Büyük sır, büyük aşk!

Dino-Buzzati

Büyük Portre Büyük Sır

DİNO BUZZATİ

çev. Esma Fethiye Güçlü Mart 2022 208 s.

Tatar Çölü, bir anlamda müphemlik ve belirsizlik çölüydü, bir türlü verilmeyen kararın kararttığı bir hayatın romanıydı. Büyük Portre Büyük Sır romanı da –İtalyan edebiyatının ilk bilimkurgu romanı olarak nitelense de– insan denen meçhulün gayret ve beyhudeliğine düşülmüş not gibidir.

NİHAT DAĞLI 

Hayat bir kompozisyon metni değildir; giriş, gelişme ve sonuç düzlüğünde akmaz. Ormana benzer o, epey müphemlik ve belirsizlik barındırır. İnsan, çok önceden başlanmış bir yolculuğa bir yerden katılır gibi hayata doğar ve arkasında akmaya devam eden bir yolculuk bırakarak hayattan kopar. Doğum öncesi ve ölüm sonrası belirsiz olduğu gibi, doğumla ölüm arasında yaşanan da müphemlikten nasiplenmiştir. İnsan en azından doğum ve ölüm arasında olanı belirsizlikten, müphemliğin doğurduğu tedirginlik ve kaygıdan kurtarmak için hayata müdahil olur, müdahaleci bir özne olarak belirir. Bir ormanı bahçe kılmak gibi olur çabası. Uçsuz bucaksız ormanın tekinsizliğine dokunarak, onu kesip biçerek, hayatı kendisi için bilinir, tahmin edilebilir kılar. Öte beriyi adlandırıp düzenleyerek kontrol altına alır. Ormandan bahçeye çevirir hayatı; giriş, gelişme ve sonuçtan oluşan bir metnin düzlüğünde yaşar, yaşamak ister. İnsan bunu yapar da, kimi durumlar gayretini beyhude kılar. Ne kendi üzerinden gelebilir ne de hayatın… Hayat da, kendisi de çerçeveden taşar, sınırları ihlal eder. Orman cini uyanır, ayaklanır, bir yerinden insana sızmanın yolunu bulur.

Kimi yazarlar tam da anlatmaya çalıştığımız beyhudelikle sonuçlanan bu gayretin resmini çizer. Dino Buzzati bu yazarlardandır. Okurunu bahçelerden alır, ormana bırakır; insanı düzlükte akan hayattan koparıp derinlere çeker. Bilinir olan çıkar aradan, bilinmeyen devasa bir cisim gibi dikilir insanın karşısına. Hayatın karşısında küçülür insan, yetmezliğini fark eder bir daha. İster, arzular, korkar, bekler ama isteyip arzuladığı nedir, korktuğu var mıdır sahiden, nasıl bir şeye benzemektedir? Cevapsız veya cevabı ertelenen bir soruya döner hayat. Beckett’in tiyatro metnine yerleşilir öylece: Godot gelir mi? Belki gelir, belki de hiç gelmez. Durup beklemek ne kadar anlamlı, ısıran bu belirsizliğe değer mi? O halde çekip gitmeli. Peki Godot gelirse! Ah, durum ne kadar da trajik!

Tatar Çölü, bir anlamda müphemlik ve belirsizlik çölüydü, bir türlü verilmeyen kararın kararttığı bir hayatın romanıydı. Büyük Portre Büyük Sır romanı da –İtalyan edebiyatının ilk bilimkurgu romanı olarak nitelense de– insan denen meçhulün gayret ve beyhudeliğine düşülmüş not gibidir. İki kahramanlı, iki bölümlü bir roman. Derdi de ikidir: müphemlik ve insanın köklendiği arzunun tatmin edilemezliği. İlk bölümünde Profesör Ismani’nin hikâyesi üzerinden silik, edilgen, hayat karşısında pasif, hep maruz kaldığıyla evrilen insanın müphemlikten geçişi izlenirken, ikinci bölümde rasyonel kişiliğin göstereni gibi duran bilim insanı Profesör Endriade’nin, arzu ve aşkının kayıp nesnesini hayata çağırmak adına düştüğü durumla kalınır.

İsmi olmayan bir üniversitede elektronik profesörü olan Ermanno Ismani günün birinde Savunma Bakanlığı’ndan şöyle bir teklif alır:

“Yüksek ulusal çıkarlarımızı ilgilendirdiği kadar bilimsel değeri de olan sıra dışı bir görev için en az iki yılığına askerî bölgelerimizden birine taşınmayı kabul eder misiniz?”

Bu görev nedir, çağrıldığı yer nasıl bir yerdir? Nükleer bir tesis midir burası, yoksa bir atom bombası üzerine mi çalışılmaktadır?

Dino Buzzati

Soruların cevabı yoktur, kimse bu cevapları bilmemektedir. Neşeli fakat korkak tabiatlı, otorite karşısında her zaman pısırık davranan, özensiz kılığı ve ürkek tavırlarıyla pek ciddiye alınmayan biriyken, niçin ve kim tarafından seçildiğini bilmeyen Profesör Ismani evet veya hayır demez, maruz kaldığı şey tarafından sürüklenir. Melville’in “Yapmamayı tercih ederim” diyerek güçlü bir itiraz ortaya koyan Kâtip Bartleby’ye karşılık, Ismani tercihte dahi bulunamayan, hayır diyemeyen, kendini yaparken bulan, hayat karşısında güçsüz biridir. Belirsizlik ve müphemliğin o gerilimli evreninde yolculuğa çıkar. Yolun bütün kavşakları onu korkutur, geri dönme isteği uyandırır ama bunu gerçekleştirecek gücü bulamaz kendinde. Kendisinden daha güçlü, kararlı eşiyle birlikte görev alanına varır. Burada romanın ikinci merkezî kahramanı, büyük sır olan projenin başındaki bilim insanı Profesör Endriade’yle karşılaşırız.

“Uzun yıllar önce, sevgili Ismani,” der Endriade, “henüz gençken, hatta daha mezun bile olmamışken kafama bir soru takıldı: Ruhun ışığı dedikleri şu şeyin, var olmak ve varlığını sürdürmek için bir insana ihtiyacı var mı gerçekten? Bizim dışımızdaki her yer karanlık mı? Herhangi bir beden, bir organizma, bir araç, uygun bir taşıyıcı bulursak bu büyüleyici fenomen gerçekleştirilebilir mi yoksa? Bir makine inşa etmekten bahsediyorum. Algıları bizim gibi olan, bizim gibi akıl yürütebilen bir makine inşa edebilirsek, kurşun gibi ağırlığıyla üzerimize çöken bu görünmez tümörü, yani ruhu, evet ruhu dindirebiliriz. Üstün insana yaklaşırız. Hatta daha büyük bir güce, bir çeşit tanrıya. Bu, bu nihayet acılarımızdan ve yalnızlığımızdan kurtulmanın bir yolu olacak.”

Projenin bu bilimsel açıklaması sadece kılıftır. Çünkü Profesör Endriade delilikle dahilik arasında salınmaktadır. Yıllar önce çok sevdiği, tutulduğu, evlendiği ama kendisini aldatan, sonra vefat eden karısı Laura’nın yokluğuna katlanamamakta, onu bir şekilde hayata çağırmak, var kılmak istemektedir. Bu projeyle yaratmaya çalıştığı, bir türlü tatmin olmayan arzusunun nesnesi Laura’dan başka bir şey değildir. Geniş bir ovada tesis ettiği yapıda Laura’yı canlandırmak, Laura’nın ruhunu bu mekanik gövdeye yerleştirmek peşindedir. Sesiyle, arzusuyla, çelişkileriyle mekanik gövdeli bir Laura yaratmak! Roman bir hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Yaratılan yaratıldığıyla yetinmez, bedenlenmek, bir tene kavuşmak, sevilmek, arzulanmak ister. Sınırları aşınca yaratıcıları tarafından parçalanmak durumunda kalır. “Hayatta iki trajedi vardır,” der Oscar Wilde, “birisi istediğini elde edememek, diğeri de istediğini elde etmektir.” Yaratıcı Endriade, Platon’un “yoksunluk arzusu” dediği bir idealizasyonla arzuladığı nesnesine kavuştum derken yanıldığını, bulduğunun arzuladığı şey olmadığını anlar.

Esma Fethiye Güçlü’nün özenli tercümesiyle Timaş tarafından yayımlanan romanı okurken zihnime iki düşünür, iki filozof düştü: Bauman ve Lacan… Bauman’ın Modernlik ve Müphemlik’te anlattığı durumları, Lacan’ın arzu etrafında söylediklerini düşündüm. Endriade bilimsel projesiyle maksadını gizlerken, Dino Buzatti de bir bilimkurgu gibi görünen Büyük Portre Büyük Sır romanıyla hep etrafında döndüğü insanın varoluşsal meselesini, modernlik durumunu örterek anlatmaktadır.

•