MONA CHOLLET
çev. Z. Hazal Louze İletişim Yayınları 2020 240 s.
Le Monde Diplomatique yazarlarından Mona Chollet, Bugünün Cadıları; Kadınların Yenilmez Gücü isimli kitabında 15. yüzyıldan 18. yüzyılın sonlarına kadar gerçekleşen cadı avının bugünkü dünyayı biçimlendirdiğine dikkat çekiyor ve cadıların direnişini anlatıyor. Chollet’ye göre cadı avları kadınlara karşı savaştır ve eğer cadı avları gerçekleşmeseydi, muhtemelen çok farklı toplumlarda yaşayacaktık.
Erkek egemen sistem yapısı özel yaşamdan kamusal yaşama, tüm kurumlarda ve söylem biçimlerinde kadınlar üzerinde etkisini sürdürmektedir. Bir kadın norm dışı, diğer ‘’ideal’’ kadınlardan farklıysa cadı ya da büyücü kabul edilir. Yalnız yaşıyorsa, hasta tedavi edebiliyorsa, şifacıysa cadı damgası vurulabilir, cezalandırılabilir. Çok çirkinse bu cadılık ve büyücülük özelliğidir ve şeytanın suretini gördüğü için suçlanabilir. Çok güzelse de –nsanı büyülediği ve aklını aldığı için– cezalandırılabilir.
Modernizm hem nüfus politikaları hem de ahlaki denetim açısından cinselliği denetim altına alır. 19. yüzyılın seküler tıbbı mastürbasyonu, ters ilişkiyi, eşcinselliği yasaklar. Normlar düzenliliği, sağlıklı ve bakımlı olmayı tarif eder. Heteroseksüel ilişkiler ve bu ilişkileri yasal çerçeve içinde yaşamak düzenlenir. Kadınların ev içinde, erkeklerinse kamusal yaşamda varlıkları uygun görülür. Bekâret “namus” ve “iffet”in simgesi haline gelir. Geçmişte de günümüzde de kadınlara dayatılan politikalar farklı değildir. Aile içinde üreme merkezli cinselliğin örgütlendiği, tıbbın bireyselleştirildiği, koruyucu sağlık uygulamalarından vazgeçildiği uygulamalardır sözü edilen.
Le Monde Diplomatique yazarlarından Mona Chollet, Bugünün Cadıları; Kadınların Yenilmez Gücü isimli kitabında 15. yüzyıldan 18. yüzyılın sonlarına kadar gerçekleşen cadı avının bugünkü dünyayı biçimlendirdiğine dikkat çekiyor ve cadıların direnişini anlatıyor. Chollet’ye göre cadı avları kadınlara karşı savaştır ve eğer cadı avları gerçekleşmeseydi, muhtemelen çok farklı toplumlarda yaşayacaktık. Kitabında yazar, cadılığı sahiplenen, baskılara direnen kadınlardan örnekler vererek “yakamadıkları cadıların torunları” olan tüm kadınları cadı olmaya davet ediyor. Chollet’ye göre cadılıkla suçlanan kadınlar daha çok bağımsızlığından ödün vermeyen, bekâr kalmayı seçen, yani erkek egemen sistemin dışında kalan kadınlardan oluşur. Cadı avlarının yaşandığı dönemde kadınlar üretim ve çalışma dünyasından men edilir, zanaat öğrenimi formelleştirilirken meslek örgütlerinden dışlanırlar (s. 38). Bu da erkeklerin işine gelen bir durumdur şüphesiz.
Baskı ve denetim mekanizmasının en somut gerçekleştiği yer kadın bedenidir. Beden kelimesinin kökü Fransızcada corps yani korseden gelir; ruhu ve organları sıkı sıkıya saran bir kılıf anlamında. Arapça kökü ise badan yani zırh, ya da vucūd yani varoluş/mevcudiyet anlamını taşır. Beden din, yasalar, ahlak kuralları üzerinden tahakküm altına alınır, nesneleştirilir. Batı’da yaşanan cadı avları tesadüf değildir. Bu avlar kadın cinselliğini ve doğurganlığını denetlemek anlamına gelir. Nüfus politikalarının uygulamalarından biridir. Cadı avlarında damgalanan kadın imgesinin karşısına çıkarılan kadın güçsüzdür, pasiftir, kontrol edilmesi gerekendir. Beden üzerinden normal/anormal ya da patolojik, ahlaklı/ahlaksız, namuslu/namussuz, kirli/temiz, engelli/sağlam gibi ikilikler, paralel kategoriler yaratılır. Kadın bedenine sahip olmak bile kişiyi şüpheli kılmaya yetmektedir (s. 21). Cadılıkla suçlanan kadınların katli dinî kitapların uygulatıcılarından olan Engizisyon eliyle başlar. Burada önemli bir bilgi aktarır Chollet: “Cadılık iftirasının doğuşu 1454’te matbaanın icadıyla aynı döneme denk gelir ki matbaanın bu iftiranın yayılmasında önemli bir payı vardır ve 18. yüzyılın sonlarına kadar kuzeyi ağırlıklı olacak şekilde tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Cadılıkla suçlananların büyük çoğunluğunun kadın olması elbette tesadüf değildir.
Mona Chollet, Bugünün Cadıları isimli kitabında cadılık yaftasını sahiplenip edebiyattan, sinemadan, popüler kültürden, feministlerin söylediklerinden ya da onlar hakkında söylenenlerden verdiği örneklerle metnini zenginleştiriyor. Örneğin, Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins kitabı çıktığında (1949) eleştirmen ve yazar André Rousseau şöyle der: “(Kadına) kendinden ödün vermenin sonucunda sonsuz zenginliklere ulaşabileceğini nasıl anlatabiliriz?” (s. 85)
Chollet’nin dikkat çektiği en önemli noktalardan birisi de kadınların yaşıyla ilgili antipati uyandıran (ya da korkulan) en önemli unsurun tecrübe oluşudur. Sayısız yaşlı kadının odun ateşinde yakılmasının sebebi budur (s. 166). Tecrübeli, bilge kadından korkulmasıdır. Yaşlı kadınlardan tecrübeleri dolayısıyla çekinildiği gibi, yaşlanan kadın bedeni de gerçek bir iğrenme hissi uyandırır (s. 170). Vaazlarda ve pastoral şiirlerde yaşlı kadının şeytan gibi gösterilmesi, 16. yüzyıldaki kadın kıyımına doğrudan sebep olan fiziksel iğrenme kodlarını inşa etmiştir (s. 172). Bu iğrenme kodları hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Kristeva’ya göre iğrenç olan (abjection), toplumsal ve simgesel düzene uymayan ya da bu düzeni bozan, düzenin dışında bırakılması, ahlaksız sayılması, sınırların dışında olması gerekendir. İğrençlik, çeşitli yasaklar, gelenekler, sınırlamalar yoluyla sistematik olarak dışarıda bırakılma sürecidir. “Saf olmayan, iğrenç olan” sınıflandırmayı bozar, düzensizlik yaratır. Bu düzensizlik erkek egemen düzene karşı gelendir. Ve de erkeği yani erkek özneyi yaratmak için kadınları öldürürler. Bu katliamın devam ettiğini söylemek hiç de yanlış olmaz.
Chollet kitabında çocuk sahibi olmak veya olmamak gibi kararlarını özgürce dile getirebilen, türlü biçimlerde süren gençlik, güzellik dayatmasına karşı olgunluğun ve tecrübenin emaresi olarak saçlarının beyazlamasını gururla izlemeyi seçen kadınları bugünün cadıları olarak adlandırıyor. Feminist olsun olmasın tüm kadınlara seslendiği kitabında, toplumun cadıları, ebeleri avlayarak kendini nelerden mahrum ettiğinden, gelişime ve aktarıma dair nelere engel koyduğundan söz ediyor ve de hepimizi cadı olmaya çağırıyor. Bu çağrıya kulak vermek gerekmez mi?
•