yayına hazırlayan: Esen Günseli Andaç Atalay
Sosyal Tarih Yayınları 2020 480 s.
Bülent Çoşkungür’ün anısına…
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir çalışma ile Behice Boran’ın, başta mektupları olmak üzere yazdıklarından bir bölümü daha kütüphanelerdeki yerini aldı. Böylece çeşitli yerlere dağılmış olan vesikaları derleyen, İngilizce yazdığı hikâye ve şiirleri Türkçeye çevirip, eski Türkçe ile yazılı olanların transkripsiyonunu yapan araştırmacılar Boran’ın külliyatının eksik parçalarından bir tanesini daha tamamlamış oldular.
Kitapta yer alan mektuplar, birkaç istisna dışında ya hapishaneden yazılmış ya da hapishaneye gönderilmiş. Okuduğumuz ilk mektuplar Boran’ın 1950 yılında Türk Barışseverler Cemiyeti’nin Kore’ye asker göndermeyi protesto eden bildirisi nedeniyle yattığı hapislik günlerine ait. Temmuz ayı sonlarında tutuklanan ve 2 Ağustos’ta Ankara’ya getirilen Boran, Ankara Genel Cezaevi’ne konulur. Bu ilk tutukluluk dönemi 7 Aralık’a kadar sürecek ancak, kısa bir aradan sonra “damdan düşercesine, daha doğrusu adeta tuzağa düşercesine” 30 Aralık 1950’de yeniden tutuklanacaktır. İkinci tutukluluk dönemi 7 Nisan 1951’e kadar sürecektir.
Lakin Behice Boran’ın tutuklanma, hapishane ve tahliye serüvenleri bitmemiştir. Tahliye edildikten sonra 21 Nisan 1951’de bir kez daha 28 Mayıs 1951 gününe kadar kalacağı cezaevine girer. Bu arada barışseverlerin davası sonuçlanmış, Boran 15 aya mahkûm olmuştur ve bir çocuk beklemektedir. Hamileliği nedeniyle geçici olarak tahliye edilir ve aynı yılın 4 Eylül günü doğum yapar. Kalan cezasını tamamlamak için 1953 başında, bu sefer Nevşehir Cezaevi’ne girer. Burada 1 Haziran 1953’e kadar kalacaktır.
Bu günlerde ünlü 1951 Türkiye Komünist Partisi tutuklamaları henüz son aşamaya gelmemiştir ve 25 Eylül 1953’te “gizli Komünist partisine girmek” iddiasıyla Boran da tutuklanır. Görülen davada beraat etmesi üzerine beş ay sonra serbest bırakılır.
İlk kez tutuklandıktan sonra Ankara’ya getirilen ve cezaevine yerleştirilen Boran, ertesi gün kocasına bir mektup yazar. İstanbul’dan getirilişlerini kısaca anlattıktan sonra geride kalan annesini ve kocasını teselli eder:
“(Trende) gece iyi uyuduk ve sabah güzel bir kahvaltı ettik. Bu tafsilatı yazışım rahatımızın ve sıhhatimizin yerinde olduğunu sizi ikna etmek için. Çünkü siz kim bilir orada bizi ne üzgün tasavvur ediyorsunuzdur ve benim zaten bozuk olan sıhhatimin buna dayanamayacağını sanıyorsunuzdur. Halbuki ben sıhhat bakımından da, haleti ruhiye bakımından da gayet iyiyim (…) Annem bu satırları okusun ve benim için üzülmekten vazgeçsin”
Ardından “en kısa zamanda” göndermelerini istediği eşyalarını ve yapılması gereken işleri sırasıyla yazar: birkaç parça çamaşır, giyim eşyası, bir takım yorgan, çarşaf, yastık kılıfı ile tabak kurulamak, öteberi sarmak için temiz bezler göndermelerini, evden çıkmalarını ve maaşını nasıl alabileceğini öğrenmelerini ister.
1980 darbesinden sonra mücadelesini Avrupa’da sürdüren Behice Boran bir toplantıda konuşurken…
Bir sonraki mektuptan ev ve maaş meselesinin henüz çözülemediğini öğreniyoruz; ayrıca Boran, kocasının Ankara’ya yerleşme önerisine “sanki burada iş ihtimali varmış gibi yazıyorsun, var mı? Devamlı ve iyi kazançlı bir iş olacaksa tekrar Ankara’ya nakledilebilir tabii, fakat öyle değilse boşuna masraf” diyerek itiraz eder. Önerisi durumlarının açıklık kazanmasını beklemektir. Sonra, hüküm yeseler bile ailesi İstanbul’da olduğu için belki oraya nakli de mümkün olabilir.
Nihayet, tutuklandıktan üç ay sonra Boran’a iddianamesi tebliğ edilir. Bir gün sonra annesine yazdığı mektupta, iddianamenin içeriğinin çok sudan olduğunu söyleyerek şöyle devam eder:
“Hani güya hariçle irtibat filan tespit etmişlerdi, mevcut olmayan şeyi tabii ki tespit edemezlerdi fakat belli ki bunun üzerinde pek durmuşlar. Delil v.s olmayınca bu sefer benzetme yoluile ithama kalkmışlar. Dışarıdaki barış teşekkülleri ve hareketile ‘ad ve gaye’de benzerlik varmış. İddianamenin ikinci kısmı uzun uzun bu noktanın üzerinde duruyor.”
Boran, böylesi zayıf bir iddianame ile görülen bu davanın sivil mahkemelerde mutlaka beraat edeceğini ancak askeri mahkemede yargılandıkları için cezalandırılacaklarını düşünmektedir ve annesini teselli eder:
“Biliyorum ki sen bu vaziyette benden ve Nevzat’tan çok daha fazla üzülüyorsun. Halbuki düşünmelisin ki yazı ve fikir hayatına atılanların başına gelen şeylerdendir mapusluk… Bu günkü gazete yazarlarının bile meşhurlarından kaç tanesi girip çıkmıştır. Fikir uğrunda hapse girmekte bir şerefsizlik yok, bilakis… Ve sıhhatte ve sağ olduktan sonra mahkumiyetler de sona erer ve kapanan kapılar bir gün olur açılır.”
Daha sonraki günlerde yazdığı bir mektupta Boran’ın avukatının mahkeme tarafından reddedildiğini bu nedenle müdafaasını kendisinin yazdığını okuyoruz:
“Bu vaziyette hiç müdafaa yapmıyayım diye düşünmüştüm fakat sonra yine kendi aklımın erdiği kadar bir şeyler söylemiye karar verdim. Hazırlandıktan sonra da fena olmadı, kuvvetli bir müdafaa oldu sanırım.”
Ancak sonuç değişmeyecek, Boran mahkûm olacaktır.
Eşi Nevzat Hatko’nun mektupları, Boran’ın dördüncü tutukluluk dönemine ait. Kalan cezasını tamamlamak üzere, bu kez 1953 yılının başlarında Nevşehir Cezaevi’ne giren Boran, ardında bir de yeni doğan bir çocuk bırakmıştır. Eşi, artık hem anne hem de babadır. Nevzat Hatko, mektuplarında detaylı olarak iki yaşındaki oğullarıyla ilgili bilgiler veriyor, rutin doktor ziyaretleri, aşıları, rahatsızlıkları, yaptığı küçük “edepsizlikler”, “yaramazlıkları” “radyo şarkıya başlar başlamaz ellerini çırpması” vb. Bu arada tabii bitmeyen maddi sorunlar, yeni ev bulma derdi, bir de tüm bunların üzerine Behice Hanım’ın ördüğü kazağın “oğlana düdük gibi gelmesi!” Nevzat Hatko’nun yazdıklarının önemli bir bölümünü bunlar oluşturuyor.
Gözaltılar ve cezaevleri yaşamından eksik olmayan Behice Boran, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra vatandaşlıktan çıkarılmıştı…
Nevzat Bey, aynı zaman da bir tiyatrosever olarak sezonun oyunlarını da izliyor ve karısına gördüklerini anlatıp onu haberdar ediyor. Ve cezasını tamamlayıp, tahliyesi yaklaşan karısının dönüşünü düzenlemeye çalışıyor:
“Avukat Vahdettin Barut Bey’e 250 lira verdim senin için. Kendisine yükte hafif ve fakat mahiyetleri ve cinsleri bakımından elb tutacak ıvır zıvırlarını da getirivermesini rica ettim (…) Kitapları sana gönderdiğim tahta sandıklardan birine istif edebilirsiniz. Ne ise bu işi sana havale ediyorum, istediğin gibi yaparsın.”
21 Mayıs 1953 tarihli mektup Nevzat Hatko’nun Nevşehir’e yolladığı son mektup olur ancak en son mektup değildir, çünkü yaklaşık dört ay sonra Behice Boran bir kez daha tutuklanır ve yine beş ay sürecek bir mektuplaşma başlar.
Çalışmada yer alan günlüklerde, Boran’ın yattığı hapishanenin fiziki şartları ve insanları hakkında, mektuplara nazaran daha çok bilgi bulunuyor. Cezaevinin kadınlar kısmı biri ‘küçük’ diğeri büyük olmak üzere iki koğuştan oluşuyor. Boran ve arkadaşı, barışseverler kurucularından muvakkar güran bu küçük koğuşa yerleştiriliyor. Kısa bir süre önce af çıktığı için hapishane kalabalık değildir ancak, su, yıkanma ve Ekim ayının sonlarından itibaren başlayan soğuklar, üstüne tahsisat yokluğu nedeniyle bir türlü yaptırılmayan kırık camlar büyük sıkıntı yaratmaktadır. Boran, 20 Ekim 1950 tarihli günlüğünde, şu satırları yazıyor:
“Karşılıklı iki pencereden birinin üç, diğerinin bir kırığı var. Deliklere gazete tıkadık ama tabii sovuğa yine tam mani olamıyor. Zaten camları bütün olsa bile çerçevelerde öyle yarıklar var ki (…) Bizim fitilli gaz ocağını yakıyoruz, mangaldan ziyade ısıtıyor. Bu yüzden büyük kovuştakiler birer ikişer bizim odaya (doluyor).”
Hapishanenin bir de tecrithanesi vardır ve yeni gelen birinin sekiz gün burada tutulması gerekmektedir. Ancak, bu hapishanede oradaki tutuklular rahatça büyük koğuşa gidip gelmekte, sadece uyumak için tecrithaneye dönmektedirler. Yemeklerini herkes kendi yapmaktadır…
Bu küçük günlükte okuduğumuz bir başka husus, Boran’ın hapishanedeki insanlarla ilgili gözlemleri. Bazen çatışan bazen barışan, küçük meseleleri büyütüp huzursuzluk çıkaran, kimi geveze, patavatsız, laubali, gürültücü, tehditkâr… ama tüm bunların zıttı da olabilen bu insanları yeri geldikçe anlatıyor. Hapishanedeki sosyal ilişkiler konusunda ilginç bir gözlemini okuyoruz:
“Mahkûm adeta kapıdan girerken tasnif oluyor ve bir sınıfa oturtuluyor. Ve sanki konuşulup anlaşılmış gibi hemen herkesten ona göre muamele görüyor. Bu farklar evvela hitaplarda kendini belli ediyor (…) Bu şaşmaz kaide neye dayanıyor? Şüphesiz evvela ve her şeyden evel ve her şeyden üstün, şahsın dışarıdaki sınıfına dayanıyor. Cemiyetteki tabakalaşma burada da kendini gösteriyor. Bu umumi kaideden ayrı olarak bir de şahsi hususiyetler işe karışıyor.”
Kendi içerisinde bulduğu bu zor dünyada var olabilmek ve kurtulabilmek için Boran, “sabırlı olmayı” öğrenir, elindeki yegâne silahlar azmi ve iradesidir. Kitapta yer alan şiirlerinden birinde dediği gibi kendi hayatını, kendi elleriyle yoğuracaktır.
•