JOSEPH ROTH, STEFAN ZWEIG
çev. Ahmet Arpad Kırmızı Kedi Yayınları 2020 472 s.
Joseph Roth (1894-1939) ile Stefan Zweig’in (1881-1942) 1927-1938 yılları arasında birbirlerine yolladığı mektuplardan oluşan kitap, pek çok açıdan ilginç bir eser. Bir sıralama yapacak olursak, öncelikle iki yazar arasındaki edebi arkadaşlığı görüyoruz, yazarken başları “sıkışacak” olsa birbirlerine danışıp, yazdıklarını okutuyorlar. Eleştiri konusunda ikisi de tavizsiz. Ayrıca yayınlandıktan sonraki gelişmeleri de izlemeye çalışıp birbirlerini bilgilendiriyorlar… Mektupların bir başka ilginç yanı, iki büyük savaş arasında yaşananlardan kesitler içermesi. Nazilerin anti semitizminin pek çok kötülüğünden mustarip iki yazarın yaşadıklarını okuyoruz; o sırada bu yaşamlar Roth’un deyişiyle “canavar”ın gölgesinde sürüyor…
Joseph Roth’un Stefan Zweig’la tanışmasının ilginç bir öyküsü var. 1913 yılında Lviv’de üniversiteye başlayan ancak, altı ay sonra Viyana’ya giden genç adam kitaplarını okuduğu, beğendiği, kendisini çok etkilemiş Zweig’la tanışmak, ona minnettarlığını söylemek ve saygılarını sunmak için kalkıp evine gider. Ancak bir türlü kapıyı çalacak cesareti kendinde bulamaz, geri döner. Aradan 13 yıl geçer, Roth bu yıllarda basın yayın dünyasına katılmış ve ilk eserlerini vermeye başlamıştır. Bu eserlerden bir tanesini “Batıya gelen ve orada ‘problem’ olarak, ‘doğu’dan gelen konuklar’ olarak görülen, asimile olmuş batı Yahudilerinin yoksul ve Yahudi oldukları çoğu zaman ilk bakışta fark edilen biraz utandırıcı akrabalarının hikâyesinin” anlatıldığı Gezgin Yahudiler adlı kitabını okur Zweig, çok etkilenir ve Roth’a mektup yazıp böyle bir eser yazdığı için teşekkür eder.*
Roth, teşekkür mektubunu, “çok saygıdeğer Stefan Zweig” diyerek başladığı bir mektupla cevaplar; ancak hemfikir olmadığı bir konu vardır: Zweig’ın “Yahudiler öteki dünyaya inanmaz” demesini kabul etmemektedir. Bunu belirtir ve ardından ekler: “çok zaman alacak bir tartışmaya yol açacak bir konu...” 8 Eylül 1927 tarihli mektubunun son paragrafında da gelecek güz yeni bir kitabının çıkacağının ve bu kitabı kendisine yollayacağını söyler.
Bu gelişmeler, iki yazar arasındaki dostluğun başlangıcı olacaktır. Mektuplaşmaya, zaman zaman da görüşmeye başlarlar. Roth 1920’li yıllarda adı sanı bilinen, başarılı, şehirden şehire dolaşan, otellerde yaşayan, içkici, eli açık, arkadaş canlısı bir gazetecidir. Anlatmayı sever. Kalabalık bir çevresi vardır. Yine bu yıllarda Eyub ve Radetzyk Marşı gibi romanlar yazar. Esas olarak yapmak istediği roman yazmaktadır. 16 Kasım 1928 tarihli mektubunda Zweig’a şunları yazar:
“Gazeteye çok zaman ayırmak istemiyorum. Şu günlerde oldukça kapsamlı çalışmalara girişmeyi aklımdan geçiriyorum. Fakat gazetelere haber yapmazsam bu arada nasıl geçineceğimi de bilmiyorum.”
Edebi eserlerinden gelen para yetersizdir, bunu biraz daha artırmak, Fransa piyasasına girmek için Zweig’dan yardım ister. “Edebiyat çalışmalarıyla, ayrıca gazetelere de yazmadan geçimini sağlamak istemektedir.” Roth’un çok önemli bir başka sorunu daha vardır. Eşi Friederike hastadır ve sürekli bakıma muhtaçtır, zaman zaman sağlık durumu ağırlaşır ve hastaneye yatırılır. O günlerden birinde Zweig’a olanları anlattıktan sonra, son haftalarda pek bir şey yazamadım der ve ekler: “geçinebilmek için sadece arada sırada kimi şeyler karalıyorum.”
Mektubu alan Zweig, cevabında “kendine çok yakın bir insana yardım edememek, çaresiz kalmak dehşet verici” diye yazar. Kendisi rahat ve pürüzsüz bir yaşam sürdüğü için Roth’un karşısında zaman zaman utanmaktadır. Ancak dostuna bir de uyarı yapar:
“Görevinizin, en üstün yeteneklerinizi her zaman için korumak zorunda olduğunuzu unutmayın! Siz kendinize ve eşinize ait değilsiniz. Siz sizden önemli yapıtlar bekleyen bütün bir nesle gerekiyorsunuz.”
İki yazar arasında birbirlerinin kitaplarını okumalarıyla başlayan mektuplarla devam eden dostluk bir süre sonra ağabey kardeş ilişkisine döner. Zweig, sevdiği, sanatına hayran olduğu kendisinden on üç yaş küçük Roth’u kardeşi gibi görmektedir. Yargılarına başka herkesinden fazla değer verdiği bir kardeş. Sık sık onu sağlığına dikkat etmesi, az içmesi, daha düzenli bir hayat sürmesi için uyarır. Yayıncılarla ilişki kurmasında yardımcı olur. Bitmeyen para sorunlarının altından kalkabilmesi için para gönderir.
Bu ilişkide Roth, Zweig’ı ağabey gibi görür, ona şöyle yazar:
“Düşünün ki, herkesin bir yerlerde bir akrabası vardır. (…) Ben çok uzaklardan geliyorum, doğudaki akrabalarımın adlarını bile bilmiyorum artık. (…) Size ağabeyim gözüyle bakacağım, sizden rica ediyorum, sizinle ağabeyle konuşur gibi konuşmama izin verin.”
Ona tüm dertlerini açar, çözüm için yardım ister. Edebi çalışmalarından bahseder. Ancak zaman zaman Zweig’ı acımasızca eleştirir. Naziler iktidar olunca kendi kitapları yasaklanmıştır, zaten bunun aksine bir şeyi Roth da istemez. Fakat Zweig bir süre daha Alman yayıncılarla ilişkilerini korur, Roth buna çok öfkelenir. Almanya ile tüm ilişkilerini kesmesini ister:
“Almanya bitti. Bizim için Almanya bitti. Daha fazla bir şey beklemeyelim. Bir düştü, geçti gitti! Kabullenin artık bu durumu, lütfen!”
Bu tartışma Zweig’ın kitaplarının da Almanya da yasaklanmasıyla son bulur!
Yaşamı boyunca siyasete mesafeli durmuş, Nazilerin iktidarı ele geçirişlerinin ilk yıllarında sessiz kalmış olan Zweig’ı mücadeleye davet eder Roth:
“Adınızın tüm ağırlığını onlarla savaşa vermeniz ne güzel olacak: eğer bunu başaramazsanız, rica edeceğim, o zaman sessiz kalın.”
Zweig, zaten “suskunluğu yeğlemiş, dikkat çekmemeye çaba gösteren” biridir. Ne ülke içerisinde ne de dışında tek bir politik açıklama yapmamıştır ama hakkında soruşturma açılır ve Avusturya polisi evini basar.
Stefan Zweig (solda), Joseph Roth (sağda)
1927-1938 yılları arasında Yahudi kökenli, muhalif iki edebiyatçının mektuplarını okurken Nazizm’in yükselişini, kültür ve sanatta yarattığı tahribatı görüyoruz. Resmi veya gayrı resmi, Nazi olmayan ya da zararlı kabul edilen insanlar ülkelerini terk etmek zorunda kalıyorlar, eserleri yok ediliyor, basılıp dağıtılmaları engelleniyor, sefalete mahkûm ediliyorlar. Örneğin Roth’un mektuplarında onun sık sık parasızlıktan yakındığını “ağabey”inden borç istediğini okuyoruz. 6 Mart 1934 tarihli mektubunda şöyle yazıyor:
“Yıkıldım, elim kolum bağlanmış durumda, birkaç lokma da olsa bir şeyler yemeliyim, bir odada yaşamalıyım (…) Acaba biraz daha borç verebilecek misiniz? Bu sizin için mümkün mü?”
Hasta karısının masrafları, arada bir hayatına giren kadınlar dolayısıyla yüklendiği sorumluluklar, sürgündeki yayınevleriyle yaşadığı sorunlar, müsrifliği ve alkol bağımlılığı onu devamlı parasız bırakır. Biraz kazanabilmek için devamlı yazar. Ancak bu da yazdıklarının giderek kötüleşmesine yol açar…
Zweig, devamlı olarak arkadaşını uyarır: Bir mektubunda “Yaşadığımız günleri sürekli eleştirmeyin” der. “Şu andaki durumunuzda siz kendiniz de suçlusunuz. Bunu lütfen kabullenin (…) içkilerin insanı eli açık, zeki ve verimli yaptığını iddia etmeyin…” Bir başkasında, onu eline geçen paraları bir bir başka yere yollamaması, birilerine hediye etmemesi konusunda uyarır ve ekler: “Çalışırken kafanız dinç olsun diye otele hemen 3 haftalık ön ödeme yapın.”
İki yazar için otuzlu yılların ilk yarısında başlayan sorunlar, ikinci yarısında giderek ağırlaşır. Zweig’ın para sıkıntısı yoktur ama onu var eden uygarlık yok edilmektedir. Her gün bir parçasının imha edildiğini görmektedir. Kitapları meydanlarda yakılmış, yasaklanmıştır. Dostları, tanıdıkları çeşit çeşit saldırılara maruz kalmaktadır. Sonunda ülkesi de Nazi Almanya’sının bir eyaleti haline gelir. O da kıtayı terk edip, “yenidünya”ya gider ve Brezilya’da da hayatına son verir.
Roth ise giderek ağırlaşan kadim sorunlarıyla uğraşmaktan yorgun düşer. Sağlığı bozulur, sonunda Amerikalı yayıncılar da onun kitaplarını basmazlar, bunun en önemli nedeni edebi niteliklerinin giderek düşmesidir. Para kazanmak amacıyla gerekli özeni göstermeden yazdığı metinler beğenilmez. Yalnızca doğru dürüst telif ödemeyen / ödeyemeyen sürgünlerin çıkardığı birkaç dergiyle yayınevi için bir şeyler yazmaya çalışır. Bu arada Zweig’la arasındaki ilişki de bütün iniş çıkışlara rağmen devam eder. Elimizdeki kitapta Roth’un Zweig’a Paris’ten yolladığı son mektubun tarihi 10 Ekim 1938. “Durumuz çok çaresiz” diyen dostunu “siz çok kötümsersiniz” diyerek teselli eder!
Zweig’ın 17 Aralık 1938 tarihli son mektubu ise bir dilekle sona eriyor: “Gelecek yılın arkada bırakmakta olduğumuz yıl gibi sorunlarla dolu geçmemesini dilerim.” Ama Zweig’ın dileği gerçekleşmez ve hastalığı ağırlaşan Roth, beş ay sonra Paris’te vefat eder.
Yazıyı bitirirken küçük bir not: hayli hareketli bir dönemde yaşamış iki yazarın birbirlerine yazdığı mektuplardan oluşan bu kitap, acaba, yazarların hayatları ve eserleriyle ve de dönemin önemli olaylarıyla ilgili kısa notları içeren bir kronolojiyle beraber yayınlansa, kitapta daha geniş bir önsöz ile yeterli, açıklayıcı notlar ve dizin bulunsa daha güzel olmaz mıydı?
NOTLAR
* Volker Weidermann, Karanlıktan Önceki Yaz, Çeviren: Zehra Kurttekin, Can Yayınları, 2018.