Fetihtepe’den Asi Şehirler’e

Asi-Şehirler

Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru

DAVID HARVEY

çev. Ayşe Deniz Temiz Metis Yayıncılık 4. basım Aralık 2019 240 s.

"Yazara göre şehirlerin başlı başına siyasi topluluklar gibi hareket etmeleri ve günümüzde toplumsal hareketlerin içinden doğduğu alanlar olması hiç de sebepsiz değil. Çünkü yalıtılmışlığın, yalnızlığın, neo-liberal bireycilik anlayışlarının üstesinden gelinmeye çalışılmasının bir sonucu bu. Şehirler finans kurumlarının, şirket sermayelerinin ve yerel yönetimlerin desteklediği müteahhitlerin sunduğu o ucube imgeden korunmaya, kurtulmaya çalışıyor."

TACİM ÇİÇEK

küçük de olsa gerçekte her kent, biri yoksulların,
diğeri de zenginlerin 
kenti olmak üzere ikiye ayrılmıştır;
bunlar birbirleriyle savaştadır hep.
Platon

BirGün, Evrensel, Artı Gerçek ve Gazete Duvar dışındakilerce haber sayılmayan elzem bir durum var ve oldukça da insani. Çünkü “42 bin metrekarelik bir alanda yaklaşık 17 bin kişinin yaşadığı Fetihtepe Mahallesi’nde, 2020 yılının sonunda kentsel dönüşümün başlaması planlanıyordu. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmesi hedeflenen projede anlaşma sağlanamadığı” yönünde haber yapıldı adlarını verdiğim gazetelerde. Fetihtepelilerle yapılan söyleşilere yer verildi. Haber ve söyleşilerde özetle, “Rantsal değil, kentsel dönüşüm istiyoruz” diyen mahalleliler “ikna” adı altında AKP’li oldukları ortaya çıkan silahlı şahıslar tarafından tehdit edildiklerini vurguluyorlar. Buna rağmen doğup büyüdükleri mahallelerinin ranta kurban edilmesine izin vermeyeceklerini söyleyen Fetihtepeliler mücadeleye devam edeceklerini belirterek, “Hakkımızı alacağız, bu böyle biline” diyordu.

Artı Gerçek’in (21.04.2021) haberindeyse şöyle deniyordu: “İstanbul Okmeydanı’nda kentsel dönüşüm kapsamında halkı ikna etme adı altında mahalleye giden silahlı kişiler yurttaşları silahla tehdit etti. Tehdit eden grubun AKP’lilerle birlikte fotoğrafı bulunması dikkat çekti. Okmeydanı Fetihtepe Mahallesi Dereiçi Sokak’ta pazar günü kentsel dönüşüme itiraz eden yurttaşlara silah çeken ve AKP’lilerin ‘tanımıyoruz’ dediği Ö. Osman N. ve Cafer P’nin sosyal medya hesaplarında AKP’lilerle yakın olan ilişkileri gösteren fotoğraflar dikkat çekti. Ö. Osman N’nin sosyal medya hesabında 2019 yerel seçimleri öncesinde Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ve Beyoğlu Belediye Meclis Üyesi ve Beyoğlu Belediye Başkan Yardımcısı Rüstem Dindarol ile seçim çalışmalarına katıldığı görülüyor. 2009’da çete operasyonunda gözaltına alınıp 2,5 yıl hapis cezasına çarptırıldığı iddia edilen Ö. Osman N’nin sosyal medya hesaplarında silah kullanırken ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile çekilmiş fotoğrafları da va.r”

Bunları okuduğumda aklıma “her dış uyarıcı kendine benzeyen şeyler anımsatır insana” sözü geldi. Çünkü ilk olmadığı gibi son da olmayacak bu davranış istesek de istemesek de yaratılan bir ortamın sonucuydu. Bana anımsattığı ise David Harvey’in Asi Şehirler (Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, Metis Yayıncılık, 4. basım, Aralık 2019) kitabıydı. Çeviri ve sunuş yazısı Ayşe Deniz Temiz’e ait ve birçok açıdan da önemli olan bu kitap iki kısımdan oluşuyor: Birinci kısım “Şehir Hakkı” adını taşıyor: 1- Şehir Hakkı, 2- Kapitalist Sistemin Krizlerinin Kentsel Kökenleri, 3- Kentsel Müşterek Alanların Yaratılması, 4- Rant Sanatı diye ayrılıyor kendi içinde. İkinci kısım “Asi Şehirler” adını taşıyor: 5- Antikapitalist Mücadele İçin Şehri Yeniden Sahiplenmek, 6- Londra 2011: Vahşi Kapitalizm Sokağa Dökülüyor, 7- # OWS: Wall Street Partisi Gazap Biçiyor, Teşekkür ve Dizin diye bölümleniyor. Özetle dünyanın pek çok yerinde uygulanan kentsel dönüşümilkesinin neredeyse aynılığından söz ediyor. Bir Seul örneği var ki, insana “hadi ya” dedirtecek türden: Göz koyduğunuz semti elde etmek için önce orada uyuşturucu satıcılarının olmasına, kapkaççıların palazlanmasına, bar/pavyon açılmasına, özcesi her türlü tahrike açık huzur kaçırmalara göz yumacaksınız. Böylece ortamı uygun hale getirirsiniz. Teslim olanları ve uzlaşanları uygun koşullarda semtten çıkartırsınız. Kalmakta ısrar edenleri de “sumo güreşçisi” gibi tiplerden oluşan çetelerle dize getirirsiniz. Arındırdığınız semtte böylece istediğinizi yapabilirsiniz. İşte Artı Gerçek’teki haber ve fotoğraf tam da bu tipleri dile getiriyor. “Kentsel dönüşüm”ü daha iyi anlamak için bir rehber kitap bana göre... “Çünkü nasıl bir şehir istediğimiz sorusu, nasıl kimseler olmak istediğimiz, ne gibi toplumsal ilişkiler arayışı içinde olduğumuz, ne tür bir yaşam tarzı arzuladığımız, hangi estetik değerlere sahip olduğumuz sorusundan ayrı düşünülemez” diyor Harvey. İnsan şehri inşa ederken kendini de inşa ediyor. Öyleyse şehri gönlümüze göre değiştirme ve yeniden icat etme hakkı o şehirdeki insanlarındır. Üstelik de bireysel değil, kaçınılmaz olarak kolektif bir haktır bu. Asıl mesele bu kolektif hakkı iyi biçimde kullanmak ya da kullanamamaktır.

Her insanın doğumundan ölümüne kadar olan ömrünü ırmaklara benzetirim. Nasıl ki ırmaklar önce yerüstüne çıkar, sonra yatağını derinleştirir ve akarsa, insan da b/öyledir. Kimi ülkemizin ve dünyanın hiç kaybolmayacakmış gibi akıp duran ırmakları gibi ölseler de geride bıraktıklarıyla iz bırakır ve kalıcı olur, kimi de onca büyüklüğe ve azamete rağmen hiç akmamış gibi kaybolup gider. Çünkü insanlık ve insan nasıl ki bir akışsa, şehirler de insanlar gibidir. Şehirler, beldeler, köyler insanlarla canlanır ya da yok olur. Kimi kalıcı ırmaklar gibi hep gelişir ve geçmişten geleceğe akar, kimi de yerle bir olur, kitaplarda ve fotoğraflarda kalır. Kendi kişisel hayat hikâyemizin yolculuğunda nasıl ki biz hep aynı kişi değilsek, yaşadığımız ev, bina, sokak, cadde, mahalle, semt, alışveriş yaptığımız, içinde kaybolmaktan hoşlandığımız ya da korktuğumuz yerler de aynı değildir. Durmadan bir akış halinde değişip dönüşürler. Buralarla ilgili bir parça da olsa sabitliğinden, değişmezliğinden söz edebileceğimiz tek gerçeklik içimizde, kendimizde durağanlaştırdığımız şeylerin toplamı olabilir ancak. Nedeni ne olursa olsun… Her insan bilincine vardığında sonsuz bir hayat diler. Köyler, ilçeler, iller ve ülkeler de bir bakıma böyledir. İnsanlar yaşadıkları yerleri anlamlandırır ve isimlendirir genelde. İnsanlarla bir ruh kazanıp soluklanır köyler, mahalleler, beldeler, şehirler ve ülkeler. Kimlik edinirler, güzelleşir ve çekim merkezi olurlar. İnsanlar çekilince yerleşim yerleri de zamanın tırpanından payına düşeni alır ve belki üç beş güçlü kalıtıyla ayakta kalıp “ey insanoğlu, bir zamanlar ben de vardım” der gibi kendi kavlince seslenir. Demem o ki, şehirler de insanlar gibi akış halindedir. İnsanlarla birlikte yaşamaya devam eder. Çünkü şehirler de canlıdır. Sizle birlikte gelişir, genişler ve kendi kişisel hikâyesine ya sizi dahil eder ya da hikâyenin dışında bırakır… Oradaki insanlara rağmen işler olmaz, olamaz yani.

Şehirlerin yeniden üretimi, biçimlendirilmek istenişi, sermayenin içine düştüğü krizleri aşmak için kullandığı başlıca yollardan biridir. Gerçekten de şehirleşme sermaye için bir yeniden üretim sürecidir. Ne kadar çok şehri yıkar ve yerine yenisini yaparsa o kadar var olur. Kaçınılmaz biçimde de sermaye bu yık-yaplardan artı-değer elde eder. İşte Harvey bu durumdan yola çıkıp geleneksel çalışma koşullarının artık kaybolmaya yüz tuttuğunu belirterek, artı-değerin ortaya çıktığı ve paylaşıldığı yerlerin günümüzde şehirler olduğunu öne sürer. “Fabrika ya da işyeri ölçeği değil” der. Ya da geniş anlamda “ulus-devlet de değil” yazara göre. Artı-değerin üretildiği birim bu şekilde tarif edilince, bunun yeniden paylaşımı için verilen mücadelenin esas merkezi de kaçınılmaz olarak şehir/ler oluyor. Harvey’e göre şehir halkı, işyeri tanımı ve iş koşulları belirsizleştiğinden, kendi yarattığı artı-değerin peşine düşmediği ya da bu artı-değer üretiminin zorla dışında bırakıldığı için direnmelidir. Direnerek kendi şehrinde yaratılan artı-değerin üzerinde daha fazla söz hakkı talep etmelidir. Bu karşı koyuş, direniş, hak talebi şehri kendi amaç ve çıkarları için yeniden inşa ederek biçimlendirenlerin/biçimlendirmek isteyenlerin işine gelmeyecektir ama yine de doğru bildiğinden asla şaşmamalıdır. Rant hakkı da içeren bu çatışmanın sonucunda “zor” kaçınılmaz olarak kendini gösterecektir. Aslında pek çok savaşın yıktığı şehirlerin yeniden inşası, ulusal ve uluslararası bir restleşmeyi, çekişmeyi, kapışmayı da kaçınılmaz yapması bir açıdan bundan. Sermaye ulusal ya da uluslararası şehir/ler inşa etme hakkı için rekabetten en az kayıpla çıkıp en çok artık-değer elde etmek amacıyla akla hayale gelmeyecek yol ve yöntem uygular. Acımasızlıkta, gözü dönmüşlükte sınır tanımayan sermayeciler hiç mi hiç paylaşımcı ve adil olmadıklarından, şehirlerini gönüllerine göre değiştirme ve yeniden inşa etme, en azından emeğinin, yapısının bedelini isteme hakkını kendilerinde gören insanlara düşmanca davranmaktan geri durmaz. Zalimlikte bile birbiriyle yarışır ve rekabet ederler. Bir söyleşide David Harvey’in “Kentlerin inşası her zaman bir sınıf çatışmasıdır” demesi boşuna değil bu yüzden. İki uzlaşmaz bakışın/sınıfın şehir inşasından anladığı, her benzetme doğru olmayabilir ama aydınlıkla karanlık kadar uzak ve bir o kadar da farklıdır demek bir abartı olmasa gerek. Platon’un alıntıladığım sözü de bu durumu destekler içeriktedir.

Yazara göre şehirlerin başlı başına siyasi topluluklar gibi hareket etmeleri ve günümüzde toplumsal hareketlerin içinden doğduğu alanlar olması hiç de sebepsiz değil. Çünkü yalıtılmışlığın, yalnızlığın, neo-liberal bireycilik anlayışlarının üstesinden gelinmeye çalışılmasının bir sonucu bu. Şehirler finans kurumlarının, şirket sermayelerinin ve yerel yönetimlerin desteklediği müteahhitlerin sunduğu o ucube imgeden korunmaya, kurtulmaya çalışıyor. Yeni bir imge için dik duruyor. Yazar bunu çeşitli şehirlerdeki eylemlerden, örgütlenmelerden örnekler vererek açıklıyor.

Günümüzde “geleneksel işçi sınıfının” yok olduğu ve onun yerini “prekarya”nın, yani güvencesiz ve geleceksiz çalışanların, göçmenlerin, şehir yoksullarının vs. aldığı bu dönemde, devrim olanakları çıkarmanın yolunun dünya çapında örgütlenen ve birbiriyle bağlantılı “asi şehirler” yaratmaktan geçtiğinin de altını çiziyor. Yazar 2011’deki Wall Street ve Londra eylemlerinin, ondan önceki büyük çaplı anti-emperyalist şehir eylemlerinin bu gerçeği önümüze koyduğunu belirtiyor. Gezi Parkı Direnişi’ni bir yanıyla böyle görenlerin de olduğu hatırlatmış olayım. Unutmayalım ki, tüm emek sınıflarının bilinçli birlikteliği ve örgütlü mücadelesi bizi o imgelediğimiz şehirler toplamı bir ülkeye, dünyaya götürebilir ancak.

Toparlayacak olursam, Pierre Bourdieu, “Kitle medyasının davranışlarının temelinde ekonomik baskılar vardır” diyor. Belki bu yüzden J. P. Sartre’ın “Önlememiz gereken şey sorumluluğumuzun suçluluğa çevrilmesi ve elli yıl sonra bize şunun söylenmesidir: Bu insanlar bu dünyaya en büyük felaketin geldiğini gördükleri halde sustular” diyerek yazarlara yüklediği sorumluluk; gazetecilerde, farklı dallarda da eser veren sanatçılarda ve ülkesine dair endişe duyan her bireyde olması gereken bir sorumluluktur. Çünkü karanlığa, despotizme ve tüm haksızlıklara boyun eğmeyen insanlar olarak asıl gerçek irademizi ortaya koymadığımız zaman yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan dolayı suçlanacağız, geleceğimiz olan çocuklarımız tarafından.

Mark Neocleous, Canavar ve Ölü (H2O Kitap, 2015) adlı içerik olarak kapsamlı çalışmasında (s. 58) Michael Moore’dan “Bir muhafazakârın zihnine yolculuk edin. Karşılaşacağınız şey korkudur. Suç korkusu. Düşman korkusu. Değişim korkusu. Tam olarak kendisi gibi olmayanlardan korku ve elbette ki para veya herhangi bir şeyi kaybetme korkusu” cümlesini aktarır ve bunu kendi cümleleriyle sürdürür: “Tabiatında var olan saldırganlığı dışavuran muhafazakârlık bağıra çağıra şiddete başvurur, kendi düzen politikası için korkuyu sahaya davet eder ki, böylelikle iktidarın payandalarını inşa eder.” Ardından Theodor Adorno’dan “Fakat onların varlığı korkunun devamlılığını sağlar ki, bu korku olmadan yönetim de olmaz” saptamasını ekler. Yine kendisi tamamlar, “Ayrıca, hiç şüphesiz ki, herkesin bu korkuyu paylaşmasını ve ona göre hareket etmesini isterler. Muhafazakârlık açısından sözün özü ‘korkun, çok korkun ve sizi korumamız için bize güvenin’dir.” Neredeyse sadece Fetihtepe’de değil, hayatın her alanında yapılmak istenen tam da budur. İşte bu yüzden “asi şehirler” gerekli.