SÜREYYA EVREN
Varlık Yayınları
Bir Kaplumbağanın Bir Sincabın Boynunu Isırması, yalnız ismiyle değil, paydaşı olduğu diğer metinlere üstünlük kurmamakta direten metinleriyle –ve elbette öykülerinin kurgusuyla- bir başka farklılığı bünyesinde barındırıyor.
“Güzel isimli kitaplar” başlıklı bir antoloji hazırlanacağını varsayalım şimdi. Şüphe yok, orada birçokları yerini çoktan garantilemiştir. Karısını Şapka Sanan Adam,[1] o kitaplardan biridir örneğin. Daha yakın bir örnek, öykücü Yalçın Tosun’un henüz dört kitaplık külliyatı, bu antolojide bütün bütüne var olacaktır. Güzel isimli kitaplar konusunda Yekta Kopan’ın yürüttüğü bir “merak” söz konusu idi. 2010’da, Fil Uçuşu adlı blogunda yazmıştı bu konuyla alakalı: “En Beğendiğiniz Kitap Adları”. İşte o yazıda, tam iki yüz elli kitaplık bir liste sunuluyordu. Gelgelelim, okurun oluşturduğu bu liste, kitap isimlerine odaklanmayı becerememiş, “En Beğendiğiniz Kitaplar” gibi bir soruşturmanın sonucu olabilecek cevapları içeriyordu. Bu noktada iki temel çıkarımda bulunulabilir. İlki, okurun sevdiği bir kitabı adından bağımsız düşünemediği. İkincisi, okurun bir kitabın adını bu denli umursamadığı. Fakat her daim bir üçüncü alternatif mevcuttur ve o alternatifin ağzı, Saf ve Düşünceli Romancı’da[2] Saf Okur olarak söz edilen kişinin ağzıdır şimdi, şöyle der: Güzel isimli kitapların tanımsız bir çekiciliği vardır. O çekicilik, kimi yerde bir merak, kimisinde ise basbayağı bir heyecanın sonucudur. Romantik bir benzetmeyle, tanışmak üzere olduğumuz “acayip” birine benzer güzel isimli kitaplar: Onunla arkadaş olmak isteriz.
Süreyyya Evren’in dördüncü öykü kitabı, Bir Kaplumbağanın Bir Sincabın Boynunu Isırması da, o çekici kitaplardan biri bana göre. Hayli göreceli olduğu su götürmez bir gerçek olan “güzel isimli kitap” bahsi, Süreyyya Evren’in öykü toplamında yine gündeme geliyor. Başlığını içeriğindeki bir kısa öyküden alan toplam, yalnız ismiyle değil, paydaşı olduğu diğer metinlere üstünlük kurmamakta direten metinleriyle –ve elbette öykülerinin kurgusuyla- bir başka farklılığı bünyesinde barındırıyor.
“Evsel Dönüşüm” isimli ilk öykü, birçok noktada kitabın bütününe referans verebilecek bazı ipuçları barındırıyor içinde. İlk paragrafın sonunda kullandığım “tanışmak üzere olunan biri” benzetmesi “Evsel Dönüşüm” üzerinden yorumlandığında –yine romantik bir benzetmeyle-, bu öykünün kitabın gözleri olduğunu söyleyebiliriz. On üç metin boyunca gerek alt metinde, gerekse üzerine basa basa duyumsanan cinsellik olgusu, esasen yaşadığımız güne hiç de yabancı durmayan absürd vakitler ve hiç durmayacakmış gibi kıyısında gezinilen isyan eşiği, Bir Kaplumbağanın Bir Sincabın Boynunu Isırması’nı tarif ediyor bize. Kendi içinde, anarşist bir kurşun kalemin kelimelerinden oluşan “Evsel Dönüşüm” adlı öykü, kent ölçeğinde günümüzün en büyük tartışma konularından biri olan Kentsel Dönüşüm projelerini getiriyor akla. Bu tanışlıkla distopik bir dünyaya davet edilen okur, orada akıl almaz şeyler görüyor ve bir yerde, ikna oluyor belki de. İktidarın bireye yaptığını, okurun zihni, bu sefer kendine yapıyor öykünün sonunda. Protagonistin ve komşusu Bay B.’nin, öyküye mekân olan evin kapısının Yüksek Türk Hayat Standartları’na uygun bir kapı ile değiştirilmesiyle başlayan hikâye boyunca başına gelenler, siyasi bir okumayla ayrıca değerlendirilebilir –ki başka bir yazının konusudur bu.
“(...) Diyecek bir şey bulamadık. Ben ‘Yaşa! Yaşa!’ diye bağırıp alkışladım belediye görevlisini. Bay B. tip tip bana baktı.”
Kitabın en dikkat çekici öyküleri, belki de birbirlerinin devamı gibi okunabilecek olan “İki Yeni Arkadaş Nasıl Öykü Yazar?” ve “İki Eski Arkadaş Nasıl Sevişir?” diyebiliriz. Öyle ki, bu iki öykü, Süreyyya Evren’in öykü türündeki yazınında ne çeşit yenilikler denediğinin, öykü dilinin nereye doğru evrildiğinin ve her daim güncel[3] konuların edebiyata nasıl yedirilmesi gerektiğinin toplu birer cevabı konumunda duruyor. “Hrant Dink nümayişi” ile başlayan öyküde, az harfli kelimelerden sonra (bir, ve, bu gibi) en sık tekrarlanan “şeyin” 301 olması, üzerinde durulması gereken bir nokta. Bu sayede, okuduğumuz ilk öyküden de güç alarak, kitabın (ve haliyle yazarının) siyasetle bir derdi, iktidarla bir meselesi olduğuna ikna oluyoruz. Saf Okur[4]’un da hoşuna gidiyor bu durum haliyle. Kaldı ki, Süreyyya Evren yadsımıyor bu durumu, açık açık söylüyor. “Üç temel alan var uğraş verdiğim. Bunlar edebiyat, sanat ve teori, birer sözcükle. Teori yer yer siyaset kılığında ortaya çıkabiliyor.”[5]
Bütün bunların yanında, kitaba adını veren öykünün de, en az değindiğim metinler kadar ilgi çekici ve değerlendirmeye açık olduğunu, birçok noktada yazarla ve kitabın bütünüyle bağlantısının kurulabileceğini atlamayalım. “O büyük olaya” en başta bir gözlemci olarak dahil olan, fakat sonraları özne durumunda görünen anlatıcının yerinde olmak çoğu kez işten (bile) değil bugünün distopyasında.
Henüz bir hayali ürün olan “güzel isimli kitaplar” antolojisine girmeye aday bir kitap, Bir Kaplubağanın Bir Sincabın Boynunu Isırması. Bunun yanında, ilk seferde okurda uyandırdığı çekiciliğin hakkını veren, ustaca kotarılmış metinlerden oluşan bir toplam. Süreyyya Evren’in öykücülüğüne modern bir referans.