KAOUTHER ADİMİ
çev. Damla Kellecioğlu Deli Dolu, 2020 140 s.
Kadınlar görünmezdir ve evli kadınlar daha da görünmezdir. Cezayir'de de olsalar, Fransa'da da:
“Beni ağırlaştıran cebimdeki taşlar. Kederi ve sıkışan kalpleri anımsatıyorlar.”
Aile, toplumsal cinsiyet rollerinin öğretildiği, devlet tarafından da üretimin ve yeniden üretimin garantiye alındığı bir yapıdır. Amaç, toplum tarafından “ahlâklı” bulunan, “makbul” vatandaşlar yetiştirmektir. Bekâr kadın olmak ailelerle bezeli bir sistem içinde zorlu bir yaşama uğraşıdır. DeliDolu yayınlarından çıkan ve Damla Kellecioğlu tarafından dilimize çevrilen Cebimdeki Taşlar (2020) isimli kitabında Kaouther Adimi bekâr kadın olmayı anlatıyor. Yarı otobiyografik sayılabilecek metin, Cezayir-Paris arasında geçse de aslında her şey çok tanıdık; bildik.
Cezayir'de kadın olmayı Fanon şöyle tarif eder:
“Cezayirli erkeğin Cezayirli kadın karşısında tutumu açık ve nettir. Onu görmez. Kadının bedeninin şemailini algılamama, dikkatini vermeme yönünde kalıcı bir eğilim vardır hatta. Dolayısıyla, Cezayir örneğinde –ister tramvayda ister yolda olsun- bir bakışla, fiziksel duruşla, kasların gerilimiyle, karşılaşmalar fenomenolojisi kapsamında alışık olduğumuz rahatsızlık işaretleriyle betimlenebilecek bir cinsel karşılaşmayı tanımlayan hiçbir davranış yoktur”
(Fanon Kitabı, Haz. Azzedine Haddour, çev. Utku Özmakas, Dipnot Yayınları, 2017, s. 201).
Kadınlar görünmezdir ve evli kadınlar daha da görünmezdir.
Assia Djebar da 1987 yılında yayımlanan Gölge Sultan (çev. Aysel Bora, Kırmızı Kedi Yayınları, 2016) isimli metninde Cezayir’in evlenmek zorunda olan kadınlarından söz eder. Metne göre, yaşlılık kadınlar açısından huzurun geldiği dönemdir. Kırkında ya da altmışında hayat başlayabilir artık. Her şey bu yaşlarda kadının ayağına gelir, konuşulur, emir verilir, kadınlar krallığı hakkında kararı yaşlı kadınlar verir (s. 151). On yaşında küçük bir kız çocuğuyken kadın ilan edildikleri, kapatıldıkları günden beri yasaklı olan ara sokaklarda dolaşmanın vaktidir, kalabalık evi seyre dalmaktır yaşlılık… (s. 152).
Cebimdeki Taşlar’da da doğduğu yer olan Cezayir’i bırakarak Paris’de yaşamaya karar veren, yayıncılık sektöründe iyi de bir iş bulan 25 yaşındaki kahramanımız günümüzün Cezayir’inde ve Paris’te kadın olmayı, bekâr kadın olmayı seçmiştir; geleneksel yapıda olan ailesinin/annesinin ondan beklentilerini, evlilik baskısını, cinsiyetçi dili, göçmenliği, kendi içinde tartışma; iç dökme; eteğindeki taşları dökme hikâyesidir bize anlattıkları. Çocukluğundan itibaren maruz kaldığı, bütün kız çocuklarının erkekler tarafından maruz kalabileceği taciz olaylarını anlatarak başlar sözüne. Annesinin Cezayir’den gelen telefonları sık sık metnin akışını keserek okuru gerer. Anne sürekli hesap sorar ve beklentilerini/toplumun ondan beklentilerini sıralar: Geç saatte sokakta olmamak, evlenmek, Paris’den Cezayir’e bir an önce dönmek. Kızkardeşi evleniyordur. Onun da elini çabuk tutması gerekir. “Duydun mu? Bir tek sen kaldın!” diye her seferinde azarlar kızını. (s. 19)
Hiç değişmeyen hikâye “iyi kızlar” ve de “diğer kızlar” klişesine de yer verir yazar metninde. “İyi” olmayanların kötü hatıralarını göz önüne getirir: Bitmek bilmeyen iğneli sözler ve bakışlar. Gülüşlerinden ayırt edilir bir “kızlar” kategorisi. “Hahaha” ve “hihihi”. Hangisi hangisi kestirmek zor olmasa gerek. Bir de tabii “diğer” olan ruj sürer, sigara içer, ucuz parfüm sürer… (s. 48).
Ergenlik hiç dönüp bakmak istemediği bir dönemidir kahramanımızın:
“İnsanlar ergenliklerini özlemle andıklarında tüylerim diken diken oluyor. Annemin utanç dolu sözleri, okul, aşılar, gece, dökülen ve yerine yenisi çıkmamasından korkulan dişler yüzünden, ikinci bir şans sahibi olmak ve geriye dönmek istemiyorum.” (s. 97)
“Bekâr kadınların tecavüze uğrama olasılığı, evli kadınlarınkinden daha yüksekmiş” (s. 82). Metinde araya giren cümlelerdendir bu; kahramanın tedirginliği, erkek şiddeti (s. 89) okura hep hissettirilir. Bekâr olmak, heteronormatif düzen için rahatsız edicidir, tehdittir. Bekâr kadınların bu düzen içinde rahat edip etmediklerinden ya da nerelerde rahat ettiklerinden Lordoğlu da söz etmişti kitabında (İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak, 2018, İletişim Yayınları).
Kısacası, sistem kendini devam ettirmek için aileye ihtiyaç duyar. Bekâr olmak düzen bozuculuk anlamına gelir ama belki de “sözcüklerinin esiri olmuş, yalnızlığının esiri olmuş; evsiz, karmakarışık saçlı bir kadının kendi kendine konuştuğu bir ışıklar şehri var”dır (s. 137) bir yerlerde.
Neden olmasın?
•