"Ben Şeyh Bedreddin, her şey ben yaşarken oldu!"

Ben-Şeyh-Bedreddin

Ben Şeyh Bedreddin

SAMET ALTINTAŞ

Timaş Yayınları 2021 256 s.

Samet Altıntaş tarihin yanlış tarafına düşen Rumeli çocuğu Şeyh Bedreddin’i, Seyyid Hüseyin Ahlatî’nin müridini, Musa Çelebi’nin kazaskerini, melamet hırkasına gizlenen Varidât’ı, İmparatorluğun ilk Sufi direnişini “dünü bugüne bağlayarak” anlatıyor.

SEVİM ŞENTÜRK

Şeyh Bedreddin özellikle Nâzım Hikmet’in 1936’da kaleme aldığı, 1966’da da yeniden dolaşıma giren Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı sonrası popüler hale gelir. Bedreddin Simavî’nin bu kadar şöhrete kavuşmasında şairin onu “komünist bir isyancı” olarak tasarlamasının katkısı yadsınamaz. Peki, Şeyh Bedreddin algılandığı gibi bir asi, kabullenildiği gibi bir zındık mı? İşte Samet Altıntaş temelde bu iki sorunun izini sürüyor, son çalışması Ben Şeyh Bedreddin/Derviş-Devlet-İsyan’da.

Kitap on altı bölümden oluşuyor. Her bir bölüm başına Nâzım’ın aynı adlı destanı epigraf olarak kaydedilmiş. Yazarın bilinçli tercihi mi bilinmez; ama yine her bölümde –sanki şair Bedreddin için yazmışçasına– bir İsmet Özel şiiri yer alıyor. Kravatlı tarihin o resmî söylemlerini şiirle aşma gayreti gözden kaçmıyor değil. Ve böylesi bir izlek çok şık olmuş, belirtelim. Altıntaş, Şeyh Bedreddin’i ve onunla beraber süregelen tartışmaları kronolojik bir zeminde sıralıyor. 15. yüzyıldaki hadisenin önünde Hikmet Kıvılcımlı, Hüseyin Vassaf, Ulus Baker, İbrahim Hakkı Konyalı, Mehmet Ali Aybar, İsmail Fenni Ertuğrul gibi onlarca isimle seyahate çıkıyorsunuz. Kitabın sayfaları belgesel sahneleri gibi. Yine okura farklı okuma kapıları açan dipnot ve kaynakçası da eserin alametifarikalarından.

Şeyh Bedreddin bir isyancı mıydı?...

Peki, Şeyh Bedreddin sanıldığı/denildiği gibi bir isyancı mı? Samet Altıntaş literatürü neredeyse baştan ayağa taramışa benziyor. Onun çıkarımına göre bu sorunun net bir cevabı yok, çünkü yazar tarihî kayıtların çelişkilerini oldukça objektif bir şekilde ortaya koyuyor. Zaten sayfaları çevirdikçe soru işaretleriyle karşılaşıyorsunuz ki Altıntaş bir hüküm vermekten imtina ediyor, bunu seziyorsunuz. Haliyle yazarın 1416 isyanı ve ona öncülük edenlerle ilgili ortaya attığı sorular kafanızı karıştıracak ve meseleye bakışınızı değiştireceğe benziyor, haber verelim. Bilhassa “Manzaradan Parçalar” bölümü tarih ve tarih yazıcılığı üzerine mini bir ders mahiyetinde. Altıntaş okura önyargıyla önkabulün arasındaki hikâyeyi göstermek istiyor. Bu yüzden çalışmasında karşıt fikirler münakaşalarını sürdürürken, öte taraftan öznenin tarihini önceleyen bir tavra şahit oluyorsunuz. Mesela kitabın ikinci bölümünün başlığı şöyle: “Bedreddin’le Evliyâ Çelebi’nin Dedeleri Aynı Gemide.” Yazar burada meta-tarihin kıyısında kalmış küçük detaylarla resme adeta perspektif veriyor, derinlik katıyor.

Samet Altıntaş

Melamî harita

Samet Altıntaş, Şeyh Bedreddin mevzuu konuşulduğunda gündeme gelen vahdet-i vücut-vahdet-i mevcut dilemmasını da ustaca kotarmışa benziyor. Simavî’nin tasavvufi yolunu, bu seyrisülukta birbiriyle iç içe geçmiş fotoğrafları gösteriyor: “Emir Sultan’ın bir oğlu Bedreddin’den hilafet alarak kâmillerin sırasına girmiştir, II. Murad devrinde hakkında tahkikat yürütülecek olan Hacı Bayram-ı Veli, Emir Sultan ile dosttur. Eşrefoğlu Rumî, Hacı Bayram’ın damadıdır, Hacı Bayram, Somuncu Baba’nın talebesidir. Somuncu Baba’yla Şeyh Bedreddin halvet arkadaşıdır, Hacı Bayram’ın müridi Akşemseddin, Bedreddin’in talebesidir, Bayramî-Melamîliğin kurucusu Bıçakçı Ömer Dede, Hacı Bayram’ın talebesidir, Bünyamin Ayaşî, Pir Ali Aksarayî, İsmail Ma’şukî, Pir Ahmed Edirnevî, Ahmed Sarban, Hüsameddin Ankaravî, Hamza Balî, Hasan Kabâdûz (talebesi Abdullah Bosnevî), İdris Muhtefi, Hacı Kabayî, Sütçü Beşir Ağa, Bursalı Seyyid Haşim gibi isimler Bıçakçı Ömer Dede’nin mayaladığı toprağın mahsulüdür.”

Tarihin nesnesinden kurmacanın öznesine...

Bu arada Ben Şeyh Bedreddin’de devletle derviş arasındaki çatışmanın her dönemde var olduğunu, süregeldiğini görüyorsunuz. Yine hukukun neden her dönemde en önemli hayat kaynağı olduğunu Bedreddin’in olası isyanında da, gerçekleşen idamında da görüyorsunuz. “Tarihin fotomontajına baktığımızda Simavlı’nın yaktığı ateş zihinlerde ve gönüllerde hiç sönmemiş, 15. yüzyılda Rumeli’nde başlayan adalet-özgürlük-kardeşlik fikri yine Balkanlar’da 1908 Devrimi ile taçlanmış, 29 Ekim 1923’te yeni rejimle adını dünyaya duyurmuştur” diyen Altıntaş’a göre “geçmiş” tıpkı hayat gibi devam ediyor.

Sonuç olarak Nâzım’ın destanı bir tarih kitabına, Şeyh Bedreddin de tarihin nesnesinden kurmacanın öznesine dönüşmüş durumda. Her kesimin, herkesin bir Bedreddin’i var desek yeri. Belki de bu sebepten kitap, “Tarih mutlak değil, muğlaktır” diye başlıyor, “Tarih tarif edilen değil, tahrif edilendir” sözüyle bitiyor.

Sözün özü, “hakikat”in vizöründen Simavî zamanına bakmak ve olayları “aslında ne oldu?” zaviyesinden değerlendirmek isteyenler için bu kitap oldukça önemli bir repertuvar. Arka kapakta da gayet iyi bir şekilde belirtildiği gibi, Samet Altıntaş tarihin yanlış tarafına düşen Rumeli çocuğu Şeyh Bedreddin’i, Seyyid Hüseyin Ahlatî’nin müridini, Musa Çelebi’nin kazaskerini, melamet hırkasına gizlenen Varidât’ı, İmparatorluğun ilk Sufi direnişini “dünü bugüne bağlayarak” anlatıyor.