Kadınların özgürleşmesi yolunda: Kate Chopin

Kate-Chopin

Bir Çift İpek Çorap ve Başka Öyküler

KATE CHOPIN

çev. Ergin Özler Can Yayınları 2021 96 s.

19. yüzyıl Amerikan edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Kate Chopin (1850-1904) Amerika Birleşik Devletleri’nin vücut bulmaya başladığı bir dönemde yaşamış, kırsal dünyada yaşayan kadınların hayatını gözlemlemiş, sorgulamış ve tabu olarak kabul edilen konularda özgürce yazmış bir yazar. Bu nedenle de bir hayli tepki çekip unutulmaya terk edilir. Ancak zaman “yazı kalır” sözünü doğrularcasına ahlak bekçilerini ve yasakçıları hüsrana uğratır, yazarın kitapları 1940’lı yıllardan itibaren raflardaki yerini alarak okuruyla buluşur. Kate Chopin’in özellikle 1970’lerin başından başlayarak keşfedilip yayınlanan öyküleri, mektupları ve günlükleri kadınların özgürleşmesi yolunda feminist edebiyatçılara öncülük etmiştir.

AHMET EKEN

İpek Çorap ve Başka Öyküler isimli kitabında dokuz öykü bulunuyor. Bu öykülerin arasındaki “Désirée’nin Bebeği” ve “Madam Célestin’in Boşanması” adlı öyküler çok sayıda antolojide yer alır. Kitaptaki öykülerin neredeyse hepsi Kanada’nın Acadia (bugünkü Nova Scotia) kırsalında ya da Louisiana’da geçer…

Désirée’nin Bebeği” bunlardan ilki. Désirée, Mösyö Valmonde tarafından kapının önünde bulunmuş, o ve eşi tarafından büyütülmüştür. Günün birinde yakınlarda yaşayan büyük toprak sahibi Armand Aubingy kızı görür ve âşık olup evlenirler. Bir süre sonra bir oğulları olur. Herkes çok sevinçlidir, o kadar ki, aksiliğiyle bilinen Armand Aubingy’nin bile mizacı değişir; hoşgörülü, gülümseyen bir adam olur.

Üç ay sonra bu hava değişmeye başlar, evde Désirée’nin nedenini anlayamadığı bir huzursuzluk havası esmeye başlar. Armand eve gelmemeye, geldiğindeyse karısının ve çocuğunun yanında zaman geçirmemeye başlamıştır. Bir gün tüm bu davranışlarının nedeni ortaya çıkar. “Makbul” olmayan renkte bir çocuk doğurduğu için, Désirée’yi “demek ki sen beyaz değilsin” diyerek annesinin evine geri gönderir. Oysa gerçek Armand’ın düşündüğü gibi değildir. Karısı gittikten sonra geride kalan mektupları yakarken birini okumaya başlar. Kadın kocasına hitaben yazdığı mektupta şöyle demektedir: “Gece gündüz Tanrı’ya şükrediyorum. Çünkü öyle bir düzen verdi ki, sevgili Armand’ımız onu taparcasına seven annesinin kölelik damgasıyla lanetlenmiş bir ırka mensup olduğunu asla bilmeyecek.”

Kitapta yer alan ikinci öykünün adı “Madam Célestin’in Boşanması”, ama okumaya başlayınca görüyoruz ki, bu boşanma bir türlü gerçekleşememektedir. Eve uğramayan kocasından bıkan kadın ayrılma girişimlerinde bulunacaktır, ancak tedirginlikleri vardır. Çevresi boşananlara iyi gözle bakmamaktadır. Velhasıl bu iş kolay olamayacaktır! Papaza danışmaya karar veren kadın gidip durumu anlatır. Ancak papaz bu işin onun “yetki alanında olmadığını” söyleyip kadını piskoposa “havale” eder. Piskopos ise boşanmaya karşı olduğunu belirtip kendisine sabır tavsiye eder.

Bu arada Madam Célestin’in boşandıktan sonra evleneceği Bay Paxton da gelişleri izlemekte, onu cesaretlendirmektedir. Her zamanki gibi bir sabah karşılaştıklarında Paxton, Célestin’e boşanma meselesini sorar, kadın da vazgeçtiğini söyler. Çünkü bir gün önce kocası eve geri dönmüştür.

Kate Chopin ve çocukları Frederick, George, Jean ve Oscar, New Orleans, 1877.

Chopin, “Acadia’da Bir Gece” adlı öyküsünde, pazar günü değişiklik olsun diye gezmek için yakındaki kasabalardan birine giden plantasyon sahibi Telèsphore’nin başından geçenleri anlatır. Evlenmek isteyen ama çevresindeki kızları beğenmeyen, sürekli kusurlu bir yanlarını bulan Telèsphore o pazar günü Marksville kasabasına gitmek için trene biner. “Düzgün, güçlü hatları ve kısmen kararlı bir ifadesi olan”, düzgün giyimli bir gençtir. Düzgün saçları, tıraşı ve hasır şapkasıyla dikkat çekmektedir.

Yolculuğun bitmesine az kala trene genç bir kız biner ve telaşlı halleriyle Telèsphore’nin dikkatini çeker. Kısa bir süre sıcaktan bunalan kız pencereyi açmak için kalkar ancak açamaz, bunu gören genç adam yardım etmeye çalışır. Ama bu mümkün olmaz. Bunun üzerine ona güneş görmeyen kendi yerini verir. Kızın onunla konuşup konuşmayacağını merak ettiyse de bunun olmayacağını düşünür. Çünkü “kırsalın kadınlarının kızlarını trende yabancılarla konuşmamaları konusunda uyardıklarını” bilmektedir. Bu kez beklenenden değişik bir şey olur ve kız hoşsohbet biri çıkar. Zaten onu daha önce bir baloda görmüştür ve o gün kuzenine gitmektedir. Ve tesadüfe bakın ki, ikisi de aynı istasyonda ineceklerdir.

Telèsphore kıza kuzenine kadar eşlik eder ve adının Zaida olduğunu, akşam baloya gideceğini öğrendikten sonra ayrılır. Kızdan etkilenen genç adam baloya gitmeye karar verir. Akşam olduğunda balonun yapılacağı salona gider. Epey kalabalık birikmiş, geleneksel yemek bamyalı yahni yenmektedir. Zaida’nın gelişiyle dikkatler ona yönelir:

Tepeden tırnağa bembeyaz giyinmiştir. (…) Elbisesini tarif etmekte kelimeler kifayetsiz kalmaktadır. (…) Beyaz yelpazesi, üzerinde kendi elleriyle diktiği pullarla bezelidir, ayrıca kemerinde ve kahverengi saçında minik portakal çiçekleri vardır.

Kızı görenlerden bazıları ıslık çalmadan duramaz, bir kadın ise “Gelin gibisin Zaida!” der. Zaida genç adamı görünce ona eski bir dostuna rastlamış gibi yakınlık gösterir. Telèsphore o akşam Zaida’dan daha fazla hoşlanır ve yeğeniyle yaptığı dansları, hareketlerini, sohbetlerini ilgiyle izlemeye başlar. Bu arada balo da hayli hareketlenmiş, “ısınmaya başlayan müzisyenler içerisini de ısıtmıştır.” Dans sırasında yere vurulan ayaklar tozları uçuştururken, kadınların tiz sesleri birbirine karışmaktadır. Bir ara Telèsphore’ye yaklaşan Zaida saati sorar, 12.00 olduğunu öğrenince genç adama “benimle gel” der ve dışarıya çıkıp arabaların yanına giderler. Zaida arabaya binip eve gitmediğini belirtir. Yola çıkmak isteyen Zaida’ya genç adam mani olmaya çalışır ama kızın kararlı olduğunu görünce o da arabaya biner ve yola çıkarlar.

Önceleri nereye gittiklerini söylemeyen Zaida bir süre sonra baklayı ağzından çıkarır ve o gece evleneceğini söyler. Müstakbel damatla gece yarısı buluşacaklar ve sulh hâkimi nikâhlarını kıyacaktır. Kasabadakilerin ne diyecekleri umurunda değildir! Buluşacakları yere geldiklerinde damat adayının henüz gelmediğini görürler. Beklemeye başlarlar ve nihayet yarı ayık bir adam görünür. Zaida bekletildiği için kızgındır ve adam hiçbir mantıklı açıklama yapamayınca daha çok kızar. Kız sonunda “Seninle asla evlenmeyeceğim” diyerek son noktayı koyar. Reddedilen damat adayı Telèsphore’ye saldırır ve dayak yer. Sonunda genç adam ve kız, kızın evine doğru yola çıkarlar!

New Orleans'ta Pazar – Fransız Pazarı, Alfred R. Waud, Harper's Weekly, 1866.

Yazar bu öykünün ardından bize “Azèlie”nin yaşadıklarını anlatır. Azèlie ve ailesi Bay Mathurin’in çiftliğinde mevsimlik işçi olarak çalışmaktadırlar. Çiftlikte sadece çalışanların ihtiyaçlarını karşılayan bir dükkân vardır ve bu dükkân Bay Polyte tarafından işletilmektedir. Bir gün Azèlie et almak için dükkâna gelir ve daha ilk siparişinden itibaren dükkânı çalıştıran adamın kabalıklarına maruz kalır. İsteksizce et ve kahve verir ama yağ da isteyince vermez. Biraz viskiyi ve tütünü de vermeyi kabul etmez.

Birkaç gece sonra Polyte köpeğinin sesiyle uyanır, dükkânın yanındaki kulübesinden çıkarak o tarafa bakar ve dükkânın panjurlarından birinin açık olduğunu görür. Yanına gidip beklemeye başlar. Biraz sonra Azèlie dışarı çıkar ve elindekilerle kızı yakalar. Torbasında birkaç paket tütün, ucuz pipo, birkaç olta ve matara vardır. Matara boştur, çünkü kız viski fıçısının anahtarını bulamamıştır. Adam kızı hırsızlıkla suçlar ama sert bir cevap alır:

Çalmıyordum, sizin gibi kötü insanların bana vermediği ufak tefek şeyleri alıyordum. Hepiniz babama köpek gibi davranıyorsunuz. (…) O sadece bir zenci, peki babam beş kuruşluk tütün isteyince ne oluyor?

Bu konuşmadan sonra Polyte kızı ve bırakır ve gitmesini söyler, ardından bağırır: “Dükkândan bir şey lazım olduğunda, kendin için, baban için, kim olduğu umurumda değil, benden iste. Ama bu dükkâna bir daha adımını atamazsın. Hemen git buradan, gidebildiğin kadar çabuk…”

Kız gider ama olanlardan etkilenmiştir, bir süre dükkânın önündeki bankta oturur, “Sonra içini kemiren güçlü bir duyguya yenik düşer ve yüzünü ellerinin arasına gömerek ağlar. Hıçkırıklarının şiddeti ile tüm bedeni sarsılır”. O geceden sonra Polyte kıza âşık olur. Bazen aşkının bir aşağılanma olduğunu düşünse de duygularını zapt etmesi imkânsızdır. O günden sonra heyecanla Azèlie’nin gelişini bekler. Kız artık sık sık gelmeye, babasının varlığı için gerekli saydığı lüksleri talep etmeye devam eder ama Polyte’nin aşkına cevap vermez. Hasat mevsimi bitince ailesiyle birlikte Bay Mathurin’in çiftliğinden ayrılıp kaldıkları köye döner. Bu Polyte için bir yıkım olur, her gün o olmadan, onu görmeden yaşayamayacağını biraz daha iyi anlar ve sonunda çiftlikten ayrılıp Azèlie’nin köyüne doğru yola çıkar.

Söz etmek istediğimiz son öykü aynı zamanda kitaba ismini veren “Bir Çift İpek Çorap” olacak. Bayan Sommers’in hiç beklemediği bir zamanda eline on beş dolar geçer ve bu ona büyük bir meblağ olarak görünür. Çok mutlu olur. Ancak parayı hemen harcamak gibi bir niyeti de yoktur. Akşam yatağında bir plan yapar. Buna göre oğullarından Janie’ye ayrılan ayakkabı parasına bir iki dolar daha ekleyecek, ona ve diğer oğlu Mag’e yeni gömlekler dikmek için malzeme alacaktır. Ayrıca Mag’in bir başka elbisesinin olmasının iyi olacağını düşünür. Mağaza vitrinlerinde çok güzel ve fiyatları hesaplı elbiseler görmüştür. Oğlanlara kep, kızlara denizci şapkası, yeni çoraplar… “Küçük yavrularının bir kez olsun giyilmemiş şık kıyafetlerinin olacağı” düşüncesi onu heyecanlandırır.

Sabah ilk işi hesaplı alışveriş yapılabilen bir mağazaya girmek olur. Mağaza kalabalık ve nedense o sabah Bayan Sommers halsiz ve yorgundur. Bir tezgâhın önündeki döner tabureye oturur. Bir süre sonra eldivensiz eli “dokunması fazlasıyla keyifli bir şeye dokunur”. Bakınca elindekinin bir ipek çorap yığınının üzerinde durduğunu görür. Üzerindeki etiket çorapların iki buçuk dolardan bir doksan sekiz sente düştüklerini ilan etmektedir. Bayan Sommers çorapların parıltısını görmek, parmaklarının arasından yılan gibi kayışını hissetmek için onlardan birini havaya kaldırır ve satıcı kıza 39 numara çorap olup olmadığını sorar. İstediği numara çorap vardır. Cüzdanındaki beş dolarlardan bir tanesini çıkarır. Paranın üzerini aldıktan sonra mağazanın ucuzluk bölümüne doğru yürümeye başlar.

Burada doğruca ayakkabı bölümüne gider ve şık çoraplarına uygun güzel bir ayakkabı alır. Bu arada uzun zamandır eldiven takmadığını hatırlar ve eldivenlerin satıldığı bölüme gider, şansına o gün ucuzluk vardır! Oğlak derisinden, bir çift uzun eldiven beğenir ve eline geçirir. Eldiveni çıkartmadan parasını öder. Çıkışta gazete bayiine uğrayarak iki tane pahalı mecmua alır. Bu arada sabah doğru dürüst kahvaltı etmediği için çok acıkmıştır. Köşede bir restoran vardır: “Asla kapısından girmediği, zaman zaman önünden geçerken tertemiz damasko masa örtülerinin, ışıldayan kristallerinin ve zevk sahibi insanlara hizmet eden, hafif adımlarla yürüyen garsonların” gözüne iliştiği, şık bir yer. Bayan Sommers restorandan içeri girer ve küçük bir masaya yerleşir. İstiridye, bir bütün pirzola, yanında tere, güzel bir tatlı ve Ren şarabı ister. Beklerken mecmualarını karıştırır. Yemek bitince de hesabı ödeyerek bahşiş bırakıp dışarı çıkar.

Bütün bu harcamalardan sonra kadının çantasında hâlâ biraz para kalmıştır. Gördüğü bir matine afişi onu tiyatroya doğru yönlendirir. Vardığında oyun başlamıştır, yer gösterici ona koltuğunu gösterir ve kimi zaman gülerek, kimi zaman da ağlayarak oyunu seyreder.

Oyunun bitişi bir rüyanın sona ermesi gibidir, herkesle birlikte o da salondan çıkar ve köşedeki troleybüs durağına doğru gider.

Kate Chopin öyküsünü şöyle bitirecektir:

(Troleybüste) karşısında oturan keskin bakışlı adam onun küçük solgun yüzünü inceler gibiydi. Gördüğünü anlamlandıramadığı için şaşkındı. Doğrusu, hiçbir şey görmüyordu. Meğerki troleybüsün hiçbir yerde durmamasını, sonsuza kadar gitmesini dileyen dokunaklı bir arzunun, şiddetli bir özlemin farkına varabilecek kadar yetenekli bir büyücü değilse.