ÉDOUARD LOUİS
çev. Ayberk Eray Can Yayınları 2020 56 s.
Babaya tekrar tekrar, ısrarla sorulan bir sorunun etrafında geziniyoruz, sorudan kopuyor, sonra yine buluyoruz onu yanı başımızda. Yüzümüze çarpıyor, kulağımızda büyüyor, zihnimizi kaplıyor imajlar eşliğinde, bir yer arıyoruz kendimize bu etrafa saçılmış anılar içinde. Bir bombardıman bu, anlamı sade olan bitende; elbette hem dışarda hem içerde.
“Numaradan konser akşamı, şarkıcı oldum diye, kız kılığına girdim diye mi yaraladım seni?”
Sorular. Babasına, kendisine, okura, geçmişine, annesine, siyasi figürlere sorular… Bir arayışın ve buluşmanın hikâyesi Édouard Louis’nin kitabı diyorum. Sonra tekrar okuyorum. Bir ayrılık, unutma, unutulma ve bir göz gibi uzaktan izleyen hafızanın hikâyesi bu. Son bölümlerde kapıldığım dehşetin ifadesi yüzümde asılı kalmış, bitiriyorum kitabı. Aklıma kazınan görüntüler var: köşede saklanmış, intikamının sonucunu izleyen bir çocuk, tezatların buluştuğu bir Noel hatırası, ölüme adanan kutlamalar, aile içi hesaplaşmalar. Tekrar elime alıyorum metni, hayır, bu olsa olsa bir yüzleşme ya da affetme hikâyesi olabilir. Belki de hepsinden biraz.
Édouard Louis benzer konulu metinlerde çoğunlukla gördüğümüz üzere baba oğul arasındaki düşmanlık ve nefret dolu bir öyküyü anlatmıyor. Babasını anlamaya, yüzünü görmeye, anlamadıklarını da açıklıkla anlatmaya çabalıyor ve babasının biyografisi üzerinden siyasetçilerden hesap soruyor. Bir fabrikada çalışırken üzerine düşen ağırlık sonucu büyük acılar çektiğini öğrendiğimiz babasının sonrasında başına gelenleri anlatırken, sistem, devlet kelimelerini kullanmak yerine doğrudan isimlerle soruyor sorularını.
Babasının sağlığını, tüm yaşamını etkileyen bu isimleri tarihe kazımak istiyor.
“Bir insanın biyografisinde neden bu isimlere hiç yer verilmez?... İntikamımı onların adlarını tarihe kazıyarak almak istiyorum.”
Kitabın kısa bir bölümünü kaplamasına rağmen en çok konuşulan ve eleştirilen kısım olmuş burası şimdiye dek, kimileri tarafından da en çok beğenilen. İyi ya da kötü, büyük tartışmaya yol açtığı kesin.
Elimde tuttuğum bu kitap başlı başına bir intikam o halde. Ona bir isim bulmayı, sınıflandırmayı bırakmalı belki, belki metnin arar göründüğü ancak reddettiği bir durum bu. Anlatının başlarında Édouard Louis şöyle diyor:
“...yazdıklarımın ve söylediklerimin edebiyatın gerekliliklerini karşılamadığını, fakat yaşatmanın, bu yangının mecburiyetine, aciliyetine yanıt verdiklerini biliyorum.”
Öyleyse yalnızca anlattıklarına kulak vermeli ve metnin kendi içindeki çoklu, değişken biçimi, tek tip olmaktan uzak tonu kabullenmeli bir okur olarak. Babanın biyografisiyle yazarın otobiyografisinin buluştuğu sahnelerin kendi içindeki olağan çatışması/çelişkisi ve iniş çıkışlı ritmi, yazanın içindeki sarsıntıyı olduğu gibi kelimelere dökmesinden ileri geliyor ve okur olarak yalnızca içtenlikle bakmak düşüyor bize, sonra da kendine bakmak belki. Metinde saydıklarımın hepsini ve çok daha fazlasını bulmak mümkün, hangi izlekten gideceğine karar vermek okurun işi elbette.
Édouard Louis’nin kimi yerde doğrudan, kimi yerde dolaylı anlattığı ve sorguladığı bir başka mesele de şiddet. Baba ile çocuk arasındaki sessizliğin şiddeti, homofobi şiddeti, aile içi şiddet ve kişisel tarihi içerisinde tekerrür halinde (önce başkasından dinlediği sonra bizzat yüzleştiği hikâyeler olarak) karşılaştığı erkek şiddeti ve sonra hepsinin, herkesin koca bir sınıf olarak altında ezildiği egemenlerin şiddeti. Siyaset yapan ama yaptıkları siyasetten kendi günlük yaşamları etkilenmeyen insanların şiddeti. Görüşleri ve eylemleri asla mide sağlığını, alacağı ilaçları, belini etkilemeyecek olsa da başkalarının belini bir cümleyle ezme gücüne sahip olanların şiddeti. Yaptıkları ve söyledikleriyle farkında olarak ya da olmadan birbirine suç ortaklığı yapan egemenlerin. Yazar, babasının çocukluğundan başlayıp bugüne gelirken yakın tarihe ve Fransa’da “yapılanlara” kişisel tarihi üzerinden ışık tutuyor. Haliyle kişisel tarih ile siyasi tarih iç içe geçiyor. Édouard’a göre zaten hep bir aradalar ve öyleyse neden sorularımı buradan sormayayım, diyor bu kitapla. Bir nokta atışı diyebiliriz belki bu kitap için, illaki bir isim koymak istersek.
Édouard Louis Fransa’nın kuzeyinde küçük bir kasaba olan Hallencourt’da 1992 yılında dünyaya gelir. Doğduğunda ailesi ona Eddy ismini verdiğinden liseye kadar yaşamını Eddy Bellegueule olarak sürdürür. Bu isme vedasının hikâyesini En Finir Avec Eddy adlı kitabında anlatır. Édouard fabrikada çalışan bir babanın çocuğudur ve gelir düzeyleri düşüktür. Çevresinde pek çok işsiz insan vardır ve anlattıklarına göre açlığı çok erken yaşta deneyimlemiştir. Ulusal Cephe’ye oy veren babası ile siyasi anlamda sürekli fikir ayrılığı yaşamıştır, bunu kitaplarında ayrıntılı bir şekilde anlatır. Babası çalıştığı fabrikada üzerine depolama konteynırı düşmesi sonucu yatalak kalmış, acı içinde yaşamına devam etmiştir. Artık fikirleri değişse de geçmişinde kalmış birisi gibi bahseder Édouard Louis ondan.
On sekizinde bir felsefe öğrencisi olarak üniversite için Paris’e gelir. Burada kimsenin ailesinin, kendi yaşamındaki insanların farkına varmadığını düşünmeye başlar ve bunun üzerine geldiği yerle ilgili bir roman yazmaya karar verir. Tanıklık etmek, göstermek, anlatmak ister ve bu süreçte karşılaştıkları onu daha da politik olmaya iter. Örneğin kitabını gönderdiği bir yayınevi “yazdığı türde bir fakirliğin yüzyıldan fazla bir süredir var olmadığı ve insanların bu hikâyeye inanmayacakları” gerekçesiyle dosyayı reddeder.
Politik alana aktif bir şekilde ve sıklıkla Geoffroy de Lagasnerie ile birlikte müdahale eder. 2015 yılında Le Monde’da solun yeniden harekete geçmesi ile ilgili bir bildiriyi birlikte imzalamışlar ve bu metinle aşırı sağın yükselişi karşısında solun sessiz kalmasını kınamışlardır. Göçmen eylemleri, sarı yelekliler ve Fransa’da sürmekte olan pek çok mücadele içinde adına rastlamak mümkündür.
Can Yayınları’ndan Ayberk Erkay çevirisiyle yayımlanan Babamı Kim Öldürdü 2020’nin Kasım ayında okurla buluştu. Yazarın diğer kitapları (Eddy’nin Sonu ve Şiddetin Tarihi) önümüzdeki dönemde yine Ayberk Erkay’ın çevirisiyle Can Yayınları’ndan yayımlanacak.
Dahası, Babamı Kim Öldürdü’yü sahnede de izleyebilirsiniz. Moda Sahnesi’nde Kemal Aydoğan’ın yönetmenliğinde, Onur Ünsal’ın oyunculuğuyla sahneye taşınan metin 17 Eylül’den bu yana seyirciyle buluşuyor.
•