Bizimle yaşayan ve bizimle ölen Bahar

Bahar

Bahar

SABİNE ADATEPE

Çeviri: Levent Bakaç Ayrıntı Yayınları

“Edebiyatta oldukça ele alınmış bir göçe, bir de Adatepe'nin farklı dinamikleri ve oldukça katmanlı etkleri ile ele alan kurgusuyla tanıklık edin…”

BESTE BAL

Bir an var hayatımızda, ‘o an’ geldiğinde beraberinde yaşamanın, yaşamımızın anlamına dair bir huzursuzluğu da taşımaya başlıyoruz gittiğimiz her yere. Derken ya bu huzursuzluktan kimi anlamlar türeterek tamamen kurtuluyoruz ya da ara sıra yine kendini hatırlatacağı bir şekilde yaşam yolculuğumuza devam ediyoruz. Anlamlar ve yaşamımız; bir araya geldiklerinde kişisel öykülerimizin harcını oluşturuyorlar. Evet, yalnızca kendimize ait olan ve ‘an’ın biricik yorumlanması olan öykülerimiz, bizimle yaşayan ve bizimle ölen...

Tek bir olgu karşısında, heybemizde biriktirdiklerimizi yorumumuza katıyor ve ‘gün gibi ortada’ olana giden yolu kimi zaman epey zorlaştırıyoruz. Sabine Adatepe, bir olaydan yola çıkarak nakış gibi işlediği karakterlerinin heybelerine taşıyor bizi. Bahar’da, oldukça güçlü karakter tasvirleri ile içinde pek çok öyküyü barındıran ve elli yılını geride bıraktığımız Almanya’ya ‘misafir işçi’ göçüyle şekillenen hayatlar anlatılıyor. Türkiye’de doğan ve Almanya’da yetişen genç Bahar’ın sır gibi ölümünün ardındaki gerçeğe ulaşmak için pek çok hayata temas ediliyor. Anlatıcı ise ne sadece yazar, ne de tek bir karakter. Bu yanıyla da karakterler havada uçuşmuyor ve hayatlarına öyle bir kapılıyorsunuz ki aslında aradığınız yanıtın Bahar’ın ölümüne dair olduğunu neredeyse kitabın sonuna doğru hatırlayabiliyorsunuz.

Adatepe kurgusunda ikilikleri ortaya koyuyor. Doğu-batı, gelişmiş- gelişmekte olan, kent-kır, modern-geleneksel, yerli-yabancı, kadın-erkek… Ve sonra bu ikilikleri yerle bir ediyor. Karakterlerini iyi ve kötü yönleriyle birlikte alırken okurun onlardan biriyle empati kurarak hikâyeye dahil olması amacını gütmüyor, okurun onları ‘anlamasını’ istiyor. Evet, anlamasını ve onu gerçeğe götürecek yorumları yapan insanları tanımasını istiyor. Zamanın birinde Kastamonu’nun bir köyünde yaşayan ailenin, Almanya’daki bir Türk mahallesinde yaşayan aileden çok daha ‘çağdaş’ olabileceğini söylesem ne düşünürsünüz? Ben daha önce bunu düşünemediğim için kızdım kendime. Yaşamım boyunca zihnimde oluşturulan imajlar bazı kabulleri de beraberinde getirmiş, bir güzel yerleşmişlerdi. Bir Türk mahallesinde yaşanan ölüm vakasının, çok da üzerine düşünmeye gerek duyulmadan akıllarda ‘namus cinayeti’ olarak yer alışını da bu nedenle olsa gerek, ilk önce yadırgamadım. Ama karakterleri tanıdıkça bir terslik olduğunu sezdim ve kendimi kurguya kapılmış buldum.  

Mesele zaman ya da mekân değil, zihniyet

Sosyal hizmet danışmanı İna'nın anlatımıyla başlıyor roman. Entegrasyon amacıyla uygulanan politikalarla tanışıyoruz onun anlatılarında. Adatepe, Türk mahallelerinde kadın olmayı, göçmen bir genç olmayı, 11 Eylül saldırıları sonrasında Avrupa'da türbanlı bir Müslüman olmayı, hiphopçı olmayı, kendi memleketinde bir göçmenle aynı sınıfın insanı olmayı, o mahalleye sıkışıp kalmayı ve dayatılan hayatı reddetmeyi birbirine temas eden yaşam öyküleriyle sunuyor. Anlatılanlar pek tanıdık geliyor, mekânın sınırlarının ortadan kalktığını görüyoruz. Aynı şekilde tarihi olaylar yer almasa veya teknolojik gelişmeler, anlatılan hikâyeyi herhangi bir zamana taşımanın da mümkün olduğunu söyleyebilirim. Değişimin dinamiği 'zihniyet' olarak karşımıza çıkıyor. Dünyanın bir ucuna da gitseniz, aradan seneler de geçse bakış açınızı değiştirmediğiniz sürece hayatınızda bir değişimin gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğu vurgulanıyor. Ama aynı zamanda - ve ne iyi ki - yaşamlarımızın kontrolünün de ne denli bizlerin elinde olduğuna değiniliyor. Bir 'başa gelenler dizisi' olmaķtan çıkarılan yaşam öyküleriyle oldukça edilgen karakterlerin yaşamlarını bir arada vererek kendi yaşamlarımıza da göz atmaya davet ediliyoruz diyebilirim.

Karakterlerin iyi ve kötü yanları var, güçlü olduğu kadar aciz oldukları yönleri de var. Ancak Adatepe onları yargılamamızı değil anlamamızı istiyor. Bahar'ın babası Turan hiçbir zaman istemediği bir evlilikten olan çocuklarının başını dahi okşamamışken aynı zamanda başka bir çocuğun şefkat dolu babası olarak karşımıza çıkabiliyor. Bahar'ın annesi Hüsniye dünyaya açılan kapı Almanya'da, eşinin ailesiyle yaşayan ve neredeyse evinin mutfağından çıkmayan, devletin yürüttüğü zorunlu entegrasyon programlarını sosyalleşebildiği yegâne alan olarak var eden bir 'gelin' iken Kastamonu'daki ailede bambaşka bir 'gelin' imajıyla karşılaşıyoruz. Bahar'ın dayısının eşi Hadiye, gelin olarak geldiği ailede ataerkil ilişkilerin, geleneksel rollerin değişmesi için çabalıyor ve değişimin gerçekleşmesini sağlıyor. Karakterlerin bakış açılarını da sunarak yaşananları nedenleri ve gerçekleşme süreçleriyle birlikte ele alan anlatı, yargılamanın önüne geçiyor. Anlatılan sizin hikâyeniz olmasa bile yaşadıklarınızı yorumlarken kendinizi acımasızca yargılamamanız için de bir perspektif sunuluyor.

Okuduğu edebi metinlerde, sevdiği yazarlardan cebinde biriktirdiklerini görmekten haz duyan insanlar var, yalnız değilim biliyorum. Sabine Adatepe editör ve yazar olmakla birlikte çevirmenlik de yapıyor. Hakan Günday, Sema Kaygusuz, Murat Uyurkulak gibi yazarların eserlerini Almanca'ya kazandırıyor. Çevirisini yaptığı eserlerin edebi diliyle arasındaki mesafe nasıldır bilemiyorum; ancak en azından saydığım üç yazar da sıradan konuları sıradışı kurgu ve karakterleriyle resmeden yazarlar benim için. Bu bilgiyi edinince Adatepe'nin dili daha keyif verici bir hâl aldı, başka bir iz de sürmüş oldum roman boyunca. Edebiyatta oldukça ele alınmış bir göçe, bir de Adatepe'nin farklı dinamikleri ve oldukça katmanlı etkleri ile ele alan kurgusuyla tanıklık edin.