Mimar Mücella Yapıcı’nın Birgün gazetesinde çıkan “Kelepçeli sağlık muayenesi” başlıklı yazısını büyük bir üzüntü ve mesleğim adına utanarak okudum. Ben yaptığım işten her zaman gurur duydum, kıvanç duydum. Her zaman yaptığım işin onurlu ve dünyada benzeri olmayan bir iş olduğunu düşündüm. Bununla beraber daha tıp fakültesi öğrenciliğim döneminde hekim-hasta ilişkileri üzerine düşünüp, hekimlerin hastalarına mesafeli olmamaları gerektiği konusunda yazı yazmış bir hekimim.
Mücella Yapıcı, daha önce beraat ettiği Gezi davasında 18 yıl hapse mahkûm edildi
Tıbbiyeden başlayarak bugüne, meslek hayatımı anlattığım “Beyne Giden Yol” isimli kitabımda da hekim-hasta ilişkisi meselesi üzerine düşüncelerimi paylaştım. Yıllar boyunca öğrencilerime, asistanlarıma ve benimle çalışan uzman arkadaşlarıma durmadan hekimin hastasına nasıl yaklaşması gerektiğiyle ilgili tavsiyeler verdim, vermekteyim. Söylediklerim özetle şöyle:
İnsanlar evlerinden işe, alışverişe, sinemaya, pikniğe ve tatile gitmek için çıkarlar. Bunların hepsi kendi istekleriyle olan şeylerdir. Ama hastaneye istedikleri için değil zorunlu oldukları için gelirler. Hastaneye gelen, doktorun karşısına çıkan hasta endişelidir. Acaba hasta mıyım, bu ciddi bir hastalık mı, damarıma bir iğne sokup kan mı alacaklar, vücuduma bir boru sokup iç organlarıma mı bakacaklar, ameliyat olmam gerekir mi, kafatasımı nasıl açıyorlar acaba, ya bana bir şey olursa, ölürsem, sakat kalırsam düşünceleri içindedirler. Sorular uzar gider.
Biz hekimler için normal olan birçok şey, hastalarımız için korkutucudur, rahatsız edicidir. Bizim hekim olarak görevimiz hastanın yalnızca hastalığı ile ilgilenmek değildir, onun yanı sıra hastalarımıza şefkat göstermek, yapacağımız, edeceğimiz her şeyi, sıkılmadan, bıkmadan onların anlayacağı dille anlatmak, endişelerini gidermeye çalışmaktır da aynı zamanda. Hele de acile gelen hastalar iyice çaresizdir. Hasta acile sarhoş gelebilir, uyuşturucu almış halde gelebilir, çıplak gelebilir, bunların hiçbiri bizim o hastaya olan sorumluluğumuzu değiştirmez.
Elbette günümüzde Türkiye’de hekimlik yapmak sıkıntılı. Zor bir eğitim, ardından uzmanlaşmak için tekrar zorlu bir eğitim, sınavlar, mecburi hizmetler, olumsuz ekonomik koşullar, siyasi erkin dayattığı koşullar (poliklinikte hasta muayenesini beş dakikayla sınırlamak gibi), mesleğin içinde karşılaşılan mobbing, sağlıkta şiddet vb… Ama bizler bu mesleği istediğimiz için seçtik, kimse bizi zorlamadı hekim olun diye. Kimse bana altı yıl daha ihtisas, bir yıl da üst ihtisas yap, demedi. İçinde bulunduğumuz koşullar hastalarımıza karşı davranışımızı etkilememeli.
Hekim arkadaşlarım…
Uzun bir giriş oldu. Mücella Hanım’ı hayatımda bir kere gördüm. Marmara Adası’nda Aydın Engin ve Oya Baydar’ın evine konuk olduğumuzda, evinin önünden geçmiştik (dilerim tez zamanda o ve Gezi davasından haksız yere mahkûm edilenler kurtulur da, evlerine geri döner). Güler yüzle “Merhaba” demişti, ben de kendisini saygıyla selamlamıştım. Duyarlı bir mimar olduğu için, İstanbul şehrine sahip çıktığı için, meslek alanındaki sivil toplum kuruluşunda özveriyle çalıştığı için, Gezi günlerinde Kent Dayanışması’nın içinde yer alıp barışcı bir şekilde zamanın başbakanına Gezi Meydanı’na neden “Topçu Kışlası” yapılmaması gerektiğini anlattığı için kendisine saygı duyuyordum. Mücella Hanım ve arkadaşlarına verilen hapis cezalarının hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir demokraside mümkün olamayacağını, bir intikam anlayışıyla yürütmenin yargıya dayattığı bir karar olduğunu da, hükmün açıklandığı günün ertesinde yazdım. Dahası ilk gününden son gününe kadar Gezi direnişine katıldığımı belirterek kendimi ihbar ettim. Yetmedi 888 yurttaş dilekçe verdik, biz de Gezi’ye katıldık diye.
Tüm bu nedenlerle Mücella Yapıcı’nın yazısını okurken bir kat daha üzüldüm. Sırf mesleğinin gereği şehrine sahip çıkan bir mimar olduğu için suçsuz yere hapsedilmiş, daha doğrusu rehin alınmış, 71 yaşında bir kadın Mücella Hanım. Kelepçeli bir hâlde bir hekimin karşısına geliyor. Hekim yüzüne bakmıyor, muayene bulgularıyla ilgili bilgi vermiyor, sanki bir insanı muayene etmiyor, bir simülasyon robotuna bakıyor. Bir başkası, yine kelepçesini çıkarttırmadan, yanında silahlı jandarmanın “bacak bacak üstüne atma” komutuna ses çıkartmadan bakıyor. Bir diş hekimi kelepçeyle dişini çekiyor, muayene koltuğunda kaydığında, kelepçelerle kendini yukarı alamayınca “Kalk bir daha otur” diye akıl veriyor.
Hekim arkadaşlarım, bir tutukluyu, bir mahkûmu muayene eden ne ilk ne de son hekim olacaksınız. Kelepçeyle ve yanında silahlı polisle, jandarmayla bir hastayı muayene etmek insan haklarına ve tıp etiğine aykırıdır. Mesleğinizin gereğini yerine getirmenize engeldir. Kelepçeli insanı doğru düzgün muayene edemezsiniz. Hasta mahremiyeti açısından da yanlıştır. Hasta güvenlik görevlileri tarafından darp edilmiş, işkence görmüş olabilir, kendisini tekrar dövebilecek birilerinin yanında bunu ifade etmekte zorlanabilir, bunun için yanlıştır. Hele de karşınızdaki bir siyasi mahkûmsa, kimseye zarar vermemiş, yalnızca fikirlerinden ötürü hapse atılmış biriyse katmerli yanlıştır. Karşınızdaki 71 yaşındaki mimar Mücella Yapıcı ise artık size ne diyeceğimi bilemiyorum.
Hekim arkadaşlarım; poliklinik, ameliyathane, hasta odaları bizim sorumlu olduğumuz alanlardır. Silahlı polis, jandarma da olsa, hocanız, amiriniz de olsa, hiçbir kamu görevlisi size insan haklarına aykırı, tıp etiği dışında davranmanızı emredemez, zorunlu tutamaz. Bizler bilimin gösterdiği yolda, ettiğimiz yemine bağlı olarak mesleğimizin belirlenmiş kuralları, değerleri içinde çalışmalıyız. Ve yazımın en başında söylediğim gibi bizler karşımıza gelen her insana şefkat de göstermeliyiz. Bir hastanın yüzüne bakmamak ne demek, bu kabul edilebilir mi? Kelepçeyle retina muayenesi yapmak, diş çekmek!!! Genç arkadaşlarım yapmayın bunları. Bilin ki buna mecbur değilsiniz. Türkiye de uzun zamandır devlet dediğimiz kurum ceberut bir anlayışla yönetilmekte. Kendilerinden menkul bir güvenlik anlayışıyla malul kamu görevlilerinin, kendileri gibi düşünmeyen vatandaşlara eziyet ettiği bir ülkede yaşıyoruz. Buna teslim olmayın.
Ben Mücella Yapıcı’dan ve bu muameleye maruz kalmış olan tüm mahkûm ve tutuklulardan meslektaşlarım adına özür diliyorum.
Yazımı Mücella Yapıcı’nın sözleriyle bitirmek istiyorum:
“Hırsızlık, uğursuzluk, yolsuzluk yapmadım. Yaşamımdan onur duydum. Aynı onuru benim yaşıma gelince sizin de yaşamanızı umuyorum.”
Talat Kırış kimdir?Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul’da Süleymaniye Doğumevi’nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Kırış’ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100’den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı. Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı. |