PRISCUS
çev. Turhan Kaçar Alfa Yayınları 2020 368 s.
Avrupa Hunların tarihi açısından önemli bir kaynak olan Bizanslı Priscus’un eseri, her ne kadar akademik dünyanın ve tarih meraklılarının yabancısı olduğu bir kaynak değilse de günümüze kadar layık olduğu şekliyle Türkçeye çevrilememişti. Turhan Kaçar’ın eserin aslından yola çıkarak yaptığı çeviri, eklediği notlar, son notlar ve eski Yunanca, Latince aslıyla birlikte yayınlaması bu önemli eksiği gideriyor.
Priscus, yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olduğumuz bir yazar değil, muhtemelen 410’lu yılların başında Tekirdağ yakınlarında doğuyor. Hakkında yazılanlara ve yazdıklarına bakarak Eskiçağ eğitim standartları içinde iyi bir klasik eğitim aldığını söyleyebiliriz. Kitabın girişinde Constantinopolis’teki Roma devletinin üst düzey memurları arasında yer alan ya da en azından üst düzey memurlarla yakın ilişki içerisinde olan bir kişi olduğunu okuyoruz. 449 yılında Hunlar arasına gönderilen elçi heyetine o da katılıyor. Ve bir süre onlarla yaşayıp, yaşam biçimlerine tanık oluyor. Bu açıdan yazdıkları Attila ve Hun tarihi çalışmaları içerisinde ayrıcalıklı bir konuma sahip. Priscus’un diplomatik faaliyeti yalnızca bu yolculukla sınırlı değil, ilerleyen yıllarda, Roma’dan Mısır’a kadar pek çok yolculuk yapıyor. Ve 434 ile 474 yılları arasında geçen olayları kapsayan sekiz kitaptan oluşan bir eser yazıyor. Ancak böyle bir eser yazdığını da başka kaynaklardan öğreniyoruz. Çevirmen, “günümüze bir bütün olarak değil, 10. yüzyılda Bizans İmparatoru VII. Constantinus (905-959) tarafından bir komisyona hazırlatılan seçmeler vasıtasıyla ulaşmıştır.” diyor. İşte bu seçki 16. yüzyılda Bizans tarihçilerinin dikkatini çekiyor ve ilerleyen yıllarda, yüzyıllarda çeşitli dillerde yayınlanıyor.
Priscus Bizans elçilik heyetinin başkentten “Tuna’nın karşı kıyısında bir yerlerde bulunan Attila’nın karargâhına yapılan yolculuğu” ve Hunlar arasında yaşadıklarını anlatıyor. Öncelikli sorun gibi görünen mesele, Bizans’ın Hunlara ödediği vergidir. Bizans tehlikesiz bir şekilde bu vergiyi azaltmak istemektedir. Bir başka mesele, bazı Hun seçkinlerinin Roma’ya sığınması ve burada kabul görmeleridir, Attila bu kişilerin kendisine karşı kullanılabileceği endişesi ile onların iadesini istemektedir. Ancak bunlar görünen nedenlerdir. Esas sebep ise “Doğu Roma sarayının Attila’yı ortadan kaldırma girişimidir.” Elçilik heyeti suikast tertibini gizlemek için oluşturulmuştur. Ancak bu oyun Attila tarafından bozulur ve Attila’nın yok edilmesini tek çare olarak gören Doğu Roma’nın başına daha büyük dertler açılır. Tüm bu hercümerç içerisinde Priscus, Attila’yı ve yakınlarını görme, sarayını ziyaret etme ve davetli olarak sofrasında bulunma imkânına sahip olur, izlenimlerini yazar.
Priscus, Attila’yı şöyle tasvir ediyor:
“Amcalarının ölümünden sonra, Attila ve Bleda kardeşler birlikte Hunların hükümdarlık tahtına geçtiler. (…) Bleda, Attila’nın kalleşliğiyle katledildikten sonra Attila bütün halkı kendi yönetimi altında birleştirdi. Daha sonra kontrolü altında tuttuğu diğer halklardan bir ordu oluşturarak (…) dünyanın en gelişmiş milletlerine boyun eğdirmeye çalıştı. ”
Yazar, ordusunda 500 bin asker olduğunu ifade eder. Bu devasa ordunun komutanının kibirli bir yürüyüşü var. Gözleri etrafı kolaçan ediyor, mağrur hali vücudunun her hareketine yansıyor. Gerçek bir savaşçı ama “savaşta mutedil, istişarede muktedir, aman edene merhametli” bir kişi. Koruması altına aldıklarının sorumluluğunu taşıyor. Kısa boylu, geniş omuzlu, büyük kafalı, küçük gözlü, seyrek ve kırlaşmış sakallı, düz burunlu, esmer tenli olan Attila için Priscus, “yani kökenini gösteren özelliklere sahipti” diyor. Ayrıca, hükümdar Mars’ın kılıcının da son sahibi, rivayete göre sürüsünü otlatırken kılıcı bulan çoban götürüp ona veriyor ve bu olaya çok sevinen Attila artık dünyanın hükümdarlığının kendine verildiğine inanıyor!
Attila’nın saraylarından birinin bulunduğu köye giden yazar, “çok büyük bir köy” diyor:
“Attila’nın buradaki sarayının başka yerlerdekinden çok daha görkemli olduğu söyleniyordu. Bu saray, keresteden ve düzgünce planyalanmış tahtalardan inşa edilmişti ve güvenlik için değil, göz zarafeti için yapılmış ahşap bir duvarla çevriliydi.”
Köyün ikinci ihtişamlı yapısı Attila’dan sonra ikinci adam olan Onegesius’un sarayıdır. O da keresteden yapılmıştır ama kulelerle süslü değildir. Yanında taştan yapılmış bir hamam bulunmaktadır. Yazar, bu bölgede yapı için uygun taş ve kereste bulunmadığını, Hunların bu malzemeleri ithal ettiklerini söyler. Hamamı inşa eden de esir bir usta imiş!
Kitabın ilginç bölümlerinden birinde Attila’nın ziyafet sofrası anlatılıyor. Davet üzerine ziyafete katılan Priscus, bir süre diğer davetlilerle birlikte “Attila’yı karşıdan görecek şekilde kapı eşiğinde” bekler. Bu sırada sakiler onlara birer kadeh içki sunarlar, bu ritüelden sonra akşam yemeği için oturacakları koltuklara giderler. Koltuklar binanın duvarlarının her iki tarafına dizilmiştir. Attila, odanın tam ortasında bir sedir üzerinde oturmaktadır. Ve onun da gerisinde “Attila’nın yatak odasına giden merdivenler” vardır. Oda “keten kumaşlar ve çok renkli, süslü askılarla perdelenmiştir.” Yemeğin oturma düzeninde, en üst seviyedeki saygın kişiler imparatorun sağında, alt seviyedekiler ise soluna oturtulmuştur. Sol tarafta ağırlanan misafirlerden bir tanesi de Priscus’tur.
Herkes sırayla oturduktan sonra şarap taşıyan bir saki gelir ve Attila’ya ahşaptan yapılmış bir kadehte şarap sunar. Kadehi alan hükümdar sıradaki ilk kişiyi selamladıktan sonra şarabını içer. Bu sırda selamlamayla yüceltilen kişi ayağa kalkmış ve Attila’nın kadehi sakiye vermesine kadar bu vaziyette beklemiştir. Her misafir için ayrı bir saki vardır ve Attila’nın sakisi geri çekilince onlar öne çıkmaktadırlar. Bu selamlaşma âdeti her misafir için tekrar edilir ve bitince de “Attila’dan başlayarak üç veya dörder kişilik masalar kurulmaya” başlar, “herkes, koltuk çizgisini geçmeden, bu masalar üzerine yerleştirilmiş tabaklarda bulunanları” paylaşır.
Attila'nın ziyafeti (Macar ressam Mór Than, 1870ler)
Ziyafetin mönüsü hayli zengindir, masalar ekmek ve pişmiş yiyeceklerle donatılır. Misafirlere servis gümüş tabaklarla yapılırken Attila’nın tabağı ahşaptır ve içerisinde sadece et vardır. Yine misafirlere içecekler altın ve gümüş kadehler içerisinde ikram edilirken onun kadehi ahşaptır. Priscus, Attila’nın mutedil bir insan olduğunu belirtiyor ve örnek olarak kılık kıyafetini tasvir ediyor:
“Elbisesi basitti ve temiz olması istisna diğerlerininkinden farklı değildi. Ne kılıcı ne botlarının bağı ne de atının koşum takımı, (diğerleri) gibi altın veya değerli taşlarla ya da değerli herhangi bir şeyle süslüydü.”
Attila, ayrıntılarını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir şekilde 453 yılında ölür. Priscus, onun evlendiği günün gecesinde öldüğünü belirtiyor. Dediğine göre düğünde kendini “aşırı eğlenceye kaptırmış” ve şaraptan sarhoş bir halde “sırt üstü” yatıp, uyurken burnu kanamaya başlamış ancak “burnundan dışarı akması gereken kan, normal geçiş yollarından çıkamadığı için ölümcül bir şekilde boğazına akarak” ölmesine neden oluyor. Sabah vakti geç olduğu halde dışarı çıkmadığını gören hizmetliler, kapıyı kırıp odaya girince Attila’nın naaşı ile karşılaşıyorlar. Doğal olarak olay Hunlar arasında büyük bir şaşkınlık ve hüzne yol açıyor. Erkekler “şanlı bir savaşçının yasını kadın gibi gözyaşlarıyla ağıt yakarak değil, erkek kanıyla tutmak için” saçlarının bir kısmını kesip, yüzlerine derin yaralar açıyorlar!
Priscus, imparatorun cenaze töreni hakkında, “cesedi bir ovanın ortasında ipek bir çadır içerisine yatırıldı (…) bütün Hun toplumunun en iyi süvarileri daire biçiminde at sürüyorlardı ve onun başarılarını bir cenaze ilahisinde dile getiriyorlardı.” diyor. Önderlerinin yasını bu şekilde tutan Hunlar, daha sonra büyük bir şenlik yapıyorlar: cenaze geceleyin gizlilik içerisinde toprağa veriliyor ve defin işlerini gerçekleştirenler öldürülüyorlar!
Ancak Attila’nın ölümü aynı zamanda Hun İmparatorluğu’nun sonunun başlangıcı oluyor. Yirmi yıl boyunca çok geniş bir coğrafyada dönemin en güçlü imparatorluğunu kurmuş olan Attila’nın ölümünden sonra Hunlar bir yok oluş sürecine giriyorlar. Priscus, imparatorluğun son bulmasını şu şekilde anlatıyor:
“Cenaze merasimi tamamlandıktan sonra halefleri krallığı için kavga etmeye başladılar. (…) Hepsi de düşüncesizce yönetme hevesinde oldukları için, birlikte imparatorluğu parçaladılar. (…) Oğulları, kavimleri kendi aralarında eşit olarak paylaşmak ve savaşçı kralları ve halkları kendi hane hizmetçileri gibi bölüşmek istediler.”
Bu duruma Gepid halkı kralı Ardaric isyan eder ve başarılı olur, Hunların hükmettiği bazı halklar da Gepidleri örnek alır ve isyanlar birbirini izler. “Krallıklar ve halklar paramparça” olur. Ardaric’le yapılan savaşta Attila’nın büyük oğlu 30 bin kadar askeriyle birlikte ölür. Büyük oğul Ellac öldükten sonra kardeşlerin geri kalanı Karadeniz kıyısının yakınlarına çekilir ve Hun hâkimiyeti sona erer.
•