FIRAT POLAT
Edebi Şeyler Yayıncılık 2020 64 s.
“oda müziği” geçen yıl yayımlanan Burcu Vaazi kitabının altıncı şiiri. Şiirin üst kısmı bir seks sahnesindeki seslerden, noktalama işaretlerinden, boşluklardan, alt kısmı ise her dize sonuna yerleştirilen dipnotlardan oluşuyor. Bu yazıda bu şiirin geleneksel ontolojik kategorilerle anlaşılamayacağını iddia ediyorum.
Sanat ontolojisi sanat eserlerinin ne tür varlıklar olduğunu soruşturan alan. Ontolojik sorunlara bir örnek: Bir şiir kâğıda da yazılsa, bilgisayara da yazılsa aynı şiir. Yani şiirin varlık konumu şu an elimde tuttuğum kitaba indirgenemez. Bu sebeple şiir soyut bir nesne, bir kelimeler toplamı veya başka bir tür varlık olabilir. Bu tür sorunlar geleneksel ontolojileri sanat eserini diğer şeylerden ayıranın ne olduğunu araştırmaya yöneltir. Bu çerçevede, bir şeyi o şey yapan, şiiri şiir yapan, bir kediyi köpek değil kedi yapan özellikler o şeyin anlamından kaynaklanır. Bir özellikler kümesi bir nesne türünü diğer nesne türlerinden ayırır. Kavramsal sanat müzesindeki bir pisuara ya da bir bardağa belli anlamlar yüklendiğinde (örneğin “sanatın ne olduğunu sorgulatıyor”) bu anlamlar o nesneyi gündelik hayatta kullanılanlardan ayırır ve bir sanat eseri haline getirir. Elimde tuttuğum bardaksa, “bir şey içmeye yarayan nesne” anlamından ötürü sanat eseri değil, farklı türde bir nesne olur. Şimdi soruyu bir sanat eserini sanat eseri yapan anlamlar olarak değil, belli bir şiiri diğer şeylerden ayıran anlamlar olarak yeniden yazayım: Elimde Baudelaire’in “Hüznün Simyası” şiiri var ve o şiirin belli anlamları (bir tanesi şu olabilir: “bir şeylerin sürekli daha kötü olana dönüşmesi, böylece değersiz metalleri altına çevirmeye çalışan bir simyacı imajının tersine çevrilmesi”) taşıyarak başka bir şiir değil, “Hüznün Simyası” şiiri oluyor. Yani bu şiire onu diğer şeylerden ayıran anlamlar atfediliyor. Bu anlamları meydana getiren şiirdeki kelimelerin belli bir tarihte, tam olarak bu şekilde bir araya getirilmiş olması. “Hüznün Simyası”nın bir kelimesini değiştirirsem hâlâ aynı şiir midir? Kolayca “evet” demek zor, çünkü bir sözcüğün yerine diğerini yazmak metne içkin ilişkileri ve dolayısıyla anlamları değiştirebilir. “oda müziği” böyle bir geleneksel ontoloji anlatısına uyuyor mu?
“oda müziği” iki şeyden meydana geliyor: dizeler ve dipnottaki metin. Dizelerle başlayayım: 13. dizedeki “hı” sesleri yerine “hu”, “hu” sesleri yerinde de “hı” sesleri yazsam şiirin anlamsal dünyasında önemli bir değişim oluyor mu; ya da 14. dizede “evetcanımevetevet (ah)(ah)” yerine “evetevetevet (oh)(oh)” yazsam? Dizeyi neredeyse tamamen değiştirsem de aynı hissi elde ediyorum. Neden? Geleneksel ontolojinin mantığını tekrar yazıyorum: Şiir içkin anlamlara sahipse (yani şiiri başka şiirlerden ayırt eden içeriksel anlamları varsa) kelime değiştirmek mümkün değil: “oda müziği”nde kelime değiştirebiliyorum, dolayısıyla buradaki dizeler içkin bir anlama sahip değil. Bu dizeler bir ses tekrarı, bir taklit olarak anlam kazanıyor, şiirin dışında (gerçekten var olan ya da hayal edilen) bir olaydan söz ettiği ölçüde bir anlama geliyor. Dizeler bu olaydan türetilen, ikincil hale gelen bir hayalet, bir temsil oluyor, çünkü anlamı veren dizeler değil, olayın kendisi. Sadece kısa çizgilerden oluşan 19. dize bir sessizlik ânını temsil ettiği ölçüde bir anlam kazanıyor. Yatağın çıkardığı sesler “gıcır” sesiyle de aktarılabilir, “gacır” sesiyle de. Dipnottaki metin de bu türetme mantığını takip ediyor: Anlatılan bir hikâye var ve odak hikâyenin kendisi. Aslında dipnotlar şeklinde yazılması da iddiamı destekliyor, çünkü buradaki metin bir dize formunda değil, şiire yabancı, makalelere daha uygun bir teknikle yazılmış. Bu dipnotlardaki sevgili olma hikâyesini başka sözcüklerle de anlatsanız aynı hikâyeden söz edebilirsiniz: A ve B’nin bir müzede tanışması, aralarında gelişen arkadaşlık, B’nin doğum gününde A’ya hediye alması, o günün fotoğrafının paylaşılması, B hasta olunca A’nın ona çorba yapması ve sevgili olmaları. Dipnotlar bu olaylar bütününün sahip olduğu anlamlardan türeyerek ikincil bir varlık statüsüne sahip oluyor, yani bu şiirde durduğu haliyle değil, olayı taklit ettiği ölçüde. Burada bir ontolojiden değil, bir fontolojiden söz etmek gerekiyor. Font (gündelik anlamıyla) = yazının grafik tasarımı: Belli bir yazı farklı bir fontta yazıldığında yine aynı yazıdır. “Font” kelimesindeki temsil/tasarım mantığını olaylara uygularsak, bu şiir, şiirin dışında kalan olayların bir temsili olduğu ölçüde anlam kazanıyor. Aynı olaylar farklı tasarımlarla da aktarılabilirdi ve bu şiir yine amacına ulaşırdı. “oda müziği”nin var olmasının koşulu belli olayların fontu olması. Böylece geleneksel ontolojilerdeki anlam ve varlık ilişkisi bozuluyor, çünkü “oda müziği”ni diğer şeylerden ayıran ve ona bir varlık zemini veren metne içkin anlamlar değil.
Fırat Polat
“oda müziği”nin deneyimsel koşulları fontoloji sözcüğünün ikinci anlamını açıklıyor: Dipnotlar “[toplam okuma sürenizi sahne süresine eşitleyiniz]” ibaresiyle bittiği için “oda müziği”, iki ayrı ses-yazımının (seslerin yazılması, fonun aynı zamanda font olması: fon-t) aynı anda duyulmasını-okunmasını talep ediyor. Başlık da aslında bu dizeyi açıklar gibi: Oda müziği birkaç enstrüman için yazılan, çoksesli bir form. Peki dipnotlar ve dizeler nasıl aynı anda okunabilir? Okuma süremin sahne süresine eşit olması mümkün müdür? Gerçekten bir oda müziği eseri olsa iki farklı nota aynı anda çalınır ve basitçe ikisini de duyarım. Ama kâğıda baktığımda odağımı ya sadece sahneye ya da sadece dipnotlara yöneltebiliyorum. İkisini aynı anda deneyimlemenin tek yolu sahneyi hayal ederek aynı zamanda dipnotları okumak (belki hayali canlı tutmak için hızlıca yukarı aşağı bakarak). Böyle yaptığımda sahnenin tüm unsurlarını o bölümü tek başına okuduğumdaki gibi tüm açıklığıyla göremiyorum. Okuma deneyimimde sahne bir arka plana yerleşiyor ve bu yüzden bulanıklaşıyor. Eğer şiirin gerçekten var olduğu an bu okuma ânıysa, şiir kâğıt üzerinde durduğu haliyle var olamıyor demektir. İki şey aynı anda duyulabildiği halde iki şey aynı anda okunamadığından, “oda müziği” bir oda müziği gibi deneyimlendiğinde şiirin bir parçası zorunlu olarak eksiliyor, cansızlaşıyor, soluklaşıyor. Yalnızca zihnimde yeniden kurduğum haliyle var oluyor. Her okuyucu yeniden hayal ettiğinde şiir dönüşüyor, yeniden var oluyor ve okunmadığında kâğıtta görünen hali bir çelişkiye dönüşüyor: “oda müziği” isimli polifonik olmayan bir oda müziği, daha açıkça, oda müziği olsa üst üste var olması gereken ama arka arkaya dizilen bir ses-yazımı. “oda müziği” kendi başına bırakıldığında anlam çelişkisinden kaynaklanan ontolojik bir çelişki yarattığından bir fontolojiyi gerektiriyor: Yalnızca belli anlamları taklit ederek bir varlığı olduğundan font, yalnızca zihinde yeniden kurulduğunda bir varlığı olduğundan fon-t.
•