GÖZDE KAZAZ, İLKSEN MAVİTUNA
Metropolis Yayıncılık 2018 136 s.
Bu Ülkeden Gitmek’in en güvenilir özelliği, yazarların önce kendi sosyal çevrelerinde gözlemledikleri, sonra dijital medyada karşılarına çıkan ve nihayetinde de yaygın medyada tartışma konusu olarak yer alan bu yeni göç biçimini herhangi bir istatistik, sayısal veri kullanmadan direkt anlatması...
Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna’nın 2018 yılında kaleme aldıkları Bu Ülkeden Gitmek kitabı Türkiye’nin geçmişindeki farklı göç olgularına yenisini ekleyen, Türkiye’nin sosyo-kültürel değişiminden, gidişatından, rahatsızlık duyan, “bunalmış” orta-üst sınıf mensubu göçmenlerin göç sebeplerini anlatıyor. Toplumda her an artarak devam eden ekonomik, politik, sosyolojik, psikolojik baskı ise kitabın derdinin güncelliğini hâlâ koruduğunu açıkça gösteriyor.
Türkiye’de göçmenlik konusunu tarihlendirecek ve isimlendirecek olursak üç farklı göç zamanlaması ve olgusu ortaya çıkıyor. İlki 1960’larda işçi olarak ‘ekmek parası’ için çoğu Almanya’ya giden ‘ekonomik göçmenler’, ikincisi 12 Eylül askerî darbesinden sonra yurtdışına ‘kaçmak’ zorunda kalan siyasi göçmenler, üçüncüsü de 1990’ların sonunda başlayıp günümüze kadar devam eden, ‘beyin göçü’ olarak adlandırılan, ‘kalifiye eleman göçmenleri’. Tüm bunlara ek olarak, özellikle bir ‘ihtimal’ olarak doğan, ancak AKP hükümetinin ‘bizzat emri vermesiyle’ çok sert bir biçimde sonlanan, insanların can verdiği, yaralandığı, sakat kaldığı 2013’teki Gezi Direnişi’nin ‘hiçbir şey yapamama’ halini alarak yurttaşların ülkeye dair umutlarını söndürdüğü ‘duygusal göçmenleri’ de ekleyebiliriz (tanım bana ait). Girizgâhı böyle yapmamın sebebi 2018 yılında Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna’nın yazdığı, Metropolis Kitap tarafından yayınlanan Bu Ülkeden Gitmek kitabını yeni okuma fırsatı bulmuş olmam.
Kitabı yeni okumakla çok bir şey kaçırmamışım. Kitabın amacını kitaptan alıntılayalım:
“Orta ve üst-orta sınıftan, politik olarak Türkiye’deki mevcut iktidara ya da genel olarak Türkiye’deki siyasi gidişata muhalif, çoğunlukla küresel işgücü piyasasına eklemlenebilecek mesleklere sahip olmakla birlikte esasen meslekî değil, güvenli ve huzurlu bir ortamda yaşamakla ilgili kaygıları olan, son yıllarda yaşanan sosyo-kültürel dönüşümden ve sonuçlarından huzursuzluk duyan ve en genel tabirle “bunalmış” kitlenin göçü” oluşturuyor. Ve maalesef bu alıntıdaki “bunalmış” kitlenin göç sebepleri kendisini her an artarak, biçim değiştirerek nefesini ensemizde hissettirmeye devam ediyor.
Gezi Direnişi’nin hunharca bastırılması, 7 Haziran seçimlerinin iptali, ülkenin dört bir yanında patlayan bombalarla yüzlerce insanın yaşamını yitirmesi, en sonunda da 15 Temmuz darbe girişimi, insanların memleketle ilgili gelecek hayallerinin –suya düşmesine değil– çöpe atılmasına sebep olmuş ve kitapta görüşlerine yer verilen kişileri ortak bir paydada buluşturmuş: Umutsuzluk. Bir yayınevinde halkla ilişkiler bölümünde çalışan, kendisi gibi insanları “mutsuz ve çemkirmeye müsait” olarak tanımlayan 29 yaşındaki Yeliz durumu kitapta şöyle anlatıyor: “Her geçen gün insanlar daha da mutsuzlaşıyor, daha da hastalanıyor. Türkiye’de 20-35 yaş arası insanlar tüketim, savunma, kaygı bozukluğu ile yaşıyor. Konuşulan sadece üç dört konu kaldı. ‘Seçim ne zaman’, ‘şunu ne kadara aldın’ filan… Kimse durup ‘sen ne dinlemeyi seviyorsun?’ diye sormuyor ama sor, işyerinde kimin nereye ne kadar borcu var, hepsini bilirler. Konuşulanlar kısıtlı ve sığ.”
İlksen Mavituna, Gözde Kazaz
Ülkedeki kültür hayatının yok edilmesinin büyük şehirlerdeki yansıması, büyük şehirleri artık sadece iş bulup –meslek fark etmeksizin– asgari ihtiyaçları gidermedeki zorunlu adres olarak tanımlıyor ve insanlara “işten eve, evden işe” dışında bir hayat yaşamanın mümkün olmadığını kabul ettiriyor. Buna kişilerin en son ne zaman bir arkadaşıyla kahve içmeye, sinemaya, tiyatroya gittiklerini hatırlamadıklarına dair verdikleri örnekler de kitapta ele alınan yeni göç olgusunun sosyo-ekonomik tarafına dokunuyor. Ülkede çocuklarının geleceklerini göremeyen annelerin sorunlarına başlı başına ayrı bir sorun olan cinsiyet ayrımcılığının da eklenmesi kadınlara başka bir çıkar yol bulunmadığının göstergesi olarak yine kitapta kendine yer buluyor.
Bu Ülkeden Gitmek’in en güvenilir özelliği, yazarların önce kendi sosyal çevrelerinde gözlemledikleri, sonra dijital medyada karşılarına çıkan ve nihayetinde de yaygın medyada tartışma konusu olarak yer alan bu yeni göç biçimini herhangi bir istatistik, sayısal veri kullanmadan direkt anlatması. Burada göç edenlerle ya da kitabın son bölümüne adını veren “Bir İhtimal Daha Olsa Gerek” deyip gidenlerle aynı bakış açısına sahip olan, ancak kalmayı yeğleyenlerin hikâyelerini okumak kitabı konuyla ilgili herhangi bir anket sonucunu değerlendirmekten daha gerçek, daha samimi kılıyor.
Tüm bu anlattıklarıma her gün eklenen, çetelesini tutmakta zorlandığımız, kadına, çocuğa, hayvanlara yönelik fiziksel ve psikolojik şiddet, istismar, artan işsizlik, intihar vakaları, sanatın tümüyle yok edilme çabası, nefes almak için mecburen kafamızı sokmak zorunda kaldığımız başka bir dipsiz kuyu olan sosyal medyaya din adamlarının ‘boşluk doldurma’ hevesiyle yerleşme çabası, atanamayan öğretmenlerin yerini alan ‘atanan rektörler’, ‘yurtta savaş cihanda savaş’ politikası, Bu Ülkeden Gitmek kitabının öznesi “bunalmış kitle”nin derdinin artarak devam ettiğini gösteriyor ve bu anlamda kitabın güncelliğini koruduğunu söylememizi sağlıyor.
•