Tırnaklarıyla kendini yaratan bir kraliçe

Ahsen

Ahsen – Bir Drag Queen Romanı

SEÇİL PALA

Düşbaz Yayınları Ocak 2022 254 s.

 
"Ahsen’in hikâyesini kaleme alan Seçil Pala’nın heybesinde yazıya dökülmeyen kim bilir daha neler neler vardır… Pala’nın küçük cümlelerle anlattığı bu büyük hikâyenin kıymeti gerçekten bilinmeli diye düşünüyorum."

ADALET ÇAVDAR

“Ahsen, benim için birlikte çalıştığım bir meslektaşımdan çok öte bir dost, kelimenin tam manasıyla candır… Emin olun, eğer dünyanın bir başka ülkesinde doğsaydı, Ahsen şimdilerde çoktan bir dünya markasıydı. İyi ki bizimle… Daima bizimle…”
İzzet Çapa

Hiç tanımadığınız bir insanın biyografisini okurken bambaşka bir arkadaşlığın kapısını aralamış olursunuz. Tek kişilik bir arkadaşlıktır bu. Mahremiyetini okura sermekten korkmayan biri sizi de hayatına dahil eder. Aklınızda deli sorularla çevirirsiniz sayfaları.

Düşbaz Yayınları tarafından ocak ayında yayınlanan Ahsen Bir Drag Queen Romanı, Seçil Pala’nın yazdığı bir biyografik roman. Sahne sanatçısı Ahsen Gönülce’nin hayat hikâyesinin anlatıldığı bu romanı okurken ben Ahsen’le arkadaş olmak, onunla gülmek, eğlenmek, ağlamak istedim. Onun yaşama bağlılığı ve ayakta kalma mücadelesi gerçekten çok etkileyici.

Ahsen Gönülce’nin adını daha önce hiç duymamıştım. Kitabı elime alırken de açıkçası kurgu ve trajik bir roman okuyacağımı düşündüm. Bu elbette bir önyargı. Bu önyargıyı kitabı okurken yavaş yavaş yıksam bile hep mutsuz bir son bekledim. Bir kayıp. Ve fakat her tökezlediğinde küllerinden yeniden doğan bir Anka kuşuyla karşılaştım, finalde ise gerçekten büyük bir hayranlıkla kraliçeyle tanıştım. Okuyunca anlayacaksanız, Ahsen’e hayran olmamak elde değil.

“Allah her şeyin hayırlısını versin; özellikle de ailenin.” (s. 175)

1973 Mayıs ayıyla başlıyor hikâye. Anne, baba ve çocuklar yazlığa doğru yola çıkıyorlar. Ailesinin el bebek gül bebek büyüttüğü kızlarından biri, Ümran o yıl yazlıkta Suner’e âşık oluyor. Keyifli yaz aşkı, Ümran’ın evden kaçıp Suner’le evlenmesiyle sonuçlanıyor. Ümran evlendikten sonra âşık olduğu adamı hiç tanımadığını fark ediyor. Birkaç sene arayla iki çocuk doğuyor, isimlerini Ahsen ve Ahben koyuyor. Onlar doğduğunda aşk bir yana, anne ve babalarının aralarında sevgiye ve saygıya dair de hiçbir şey kalmıyor. Ümran’ın ve Suner’in hikâyesi buradan sonra her daim yokuş aşağı gidiyor. Sadece birbirlerine değil, çocuklarına da kötülük ediyorlar. Ahsen ve Ahben kardeşleri birbirlerinden ayırıyorlar. Ahsen babaannesiyle Ankara’da, Ahben annesiyle İstanbul’da, birbirlerini uzun yıllar hiç görmeden büyüyorlar.

Ahsen daha aklı ne olduğuna ermezken, ilkokul sıralarında cinsel yöneliminin farklı olduğunu yavaş yavaş hissediyor. En yakın arkadaşı Çiğdem’le her şeyini paylaşıyor, onun yanında rahat ediyor. Çiğdem’le arkadaşlıkları Ankara’daki hayatı boyunca sürüyor. İlk aşklarını da ayrılıklarını da sınav telaşlarını da, aile sorunlarını da birlikte aşıyorlar. Ahsen’in her daim kalabalık bir arkadaş çevresi oluyor. Ailesinde bulamadığı yakınlığı arkadaşlarında buluyor ve arkadaşlarına güven duygusu veriyor. Benim kitabı okurken en çok merak ettiğim şey, o ilkokul sıralarından liseye kadar yan yana geçen arkadaşlığın sonrasında ne olduğu. Çiğdem’e ne oldu acaba?

Peş peşe kayıplar yaşıyor Ahsen, hayatı altüst oluyor. Hayatta tek başına olduğunu çok erken yaşlarda öğreniyor. Bunu da kendisine dert edinmiyor, çünkü asıl derdi kendi yolunu bulmak ve o yolda emin adımlarla yürümek. Elbette ki bu asla kolay olmuyor. Kan bağı olan ailesi içinde mahrum bırakıldığı sevgi ve başına gelenler nedeniyle çok erken yaşta büyümek zorunda kalıyor. Yıllar sona anne ve babasını affetmesi bile bence bir mucize.

“Tıpkı fen bilgisi derslerinde öğrendiği, doğada yaşayan canlılar gibi olmak istiyordu; onlar gibi tek başına, hiçbir bağ kurmadan var olabilmeliydi. Birilerine bağlanınca canı yanıyordu, kendisini korumanın tek yolu buydu.” (s. 121-122)

Babaannesinin çocuktan onu yazdırdığı buz patenini seviyor, bu sevda yıllarca devam ediyor. Yarışmalardan derecelerle çıkıyor. Her daim başarılı bir öğrenci olan Ahsen’in başına üniversite sınavı öncesi bir talihsizlik geliyor ve sonrasında gerçekten tek başına kaldığını anlayıp Ankara’dan İstanbul’a göç ediyor. Ve biz bir anda kendimizi ‘90’ların Beyoğlu’sunda buluyoruz.

Köşk Otel, Halil Kadirbeyoğlu, Tansu Okan, Basim Kazado, Ali Poyrazoğlu isimleri, dönemin gece kulüplerinde ve barlarında sahneye çıkıyor. Çok uzun zaman öncenin Beyoğlu’su, benim ancak hikâyelerini dinlediğim, Ankara’dan İstanbul’a göç ettiğim 2006 senesinde sadece tozları kalan Beyoğlu. Bir barda barmenlik yapmaya başlıyor Ahsen ve sonra attığı küçük ve sağlam adımlarla kendini önce sahnede, sonra TV ekranlarında buluyor. Hikâyenin bu kısmını heyecanla sizin okumanızı tercih ederim. Bir spoiler vermek gerekirse, ‘90’larda çocuk olanlar TıpaTıp Show’u mutlaka hatırlayıp, yok canım diye şaşıracaklar.

Aileden yana şanssız olan Ahsen’in hayatı şükürler olsun ki arkadaştan yana şanslı oluyor. Asla toz pembe bir hayatı olmuyor, her daim bir mücadele içinde yaşıyor fakat hiçbir zaman yılmıyor. Elbette bu kitaba girmeyen ve başından geçen bambaşka hikâyeleri de vardır Ahsen’in. Varsın olsun, o gece hayatında kendini yıllar önce ispat etmiş, pek çok insanın elleri patlayana kadar alkışladığı bir kraliçeyi tırnaklarıyla kazıya kazıya yaratmış.

Ahsen’in hikâyesini kaleme alan Seçil Pala’nın heybesinde yazıya dökülmeyen kim bilir daha neler neler vardır… Pala’nın küçük cümlelerle anlattığı bu büyük hikâyenin kıymeti gerçekten bilinmeli diye düşünüyorum. Dilerim Ahsen için de o perde hiç kapanmaz.

•