Düşman 9 Eylül 1922'de denize dökülür.
Mustafa Kemal, İnönü'ye şöyle der:
Bundan sonra yapılacak
çok işlerimiz var.
Sıra önce yedi asırlık padişahlığın,
saltanatın kaldırılmasına gelir.
Meclis'te 1 Kasım 1922'de
konuyla ilgili tartışmalar uzar gider.
Saltanat'la Hilafet'in
birbirinden ayrılamayacağı savunulur.
Mustafa Kemal söz alır
ama beklediği sonuç yine çıkmaz.
Konu komisyona, Anayasa, Din İşleri ve Adalet komisyonlarına havale edilir.
Atatürk Nutuk'ta şöyle anlatır:
Başkanlığa Hoca Müfit Efendi seçildi.
Din İşleri Komisyonu üyesi olan
hoca efendiler, herkesçe bilinen
uydurma sözlere dayanarak
halifeliğin saltanattan ayrılamayacağını savladılar.
Bu savları çürütmek için
özgür düşünceli kimseler de
ortaya çıkar görünmedi.
Biz çok kalabalık olan odanın
bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk.
Bu biçim görüşmelerin,
istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı.
Söz aldım,
önümdeki sıranın üstüne çıktım,
yüksek sesle şunları söyledim:
"Efendiler, dedim, egemenliği
hiç kimse, hiç kimseye, bilim gereğidir diye,
görüşmeyle, tartışmayla veremez.
Egemenlik güçle, kudretle, zorla alınır.
Osmanoğulları, Türk milletinin egemenliğine zorla el koymuşlardır.
Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdir.
Şimdi de Türk milleti
bu saldırganlara, artık yeter diyerek
ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini
kendi eline almış bulunuyor.
Bu bir oldu bittidir.
Söz konusu olan,
ulusa saltanatını, egemenliğini
bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir.
Sorun, zaten gerçekleşmiş bir olayı
yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir.
Bu kesinlikle yapılacaktır.
Burada toplananlar, Meclis
ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur.
Yoksa yine gerçek, yöntemine göre
saptanacaktır;
ama, belki bazı kafalar
kesilecektir." *
Son Padişah Vahdettin'in son kez Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılışı
Saltanat'ın kaldırılması,
Komisyon'dan oybirliğiyle, Meclis'ten bir hayır oyuyla
1 Kasım 1922 günü geçer.
17 Kasım 1922.
Mustafa Kemal'e resmi bir telgraf gelir:
Vahdettin Efendi,
bu gece Saray'dan kaçmıştır.
Padişah Vahdettin bir İngiliz zırhlısıyla
kayıplara karışmıştır.
Atatürk Nutuk'ta Vahdettin'den,
"Soylu bir ulusu aciz duruma düşüren
bir alçak" diye söz eder.
Cumhuriyet'e giden yolda şimdi
Lozan vardır.
Saltanat kaldırılmıştır. 17 Kasım 1922. Mustafa Kemal'e telgraf gelir:
|
Lozan durağında İsmet Paşa...
İsmet Paşa şöyle anlatır:
Ankara'dan 4 Kasım'da (1922)
hareket ettik.Yolda köprüler atılmış,
tren, Ankara'dan İstanbul'a kesintisiz
gidemiyordu.
Karaköy'de trenden indik,
otomobille Bilecik'i geldik
ve burada, İstanbul'dan gelen özel trene binerek yola devam ettik.
Bütün yol boyunca büyük,
heyecanlı törenlerle karşılanıp uğurlanarak İstanbul'a geldik.
11 Kasım'da Lozan'a çıktık. **
İnönü, Lord Curzon'u
duymazlıktan gelir
Lozan Konferansı'nın katılımcılarından biri,
Dagobert von Mikusch hatıralarında şöyle yazar:
Doğu sorununu görüşmek üzere
on iki devletin temsilcisi Lausanne'da (Lozan)
toplanmıştı; Dünya Savaşı'nın
bitiminden bu yana ilk defa
bir barışın dikte ettirilmeyip,
aksine tartışıldığı alışılmadık cinsten
bir temsile tanık olunmaktaydı.
Galip devletler -Doğu'daki durumlarına göre artık böyle
adlandırılamazlarsa da- böyle bir şeyi
asla istememişlerdi.
Konferans 20 Kasım1922'de,
benzeri toplantıların ağır başlı tören havası içinde,
Poincare ve Mussolini'nin de katılmasıyla açıldı.
Devlet başkanları ertesi günü ayrıldılar.
Başkanlığı İngiltere temsilcisi
Lord Curzon yapıyordu; eski ekolden
bir diplomat, saçları sömürge
hizmetlerinde ağarmış, görünümü
pek heybetli bir adamdı;
geniş omuzlarında Britanya dünya
imparatorluğunun bütün ağırbaşlılığını taşıyor gibiydi, fakat
bu da onu sinirli ve yerinde duramaz yapıyordu.
Toplantıyı başlatırken görüşmelerin temelini
Sevr barış diktasının
oluşturacağını bildirdi, ancak
bazı değişikleri müttefikler kabul
etmeye hazırdılar.
İsmet Paşa, bu ufak tefek Türk generali,
Mudanya'nın bu becerikli
görüşmecisi, Lord Curzon'un
bu sözlerini, kulağı ağır işittiğinden
duymamış gibi davrandı. ***
Lozan'a ilk devrede giden Murahhas Heyeti
İsmet Paşa: "Esaret altına
girmeye hayır!"
Lozan müzakerelerinin birinci bölümü 20 Kasım 1922'de
başlar, 4 Şubat 1923'de biter.
Şevket Süreyya Aydemir şöyle yazar:
İsmet Paşa ve delegeler, saat dörde doğru, silindir şapkaları ellerinde
otellerinden iniyorlar. Gazetecileri selamlıyorlar
Konferans toplanıyor.
Önce hiç haber sızmıyor.
Bir saat kadar geçiyor ve ortalığa
fena söylentiler yayılıyor.
Müttefikler, Türk tekliflerinin
bazı noktalarına itiraz etmişler.
İsmet Paşa yan odaya çekiliyor.
Delege arkadaşlarıyla başbaşadır.
Salona dönen İsmet Paşa ile
Lord Curzon arasında
son mücadele başlar.
Yarım saat kadar sonra ise,
İsmet Paşa'nın son cevabı öğrenilmiştir:
"Türk hakimiyetine aykırı
hiçbir kaydı kabul edemem!"
Oteline dönen İsmet Paşa'yı karşılar:
"Ne oldu Paşam?"
"Ne olacak? Hiç! Esaret altına
girmeyi reddettik." ****
İsmet İnönü: Hasta adamdan
bir devlet doğdu!
Lozan Konferansı, 23 Şubat 1923'te
yeniden başlar. Şevket Süreyya Aydemir
anılarında şöyle yazar:
İpler kopmak üzereydi.
Fakat İsmet Paşa'nın son dakikada
bizzat Gazi'ye müracaatı umduğu tesiri yaptı. Öyle anlaşılıyor ki,
İsmet Paşa'nın imza yetkisi vermeleri için hükümete yaptığı müracaatlar
netice vermeyince, Başkumandan,
hükümetin yapması lazım gelen tebliği bizzat yaparak ve hükümetin
vermesi lazım gelen yetkiyi bizzat vererek, hem İsmet Paşa'yı
hem Lozan Antlaşması'nı kurtardı.
Bu, bir müdahaleydi.
Büyük ve mesuliyetli bir müdahale...
Çünkü aslında yetki ve bu vazife
hükümetindi.
Gazi'nin İsmet Paşa'ya tebliği şudur:
"Lozan'da İsmet Paşa Hazretlerine,
18 Temmuz 1923 tarihli
telgrafnamenizi aldım.
Hiç kimsede tereddüt yoktur,
kazandığınız başarıyı en sıcak ve samimi duygularımızla
tebrik ederek, usulen imza edildiğinin bildirilmesini
bekliyoruz kardeşim."
İsmet İnönü, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka, Lozan'da konferansın yapıldığı salona girerken / 1923
İkinci Adam'ın, Başkumandanı'na
cevabı şudur:
"Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine,
Her dar zamanımda Hızır gibi
yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et.
Büyük ile yapmış, yaptırmış
bir adamsın. Sana bağlılığım
bir kat daha artmıştır.
Gözlerinden öperim,
pek sevgili aziz kardeşim,
aziz şefim." *****
Müttefikler Lozan'ı neden kabul ettİ?
Lozan Barış Antlaşması
24 Temmuz 1923'de imzalanır.
İsmet Paşa hatıratında şöyle anlatır:
Lozan Antlaşması yeni bir
Türk Devleti'nin kurulmasında
temel unsur olan bir siyasi belge
olmuştur. Bu milli devlet,
tam manasıyla medeni ve bağımsız
devletin bütün haklarına
sahip olmuştur. Lozan Antlaşması bunları tespit eder ve kabul ettirir.
Ne vakit kabul ettirir?
Bir Dünya Savaşı'nda bütün dünya dört sene harp etmişken, Türkler
dört sene daha fazlası ile sekiz sene harp ederek
her taraftan işgal edilmiş olan memleketlerini
silahla tekrar kurtardıktan sonra kabul ettirir.
Müttefikler, asırlarca takip edilmiş
olan siyasetten niçin vazgeçmiş olarak
olarak Lozan Antaşması'nı
kabul etmişlerdir?
Türk Devleti hasta adamdan
geliyordu. Bir İngiliz tarihçisinin
dediğine göre, Osmanlı Devleti'nin
kaldırılması fırsatı Avrupa'nın eline
1300 senesinden beri ancak iki defa
geçmişti. İkinci fırsat, Milli Mücadele
dediğimiz devrede zuhur etmiş ve Avrupa bundan faydalanamamıştır.
Müttefiklerin Lozan Antlaşması'nı
kabul etmeleri, ilk önce mecburiyetten
gelmektedir.
Askeri vaziyet o halde idi ki,
Misak-ı Millî ile ve Büyük Millet Meclisi'nin mücadele devri ile
bizim tespit ettiğimiz temelleri reddetmek, nihayet yeni bir askeri
harekete bağlı kalmıştır.
Türkiye 15 seneden fazla süren
iç ve dış seferlerden sonra,
gerçekten barışa erişmek
ihtiyacındaydı.
Ama Avrupa da Birinci Dünya Harbi'nin kanlı fedakârlıklarından
sonra yeniden bir maceraya girecek yetenekte değildi. ******
Atatürk'ün Nutuk'daki
Lozan değerlendirmesi şöyledir:
Saygıdeğer efendiler,
Bu antlaşma, Türk milletine karşı
yüzyıllardan beri hazırlanmış
ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük
yok etme girişiminin yıkılışını
bildirir bir belgedir.
Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal zafer eseridir. *
Lozan dönüşünde çiçeklerle karşılanan İsmet Paşa, '
Sulh' yazılı vagonda, 'Barış Perisi' kıyafetli Uzma adlı çocukla
Bu "siyasal zafer", aynı zamanda,
Atatürk ve İnönü'nün kurmay zekâlarının
ve gerçekçilikten kopmayan
tavırlarının bir ürünüdür.
Evet, Osmanlı topraklarının bazı yerleri Lozan'da bırakılmıştır
ama barış kazanılmıştır; "tümünü alayım" derken,
"eldekinden de olmak" gibi bir tehlikeden
sakınılmıştı.
YARIN: Kafa kesmekten kafa koparmaya...
* NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 1012
** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 1047
*** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s.1048-1049
**** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s.1073
***** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 1119
****** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 1113-1114
******* NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 1111)
Yazı dizisinin önceki bölümleri |
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2003) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) - Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var |