Bir Beyoğlu tefrikası

Beyoğlu-Sırları

Beyoğlu Sırları (Tefrika Roman / 1888-1889)

EPAMEİNONDAS KYRİAKİDİS

çev. Evangelios Misailidis yay. haz. Evangellia Balta, Sada Payır İstos Yayınevi 2021

“Beyoğlu Sırları’nı okuduğumuz zaman, romanda Batı âdetlerinin taklidi sonucu yozlaşma ve sefahat merkezi haline gelen Beyoğlu’nun Rum “kibar muhitleri”nin ağır bir şekilde eleştirildiklerini görüyoruz. Kyriakidis ahlaki çürümeyi, çözülmeyi, paraya ama çok paraya düşkünlüğü, Batı taklitçiliğini, modern görünme çabalarını, yabancı hayranlığını alaya alıyor. Burada bazı Türk yazarlarının da benzer konuları ele aldığını, kendi kültürünü küçümseyip taklit bir Batı kültürünü yaşar gibi yapan kişilerle alay ettiğini hatırlayalım.”

AHMET EKEN

Osmanlı İmparatorluğu’nun Yunanca veya Yunan alfabesiyle Türkçe olarak yazan halkların edebiyatından ilginç bir örnek olan Beyoğlu Sırları, Epameinondas Kyriakidis (1861-1939) tarafından yazılır ve ilk kez yazarın sahibi ve yöneticisi olduğu Epithorisis gazetesinde tefrika edilir. Ancak tefrika 95. bölüme gelince bu yayın yazarının kararıyla durdurulur. Bunun nedeni, yazarın tefrikanın gördüğü ilgi üzerine romanını kitap olarak bastırmak istemesidir. Beyoğlu Sırları 1890 yılında kitap olarak yayınlanır.

Romanın serüveninde bir başka olay ise, Epithorisis gazetesinde tefrika başladıktan bir süre sonra Türkçe (Karamanlıca) yayınlanan Anatoli gazetesi müdürü Evangelinos Misailidis’in (1820-1890) eseri Rumcadan Türkçeye çevirip gazetesinde tefrika olarak yayınlaması olacaktır. Anatoli gazetesinin 1888-1889 yıllarındaki bu yayın hakkında elimizde romanı yayına hazırlayanlardan Evangellia Balta, yazdığı giriş yazısında şunları söylemekte:

Burada romanın (…) ortaya çıktıktan yaklaşık bir ay sonra tercüme edildiğinin ve Anatoli gazetesinde tefrika halinde yayınlanmaya başladığının altı çizilmelidir. Romanın bu modern sürümü hem de Türkçe olarak, Beyoğlu Sırları’nın İstanbullu okuyucu kitlesi üzerinde yaptığı büyük yankıya atfedilmelidir.

Anatoli gazetesi sahibi ve yazı işleri müdürü Evangelinos Misailidis, 1911. Fotoğraf: Gülen Göktürk

Romanın tümünün tefrikası 165 bölümde tamamlanıyor. Fakat bu çevirinin kitap haline getirilip getirilmediği meçhul. Balta böyle bir bilgiye rastlamadığını ifade etmekte.

Beyoğlu Sırları, içeriği ve ona uygun ismiyle bir “gizem” romanı. İlk örneklerini 1830’larda Fransa ve İngiltere’de görmeye başladığımız bu tür romanların erken örneklerinden Eugene Sue’nün Paris’in Gizemleri (1842-1843) adlı eseri büyük bir başarı kazanınca, dünyanın birçok yerinde benzer romanlar yayınlanıyor. Çevirmen Evangelios Misailidis’in yazısından öğrendiğimize göre, bu tür Yunanca edebiyatta da 1845’ten kısa bir süre sonra popülerleşiyor ve Paris’in Gizemleri’ni Yunanca çevirisinden tanıyan ve seven okuyucunun isteklerini karşılamak için romanlar kaleme alınıyor. Kitapta 1880’e kadar başlığında “gizemli” ya da “esrarlı” kelimelerinin yer aldığı beş orijinal romanın yazıldığını okuyoruz. Gizem romanları şehirlerin içerisinde yaşanan esrarlı olaylardan söz eden romanlar. Yoksulluğu, yozlaşmayı ve aşırı uç davranışları gerçekçi bir biçimde tasvir ediyor. Bu romanların bir başka özelliği şehir hayatındaki yanlışları, gizli kalan ya da bilinmeyen sefaleti ifşa edip eleştirmeleri.

Çevirmen Evangelios Misailidis’in kitabın başında yer alan yazısından birkaç satırıyla devam edelim:

İstanbul’un gizem romanlarında, her şeyden önce, kentin kozmopolit ve çok-uluslu yüksek sınıfının yozlaşması ortaya konur. İktisadi ve sözde kültürel ilerlemenin görünür ışıltısının gizlediği, fark edilmesi kolay olmayan bir yozlaşmadır bu. Ayrıca, söz konusu sınıf, yalnızca kendi çevresinden insanlarla görüşmek isteyen Rum ve diğer kimliklerden mensuplarıyla, dışa kapalı bir nitelik taşır.

Beyoğlu Sırları’nı okuduğumuz zaman, romanda Batı âdetlerinin taklidi sonucu yozlaşma ve sefahat merkezi haline gelen Beyoğlu’nun Rum “kibar muhitleri”nin ağır bir şekilde eleştirildiklerini görüyoruz. Kyriakidis ahlaki çürümeyi, çözülmeyi, paraya ama çok paraya düşkünlüğü, Batı taklitçiliğini, modern görünme çabalarını, yabancı hayranlığını alaya alıyor. Burada bazı Türk yazarlarının da benzer konuları ele aldığını, kendi kültürünü küçümseyip taklit bir Batı kültürünü yaşar gibi yapan kişilerle alay ettiğini hatırlayalım.

Yeniden romana dönersek, anlatılan hikâyenin içerisinde bu kibar muhitlerin hemen yanı başında çok farklı bir dünyanın, yeraltı dünyasının, toplumun alt tabakalarının, kenara itilmiş insanların yaşadığını görüyoruz. Sefaletin, ahlak düşkünlüğünün, kanun dışılığın olduğu bir dünya bu. Batakhaneleriyle, genelevleriyle toplumu tehdit eden bir dünya. Yazar toplumun bu yanını gözler önüne sererek toplumu uyarıyor. Akıl ve vicdan sahiplerini önlem almaya çağırıyor. Yine gizem romanlarının bir özelliği, yaşanmış olaylara yer verilmiş olmaları. Örneğin, Beyoğlu Sırları 1870 Büyük Pera Yangını’nın tasviriyle başlıyor. Tarihî kişilere de yer verilen romanda olaylar da gerçek mekânlarda geçiyor. Romanda İstanbul’un bilindik semtlerinin isimlerini okuyoruz. Bu semtlerin bir özelliği de pek çok Rum’un buralarda oturuyor olmaları, dolayısıyla okuyucuya yabancı olmayan semtler olmaları. Böylece roman gerçekçi bir görünüm kazanıyor. Deneyimli bir gazeteci olan Kyriakidis hem şehrini hem de gizem romanlarının özelliklerini iyi bilen biri, elinden eleştiri kılıcını bırakmadan beğenilecek bir roman kaleme almayı başarıyor.

Muhtemelen romanın bu eleştirel yanını, Rum toplumunun “ahlak anlayışı ve âdetleriyle çatışan lüks düşkünlüğü ve ahlaki yozlaşmayı yermek olan bu tür romanların yazılış prensiplerini” benimseyen Evangelinos Misailidis de Yunanca bilmeyen hemşerileri okuyabilsin diye Türkçeye çeviriyor.

Kyriakidis İstanbullu bir yazar, İstanbul’da doğmuş ve Fener Rum Lisesi’nde okuduktan sonra Atina Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi görmüş. Beyoğlu Sırları ise ilk romanı değil. İstanbul’a döndükten sonra gazetecilik yapıyor ve çok sayıda farklı konular içeren romanlar yazıyor. Bunun dışında hatırı sayılır tarihsel incelemeleri de mevcut. Kitapta nedense yazarın yaşamı hakkında fazlaca bilgi bulunmuyor.


1870 Büyük Pera Yangını

Roman 24 Mayıs 1870 tarihinde Beyoğlu’nda çıkan ve semtin büyük bir bölümünü kül eden yangınla başlıyor ve yazar hikâyesini bu olay üzerine inşa ediyor. Yangın bir komplonun sonucu, komployu kuran ise “sosyete kadını, şeytan ruhlu” İvi Allain. Kadının âşık olduğu Teodoros Ferekidis/Andreas Zinoviu’yu karısından ayırmak için önce karısı Ermioni Zinoviu’yu imzasız bir mektupla kadının gideceği yerin neresi olduğunu bilmediği bir yere, bir randevu evine çağırır ve bu durumdan kocasını da haberdar eder. Karısının bir randevu evinde olduğunu gören adam çılgına döner ve karısının âşığı olduğunu sandığı, yanındaki adamı öldürür. Ardından karısını da bir kuyuya atar ve evde yangın çıkarır. Feridiye Caddesi’ndeki evde başlayan yangın hızla yayılır. Kısa bir süre sonra İngiliz Elçiliği, Kalyoncu Kulluk, Hamalbaşı ve Aynalı Çeşme mahalleleri tamamen yanar. Katil ve kundakçı olan adam intihar etmeye kalkar ama yapamaz ve pişmanlık içerisinde yere yığılır.

Dumanları görenler felaket yerine gelmeye başlarlar, bunlardan birisi de romanın önde gelen kişilerinden Yeorgios Kallimahis’tir. “İstanbul’un en meşhur zâdegan ve haneden Kallimahis Beyler sülalesinden” gelen Kallimahis, küçük yaşta babasını kaybetmiş, “pek yoksulluk ve ihtiyacatla perverde olmuş” ancak eğitimini ihmal etmemiş, yabancı diller öğrenmiş ve yaşamın iyi kötü tüm hallerini görerek sonunda zengin biri olarak Odessa’dan İstanbul’a dönmüştür. Artık isminin başında da “Baron” sıfatı vardır. Kallimahis ve arkadaşları yıkıntılar arasında Ferekidis’i bulurlar ve yaşadığını görünce Baron’un evine götürürler. Ancak işlediği cinayet ve çıkardığı yangın sonucu aklını yitiren adam bir türlü iyileşmez. Gelen doktorların hastaneye kaldırılması gerektiğini söylemeleri üzerine, Kallimahis onu Yedikule Akıl Hastanesi’ne yatırır. Ayrıca adamları kuyuda bir kadın olduğunu ama onlardan önce davranan birilerinin kadını çıkarıp bir yere götürdüklerini söyler. Sonuç olarak Ermioni ölmemiş, İvi Allain’in komplosu başarısız olmuştur.

İstanbul’da feci bir yangın yaşanırken, Büyükada’da çok başka şeyler yaşanmaktadır. Eğlenceleri, dedikoduları, flörtleri sürmektedir. Yalnızca arada bir dürbünle Beyoğlu’nu seyrederler! Felaketin büyüklüğünü kavrayıp yakınlarını aramak, ne halde olduklarını öğrenmek için İstanbul’a dönmeye karar vermeleri de biraz zaman alır!

Başından çok şey geçmiş olan Baron Kallimahis’in yaşadığı talihsizliklerden biri de, severek evlendiği Efrosini tarafından terk edilmek olur. Öğretmenlik yapan kocasının kısıtlı maaşıyla yaşamaktan bıkmış genç, zengin ve ehlikeyf Andonios Vodinas ile yaşamaya başlamış, ardından da bohem hayatını sürdürebilmek için Paris’e giderlerken küçük kızını Tatavla’da (Kurtuluş) yaşayan bir kadına bırakmıştır. Efrosini o günlerde yeniden İstanbul’dadır ama artık zengin bir bankerin dul eşi Madam Allain olarak! Karşılaşan eski karı koca birbirlerini tanıyamaz, kızlarının nerede olduğu konusunda da bir bilgileri yoktur. Ebeveynleri bilmemektedir ama bu kız katil, kundakçı zengin Ferekidis/Zinoviu’nun eşi Ermioni’dir. (Geçerken bir not; romanın ilk bölümündeki Teodoros Ferekidis ile ikinci bölümündeki Andreas Zinoviu aynı kişilerdir. Kyriakidis gazeteye tefrika yetiştirirken aceleyle böyle bir hata yapmıştır…) Bu arada kötü sosyete kadını İvi’nin eski sevgilisi Andonios Vodinas ortaya çıkar ve parasız pulsuz kalmış, zimmete para geçirmekten suçlu bulunmuş bu adam, şantajla İvi’den para sızdırır. Vermediği takdirde onun günahkâr geçmişini ortaya saçmakla tehdit eder.


Eski bir kartpostalda İngiliz Elçiliği binası, Galatasaray, 1872.

Romanın burasında onca kişiyi toplamayı yeterli bulmayan yazar bir hamle daha yapar ve romanına iki kişiyi daha ekler. Evli ama serbest bir hayat süren, eğlenceye meraklı İonna ve Dimitrios Plitos çiftiyle tanışır okur. Yazar bu kişilerin şahsında bir kez daha İstanbullu Rum cemaatinin çürümüş yanlarını gösterir. Tüm bu olaylar olup biterken Kallimahis, İvi’nin bazı kötü işlerinde ona yardım eden randevu evi patroniçesi Karitena’nın dürüst oğlu İakovos’un yardımıyla İvi Allain’in kendisini terk eden eski karısı Efrosini, anasının terk ettiği kızlarının da Andreas Zinoviu kuyuya atıp öldü zannettiği karısı Ermioni olduğunu öğrenir ve İvi Allain’i cezalandırmaya karar verir.

Yangından kısa bir süre sonra İngiliz Elçiliği’nde yangın kurbanlarının yararına bir balo düzenlenir. Kallimahis orada kendisini terk eden Efrosini’yle karşılaşır ve yaptıklarını yüzüne vurur. Andreas Zinoviu ve karısı, kızları Ermioni’ye yaptıklarını gözlerinin önüne serer. Bunları duyan eski Efrosini, yeni İvi aklının yitirir ve andından kapatıldığı klinikte ölür.

Kallimahis tüm bu sorunları hallettikten sonra ailesiyle birlikte Atina’ya yerleşir. Kızını pek çok tehlikeden korumuş, kendisine büyük yardımları olmuş İakovos’ı Londra’daki denizcilik okuluna gönderir ve genç adam başarılı bir kaptan olur, ardından her ikisinin de rızasıyla “birbiri ile nikâhlayıp kendisine vâris ittihaz” eder. Sonunda bir kez daha kötüler cezalandırılmış, iyiler hak ettikleri ödüllere kavuşmuştur!..