NESCIO
Çeviri: Gül Özlen Soyka Yayınevi
Nescio yazmak için yaşayanlardan değildir, yaşamak için de yazmaz, o bambaşka bir mizaç taşır, yazıya yaşamdan, yaşama da yazıdan daha fazla gönül düşürmeye iknâ edilemeyenlerdendir.
Hollandalı yazı insanının gerçek ismi Jan Hendrik Frederik Grönloh, 1882 yılında geldiği dünyayı 1961 yılında terk eylemiş. Az yazmış, tüm hayatı boyunca 160 sayfa ve biraz daha fazlası, başlarda değeri anlaşılamasa da II. Cihan Harbi sonrasında adım adım okunur olmuş. Hayatta kalmak için ofislerde yazmanlık, yöneticilik, iş adamlığı yaparak âilesini geçindirirken dört kız evlât yetiştirmiş, profesyonel yaşantısı baltalanmasın diye edebî faâliyetini Latin dilinde bilmiyorum anlamına gelen Nescio mahlası altında inşâ etmiş. Bu üstü örtülü çabası az zaman uz zaman sonunda Hollanda'nın gelmiş geçmiş en önemli yazarlarından biri pâyesine ulaşmasını sağlamış. Bilmediğini açık etmekten çekinmemiş, çekinmemenin ötesinde bu önermeyi yazma yaklaşımının merkezine yerleştirmiş. Nâm-ı diğer Nescio gündelik yaşam kandırmacasından bir dürüstlük vâhası damıtmayı başararak yeni nesillere armağan olmuş.
Neymiş meselesi edebiyat tarhlarında kendi makbul çiçeğini büyüten bu sükûtî siluetin. Gül Özlen'in çevirmiş olduğu kitapta sıralanan dört öykü/novella bu sorunun cevabını zihinlere fâşetmekte: Beleşçi, Küçük Titanlar, Küçük Şair, Duvardaki Yazı, ilk neşir târihleri 1911, 1915, 1918 ve 1946, ardından dört küçük parça daha, böylece tamamlanan yapboz bir asır köprüsünden taşınarak bugün burada bizlerle buluşmakta. Zaman tabiatın veçhelerinde çentikler açarken, mesâî arkadaşlarının uğultulu latîfeleri arasında kısılı gözleriyle etrafından izlenimler damıtmaktadır Nescio -bilmez ama bilmediğini bilerek Sokrates zirvelerine nişan keser.
Şu satırları kaleme alıp geri döndürülemez biçimde kitabına kaydediverir:
Yukarıda, kısa biçilmiş parlak çimenler üstünde kayın ağacının gölgesinde oturmuş çay içiyorduk. Çocuklarımız yakındaki beton zeminli tenis kortta tenis oynuyordu, gülüşmelerini duyuyorduk. Beyaz patika, ormanın kenarından kıvrılarak gidiyordu; orman bekçisi, bastonuyla yanımızdan geçerken başını öne eğerek bizi saygıyla selamladı. Uzaktan Hendrik'in arabası yavaş yavaş yaklaşıyordu, güneş bakır ön kapağı parlatıyordu, sokak lambası da boru korna da tekerlek millerinin kapakları da bakır oldukları için parlıyorlardı. Ve şöför, açık bej renkli ceketi, basık kasketi ve eğik siperliği, tıraşlı yüzü ve akıllı bakışlarıyla tam bir beyefendi görünümündeydi. Oysa babası bir su tesisatçısının yanında çalışıyordu.
Nescio yazmak için yaşayanlardan değildir, yaşamak için de yazmaz, o bambaşka bir mizaç taşır, yazıya yaşamdan, yaşama da yazıdan daha fazla gönül düşürmeye iknâ edilemeyenlerdendir. Günlerini nizâmî mekanizmanın âidiyetinde geçiren, eşi ve çocuklarına tesellî verirken tam anlamıyla bir zevç ve baba olmak için varmış gibi gözüken fakat çeperlerinde amansız melankoliler taşıyarak rutini kendine kalkan kılan bir gizli uyumsuz. Bilmiyormuş gibi yaparak çocukluğun ve gençliğin hülyâlarından nasıl orta yaş yavanlığına saplandığımızı irdeleyen, tüketilmiş çoşkuların ağıtlarını yakan bir kayıp ozan, küçük şair, yetişkinliğin iki boy büyük maskesi altında acıyla kıvranan, ne yazar, ne aklıselim, ne sinik, ne de öylesi mücâdeleci, köşesinde sâdece, köşesinde ve aylak.
1900 yılında komün kurup ideallerini hayata geçirmeye çalışan Nescio üç yıl sonra bu deneyimden hüsranla uzaklaşmak durumunda kalmış, 1927 yılında sinir kriziyle sarsılmış, tedavisi sırasında kanallar şehrinin kırsalında uzun yürüyüşlerle doğada sağalmayı aramış. Sanatoryumdaki vefatına değin neredeyse hiç yazmayarak geçirdiği günlerden yürüyüşleri sırasında doldurduğu not defterleri yâdigâr kalmış okurlarına. Yeteneğini ciltlerle kitaplık dolduran ustaların aksi yönünde değerlendiren muharrir varolmanın dil öncesi hazzını işâretlemiş hikâyeleriyle, bağırtıların ortasında fısıltıyla iletmiş söylemek istediklerini, buradasın burada olmaktan fazlasına kanma der gibi.
Üzüntü tortulaşarak diplere çökerken Nescio öykülerinde yüzey engebesiz ve hemzemin, oysa hepsi dekor, öyle değil mi, çoktan en büyük savaşları verdik ve yenildik, ama afişe edemeyiz bunu, kıymeti kalmazdı o vakit, bırak biz gizlenelim, küçücük saklanalım, bilmeyelim biz, belki de bu bambaşka bir büyüklüktür, ne dersin, okuyalım:
Artık altı yıldır evliler ve bütün teyzelerin, halaların sevgiyle kucak açtıkları beş yaşında bir kız çocukları var.
Küçük şairin biraz parası vardı, kızın da biraz parası vardı, Amsterdam'da fena sayılmayacak bir iş buldu, az çok mutluydular.
Ancak o bir şair olduğu için bir şeylerin eksik olması gerekiyordu.
Şöyle bir göz atan kavrayacaktır, her ne kadar kitaba benzese de, bu iki kapak arasında bütün bir ömür demlenmekte, hayal kırıklığına uğramış bir hayalperestin ömrü.
Büyük bir şair olmak, sonra düşmek. Bu, hiçbir zaman gerçekleşmedi, zira küçük bir şairsen güzel kızlar hep kanalın karşı tarafından yürürler. Bu şekilde bütün hayatı bir şiir haline geldi ki bu da can sıkıcıydı.