Han Kang
çev. Göksel Türközü April Yayıncılık 2021 152 s.
Vejetaryen ile Booker ödülü kazanan, Çocuk Geliyor ile Kore demokrasi tarihinin kara lekesi Gwangju Ayaklanması’nı dünyaya anlatan Han Kang, bu kez tüm romanlarını yazdıran duyguların romanını paylaşıyor: Beyaz Kitap. Beyaz objeler üzerinden yüzleşmeye, yasa ve yeniden doğuşa dair lirik bir anlatıyla karşı karşıyayız.
Beyaz, wikipedia.org’da “görülebilir dalga boylarındaki tüm renkleri kapsayan renk” olarak tarif edilmiş. Öncesinde beyazı bir renk değil ama renk skalasının başlangıcı, tüm renklerin beşiği olarak gören bir anlayış bile varmış. Newton’a kadar beyaz, ışığın doğal rengi olarak kabul edilirmiş. Oysa ki kırmızı, yeşil ve mavi renklerin karışımıyla da (RGB) elde edilebilirmiş.
Beyaz rengin sembolizmi de pek zengin. Örneğin, pek çok toplumda beyaz saflığın sembolü. Gelinliklerin beyaz olması bu sebepten. Siyahın ve karanlığın tam karşısında kabul edildiği için aydınlığı simgeler. Beyaz bayrak iyi niyetin sembolü, yenilgiyi kabullenerek teslim oluşun da… Beyaz sayfa ise taze başlangıç demek.
Yazar Han Kang, 1970’te Güney Kore'de doğdu. Yonsei Üniversitesi’nde Kore Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş, 1993 yılında Edebiyat ve Toplum Dergisi’nde yayınlanan beş şiiri ile edebiyat dünyasına adım atmış. Ertesi yıl yayımlanan Red Anchor isimli kitabı Shinmun Edebiyat Yarışması’nı kazanmış. Yazarın Türkçeye çevrilmiş ilk kitabı olan Man Booker ödüllü Vejetaryen ve devamında Çocuk Geliyor da olduğu gibi, Beyaz Kitap yine Koreceden Göksel Türközü çevirisiyle ve yine April Yayıncılık tarafından yayınlandı.
Han Kang, Beyaz Kitap ile aslında bir nevi otobiyografi yazmış. Roman ve düz yazı arasında gidip gelen kitap açılış cümleleriyle okurlara sıra dışı bir şeyler sunacağını hissettiriyor.
“Beyaz şeylerle ilgili yazmaya karar verdiğim bahar, ilk yaptığım bir liste çıkarmak oldu.
Kundak
Zıbın
Tuz
Kar
Buz
Ay
Pirinç...
Her bir sözcüğü yazarken tuhaftır, çok sarsıldım. Bu kitabı mutlaka tamamlamak istediğimi ve bir şeyleri değiştireceğini hissettim. Yaraya sürülen beyaz merhem, üstüne sarılan beyaz sargı bezi gibi bir şeylerin gerekli olduğunu da. Ancak birkaç gün geçtikten sonra listeyi tekrar düşündüm. Ne anlamı var ki bu sözcüklerin derinine inmenin?”
Ben ile başlayıp O Kadın ve Tüm Beyazlar diye devam eden üç bölümlü kitapta beyazın çağrıştırdığı hisler, beyaza atfedilen anlam ve olgular yazarın maharetli kaleminde şekil değiştirip bize acıyı, çaresizliğimizi, umudu ve nice başka açmazları anlatıyor.
Yazarın kitabını yazdığı soğuk Avrupa başkenti Varşova. Polonya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında uğradığı yıkım tarife sığar türden değil. Kang, belki de bu derbeder fiziksel çevrenin de etkisiyle listesini yeniden ele alıp güncelleyerek kitabı yazmaya başlamış.
Kitap yazarın Varşova’da kiraladığı evin kapısı ile başlıyor. 301 numaralı evin eski kiracı tarafından keskin bir metalle kapıya kazınan rakamlarını anlatan yazar, aşağı doğru dökülmüş pas lekelerini kurumuş kana benzetiyor. Ertesi gün kapıyı boyamaya başladığında ise beyaz rengin ne kadar da hoş bir kapatıcı olduğunu yeniden tecrübe ediyoruz. Tabii ki Kang’ın anlatım gücü sayesinde.
Zıbın isimli kısa anlatıda ise Kang’ın annesinin zor şartlar altında ve kendi başına doğurmak zorunda kaldığı, doğumdan kısa bir süre sonra ölen bebeği öğreniyoruz. Yani Kang’ın ablasını. Hayatta kalabildiği iki saatlik zaman diliminde annesi bu ay parçası gibi beyaz bebeğe sürekli olarak “Ölme, yalvarırım ölme” diye seslenip umutla bekliyor. Sonunda göğsüne bastırdığı bebeğinin soğuyan bedenine katlanmasını ve ağlamayı bıraktığını okuyoruz. Kitap işte bu anlarda yavaşça, usul usul kadim acılara doğru sürüklüyor okuru.
“Karanlıkta bazı nesneler beyaz görünür”
O Kadın isimli ikinci bölümde bolca soğuk, kar, buz, kırağı, genel olarak kış ve biraz daha soğuk var. Burası Varşova, Doğu Avrupa ayazına hoş geldiniz. Yazar doğanın soğuması, şehirlerin kar ve buza teslim olmasını, bu sert koşulların insanların mizacına nasıl yansıdığını tarif ediyor. Usulca yağan lapa lapa karı huzur içinde seyrederken mutsuzluk ve yalnızlıkla dolu evine gitmekten nefret eden bir insan portresi hayal ediyoruz. Neydi bu şimdi, buraya nasıl bağlandı konu ve aslında iki satır sürmesi gereken bu serüven beni neden bu kadar sarsıyor diye durup düşünüyor insan Beyaz Kitap’ı okurken. Çünkü kitap, yazarın üzerinde durduğu her bir ayrıntı ile sıradan insan hallerinin hiç de tesadüfi ve sıradan olmayan yönlerine dikkat çekiyor.
Dalgalardan köpüklere, köpeklerden tipi, tuz, ay ve tül perdeye kadar bembeyaz geçen sayfalar dolusu yaşam tecrübeleri anlatıyor yazar. İklim soğuk ve kitap çizgisini bozmadan ürpertmeye devam ediyor.
Kitabın son bölümü olan Tüm Beyazlar yine yazarın annesine ve kayıplarına odaklanarak başlıyor. Anlıyoruz ki doğumdan hemen sonra ölen bebekten, yani abladan hemen bir yıl sonra anne bir de erkek çocuk doğuruyor. Gözlerini bile açamadan ölen bu ikinci bebekten sonra doğmuş olan ise kendisi. İlk iki bebeğin hayatta kalmış olması belki de kendisi ve kendisinden küçük kardeşinin hayata hiç gelmemiş olması anlamına geliyor yazarın. Hayatının başından günümüze kadar bu düşüncelerle meşgul olan Kang, belki de bizim kendisine devredilmiş ya da kaderin bir oyunuyla kardeşinden gasp edilmiş bir hayatı yaşadığına inanmamızı istiyor. Pek çok yerel metafor ve Korece diline özgü deyimlerle tatlanmış bu kitabında Kang okurlara varoluşumuzun, yani kutsiyet atfedilen hayatlarımızın aslında pek tabii başkalarının sıra savmasıyla bizlere lütfedilmiş olabileceğini anlatıyor. Seçme şansımız yok. Hakkımızda alınan kararların çoğunu sorgulama şansımız yok, o kararların uygulayıcısı da değiliz çoğu zaman. Hayata böylesine bir başlangıç yapmayı bilinçli bir varlığa teklif etsek kabul eder mi acaba? Sonuçta ana rahmi kadar sıcak ve korunaklı bir alandan çıkıp kan revan içinde üşümek, hoyratça elden ele verilip sizi annenize bağlayan göbek bağından koparılmak kolay atlatılabilir bir travma olmasa gerek. O acıyı size çektirenlere ağzının payını vermiyorsanız, bunun bedelini ödetmiyorsanız bu ya bir bebek kadar masum ya da tamamen şuursuz oluşunuzdan.
Bebekken ölen ablasına sesleniyor yazar.
“Senin gözlerinle baktığımda ben farklı gördüm. Senin bedeninle yürürken ben farklı yürüdüm.”
“Sen son nefesini öyle vermeseydin. Böylelikle doğmamış olacak benim yerime şimdiye kadar yaşamaya devam etseydin. Senin gözlerin ve senin bedeninle, karanlık aynaya sırtımı dönüp tüm gücümle ilerleyebilseydim.’’
Beyaz Kitap’ta Kang kendi hayat öyküsünü herkesin anlayabileceği ama pek çoğumuzun hazmederken zorlanacağı türden yalın bir dille anlatmış. Kurgudan ziyade duyguyu işlemiş. Bize sunduğu şiir tadındaki yazımı muhteşem çeviriyle birleşince adeta evrensel bir anlatım dili ortaya çıkmış. Beyaz renkli şeyler hakkında bu kadar çok duyguyu, bu kadar yoğun yaşadıktan sonra kitaplaştırmak hem çok iddialı hem de epey zor görünüyor. Han Kang ise bu işin üstesinden gelebilmiş ve ortaya usta işi bir eser çıkmış. Çünkü bu kitabı okuduktan sonra beyazın anlamı da değişiyor bir süre için. Farkında olmadan hangi ak-pak beyazların neleri sakladığına kafa yormaya başlıyor insan.
•