümleler... Gazeteci jargonuyla, “etli cümleler”, “köpüklü cümleler”, “salçalı cümleler”. İddianameleri, polis fezlekelerini, savcının sızdırdığı belgeleri okuyor, aklımda kalanları John le Carré romanlarının satırlarıyla harmanlıyordum…
Barış Soydan’ın yeni romanı, Türkiye’de güçlü bir damara dönüşemeyen politik polisiye türünün açığını kapatmaya yönelik cesur bir girişim. Kahramanı Ufuk Lodos ise Ahmet Ümit’in sözleriyle “Gerçek olmasını isteyeceğimiz kadar sıra dışı bir karakter.”