Genç tiyatrocu Ece Bağcı, oyunculuğu ilk defa Nuri Bilge Ceylan'ın yazıp yönettiği Kuru Otlar Üstüne filminde deneyimledi.
Filmde gösterdiği üstün performans 59. Chicago Uluslararası Film Festivali'nde en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülüyle taçlandı.
Kuru Otlar Üstüne filmi için "Orası benim için bir okul gibiydi" diyen Bağcı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi Tiyatro Bölümü'ne girdi. Orada tanıştığı Eraslan Sağlam'ın kurduğu Tatavla Sahne'ye Juliet karakteriyle adım attı.
Ece Bağcı; Kuru Otlar Üstüne filmini, bazen başrol oynadığı bazen de yer göstericilik yaptığı Tatavla Sahne'yi, Tik ve Tak isimli çocuk oyununu ve politik bir metinle izleyiciyle buluştukları Getto’yu T24’e anlattı.
- İlk olarak seni tanıyarak başlayalım. 11 yaşında olduğun yanlışını da burada düzeltmiş olalım.
17 yaşındayım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nde tiyatro bölümünde okuyorum. Ben de aslında çok küçük yaşımdan beri sanatla iç içe büyüdüm. Etrafımda oyunculuk veya sanatın herhangi bir dalından takip edebileceğim çok bir örnek yoktu ama ilk olarak üç buçuk yaşımda bale yapmaya başladım. Bale çok uzun sürdü, ortaokulun sonuna kadar neredeyse hep baleyle ilgilendim. Hatta o dönem Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’ndeydim.
Sanırım bir süre sonra bale yeterli gelmemeye başladı. Dansın her türüyle ilgilendim. Salsa yaptım hatta yarışmalara katıldım. Modern dans yaptım, çağdaş dansı hâlâ yapıyorum. Piyano çalıyorum. Ama bunları yaparken yapmak istediğim şeyler onlar değilmiş gibi hissediyordum. Bu kadar çeşitli şey olması da beni mutlu ediyordu aslında. Ama bunların hepsini daha ortak yapabileceğim bir şey arıyor gibiydim, sanırım. Tam da emin değilim. Tek tanıdığım tiyatrocu karşı komşumuzdu (Gülüyor).
Ece Bağcı | Kuru Otlar Üstüne filmi
Küçükken onun oyunlarını bazen izliyordum. Sonrasında da Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ndekileri görüyordum, çalışmalarını falan izlerdik. Tiyatro izlemeyi hep çok severdim ama yapmak da istedim ve biraz bunlar teşvik etti. Oyunlarda aynı anda dans ettiklerini, şarkı söylediklerini, enstrüman çaldıklarını gördüm. Bu çok hoşuma gitti çünkü sanatın her dalına aşığım ve gerçekten çok seviyorum. Tiyatro daha kapsayıcı demek istemiyorum ama benim yapmak istediğim şey buydu ve bunu fark ettim.
İlk oyunculuk deneyimim Kuru Otlar Üstüne filminde kamera önüyle başladı. Müthiş, öğretici, apayrı bir süreçti. Böyle başlıyor olmak da oyunculuk açısından fikirlerimi çok geliştirdi, kafamda çoğu şey daha da şekillendi ve yapmak istediğimi daha net anladım. Gelecekte de konservatuar istiyordum ve güzel sanatlar liselerinin sınavları olduğunu fark ettim ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’ne girdim. En büyük destekçim annemle Ankara’dan buraya taşındım.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nde Eraslan Sağlam’la tanıştım. İlk sahneye Romeo ve Juliet oyunuyla Eraslan Hoca’nın tiyatrosu Tatavla Sahne’de çıktım ve üç yıldır da orada çeşitli oyunlarla devam ediyorum.
- Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmine dahil olma süreci nasıl oldu?
Bir ajans bünyesinde kamera önü oyunculuk eğitimi alıyordum. O derslere katıldığım sırada bir film için deneme çekimi olduğunu söylediler. Tabii ki Nuri Bilge Ceylan filmi olduğunu bilmiyordum. Hem Aylin hem de Sevim karakteri için deneme çekimi yaptık. Sevim karakteri oldu ve yönetmen görüşmesine gittik.
Her yerde söylüyorum ama yönetmen görüşmesine gidene kadar Nuri Bilge Ceylan filmi olduğunu bilmiyordum. Nuri Bilge Ceylan olduğunu kapı zilinde gördüm ve zaten sonrasında çekim süreci başladı.
Ece Bağcı | Getto Oyunu
- Nuri Bilge Ceylan filminde oynayacağını ilk öğrendiğinde ne hissettin?
Çok mutlu oldum zaten izlemeyi de çok sevdiğim bir yönetmen ve bütün filmlerini izledim. Bu filmlerin birinde oynayabilecek olmak çok değişik bir his. Ekibi de çok sevdim ve oynadığım herkese aşık oldum.
- Merve Dizdar’la sahnen yoktu ama Deniz Celiloğlu, Erdem Şenocak ve Musab Ekici ile sahnelerin vardı ve Nuri Bilge Ceylan’la mesain zaten hiç bitmemiştir diye tahmin ediyorum. Senin için nasıl bir deneyimdi?
Orası benim için bir okul gibiydi. Yani dediğim gibi kafamdaki her şey Bilge Hoca sayesinde orada şekillendi.
Tabii çoğunlukla onunla sahnelerim olduğu için Deniz abinin (Deniz Celiloğlu) payı da çok büyük. Karşılıklı biriyle ve gerçekten bu işi bilen bir oyuncuyla oynamak nasıl bir his, oyunculuktaki alma-verme dengesinin nasıl olduğu, karaktere nasıl yaklaşıldığı Bilge Hoca’nın payı da olmasına rağmen onlarla oynamak çok şey öğretti.
76. Cannes Film Festivali | Deniz Celiloğlu, Ece Bağcı, Nuri Bilge Ceylan, Merve Dizdar ve Musab Ekici (soldan sağa)
- İlk kamera önü deneyiminde tecrübeli oyuncularla ve Türkiye’nin en önemli yönetmenlerinden biriyle çalıştın. Nuri Bilge Ceylan’ın diğer tecrübeli isimlere yaklaşımı, sana olduğundan daha farklıdır ama sormak istediğim şu; seni nasıl motive etti ve yönlendirdi? Sert bir üslûbu mu vardı yoksa daha yumuşak ve gaz veren bir tavrı mı?
Ummadığım kadar rahat bir süreçti benim için. Benimle çok hafif yönlendirmelerle ilerledi. Zaten yaşımdan ötürü Sevim karakteri bana çok uzak değildi.
Oyunculuk konusunda bana çok baskıda bulunmadı ve daha çok benim bulduğum yöntemlere bıraktı. Hatta doğaçlamamızı da istedi. O yüzden Bilge Hoca'nın oyuncu yönetimi de çok iyiydi.
- Önce 76. Cannes Film Festivali’ne gittin sonra 59. Chicago Uluslararası Film Festivali'nde ödül aldın ve ardından okuluna geri döndün. Sen güzel sanatlar lisesi öğrencisisin ve belki de sınıfındaki öğrencilerin 10-15 yıl sonra olmayı planladığı yere 17 yaşında ulaştın. Arkadaşlarının ve öğretmenlerinin bu konuda sana yaklaşımı nasıldı?
Herkes ilk çıktığı gün izledi ve çok destekçi oldu. Özellikle öğretmenlerim yanımda oldular. Cannes’a gittiğimiz, Chicago’da ödül aldığım haberlerde çıkınca hemen aradılar.
Öğretmenlerim filmi izledikten sonra beni destekleyecek, geliştirecek yorumlar yaptılar. Arkadaşlarım da öyle ve hepsini çok seviyorum.
- Biraz da Tatavla Sahne serüveninden bahsedelim…
Dediğim gibi aslında önce Eraslan Sağlam Hoca ile tanıştım. Tatavla Sahne’de bir Romeo ve Juliet oynanacaktı ve karakter arama sürecine girmişlerdi. Romeo ve Juliet karakterlerini tam kendi yaşında yapmak istemişlerdi. Ben de 13-14 yaşımdaydım ve Juliet rolüne beni seçtiler.
Tatavla Sahne; işleyişiyle, tiyatroya bakış açısıyla, içindekilerle çok değer verdiğim bir kurum. Hep orada olmak istedim ve sürekli gittim. Troyalı Kadınlar, İnsan Çağı, Tik ve Tak gibi oyunlar yapmaya devam ettik. Hâlâ devam eden Tik ve Tak çocuk oyunuyla deprem bölgesine gittik. Maraş’ta depremzede çocuklara oynadık. Bu yıl ise Getto oyunu oldu.
Hem tiyatro okurken hem de bunu Tatavla Sahne’de profesyonel olarak deneyimlemek benim için çok yararlı oldu.
Getto oyunu
- Getto oyununu ilk izlemeye geldiğimde yanımdaki arkadaşımın yeriyle ilgili bir sorun oldu ve arkadaşlarınız hemen çözeceğini söyledi. Yer problemini çözmeye sen gelmiştin. Arkadaşım o anda adını hatırlayamadı ve senin için “Yer göstermeye gelen, Nuri Bilge filmiyle Cannes’a giden kişi değil mi?” diye sordu. Anladığım kadarıyla Tatavla Sahne’de çok kollektif bir ruhla çalışıyorsunuz.
Bence oyunculuğun en önemli yönü herşeyi biraz biliyor olmak. Sadece oyunculuk yapacak olsam bile ışığın da kostümün de nasıl olduğunu bilmeliyim.
Öte yandan tiyatronun her şeyini yapıyor olmak, aidiyet hissini kuvvetlendiriyor. Çok uzun süredir Tatavla Sahne’de bulunduğum için çoğu şeye hâkimim ve hâkim olmaktan da çok mutluyum. Yaptığım şeyleri bilerek sahneye çıkıp oynadığım zaman içim çok rahat oluyor. Sonuç olarak oynamak istiyorum ve bu sonuca ulaşana kadar sahne arkasındaki her şeyi de yapmak istiyorum. Öğrenci de olduğum için bu beni çok geliştiriyor.
Herşeyin farkında olarak oynamak karaktere de bir bütünlük getiriyor.
- Dilek Sağır ve Eren Akova ile sahnelediğiniz Tik ve Tak diye bir çocuk oyununuz var. Hatta deprem bölgesinde de depremzede çocuklara oynadınız biraz oyundan ve bu süreçten bahseder misin?
Bence de zaten çocuk oyunu yapmak, yönetmek, oynamak apayrı bir durum. Tik ve Tak, Balca Yücesoy’un yazdığı, Eraslan Sağlam’ın yönettiği bir oyun. Ben, Eren Akova ve Dilek Sağır oynuyoruz. İki sezon önce Tatavla Sahne’de oynanmaya başlamıştı. Sonra bir kadro değişikliği oldu; ben, Akın Aydın ve Orhan Taşkın oynamaya başladık. İlk kez bu kadroyla deprem zamanı Kahramanmaraş’ta oynadık.
Çocuk oyunu oynamak başlı başına zorlayıcı ve sınırda, her şeyi çok tetikte oynuyoruz. Deprem bölgesinde bunu oynuyor olmak çok daha zordu ve tabii çok güzel bir deneyimdi. İlk orada Tiyatro Kooperatifi’nin düzenlediği Renkli Hayaller Sahnesi projesi kapsamında bir çadır kentte oynadık. Ardından Tiyatro Kooperatifi kapsamında tırla gezerek Elbistan’a gittik, Maraş çevresini dolaştık.
Adından da anlaşılacağı üzere zamanı anlatıyor. Akrep ve yelkovan Ako ve Yelko'nun hikâyesi. Çok tatlı bir oyun.
Çocuk oyunları konusunda en önemli unsur metin. Çocukları yönlendirmeden bir şeylerin farkına varmasını sağlamak gerekiyor. Bizde de yani bir çocuk oyundan çıktığında zamanla ilgili bir şey düşünüyorsa ve bu düşünce sonrasında da devam ediyorsa bir şeyleri başarmışız demektir. Aynı zamanda bence en önemli şey eğlenmeleri ve bunu sürekli sağlamaya çalışmak da oyuncu için müthiş bir deneyim.
Zaman, çok değişik bir konu, bununla ilgili bir oyunun olması, bunun çocuklar için olması çok eğitici ve eğlenceli. Kesinlikle eğlendiklerinde bir şeyleri daha çok anlıyorlar.
Ece Bağcı, Eren Akova ve Dilek Sağır | Tik ve Tak oyunu
- Deprem bölgesinde tiyatro oyunu oynamak nasıl bir duygu?
Deprem bölgesinde oyun çok daha farklıydı. Çünkü yeni bir travma atlatmış çocuklarla bir aradaydık ve aslında kalabalık da bir çocuk grubuydu. Bulunduğumuz çadır kentteki bütün çocuklar geliyordu. Burada Tiyatro Kooperatifi çok iyi bir iş yapmış, bir rutin haline getirmişler bunu ve her gün bir oyun oynanıyor, bir atölye yapılıyor ve akşam bir film izleniyor. Orada amacına ulaştığımızı da gördük. Orada çocukların yapacakları bir şey yok, okula gidemiyorlar, psikolojik olarak çok ağır hasar almışlar, ve biz de onların canının sıkılmamasını sağladık.
Saat birde gelip orada oyun izleyeceklerini biliyorlar ve zaten eğlenmek için geliyorlar. Bu yüzden biz ne yapsak eğleniyorlardı ve orada en güzel şey o çocukların bir an dışarıdaki bütün o yıkıntıyı görmeden o çadırın içinde bizi görüp de eğlenmeleriydi. Bence bu çok çok mutluluk verici.
Hatta tırla gezdiğimiz zaman bisikletleriyle gelip izliyorlardı. Sandalyeler doluyordu ve baya bisikletin üstünde bizi izliyorlardı.
- Aileler nasıl karşıladı?
Aileler de güzel karşıladı. Çocuklarına iyi bir şey yaptığımızın farkındalardı.
- Peki, bu durumla siz psikolojik olarak nasıl başa çıktınız?
Bölgeye gitmeden de döndükten sonra da psikolojik destek aldık. Çocuklara nasıl yaklaşmamız gerektiği ile ilgili bir eğitim aldık.
Orada hem çok diken üstündeydik ama aynı zamanda çok da rahattık. Çünkü çocuklarla aynı amaçtaydık, çocuklar eğlenmek için gelmişti ve biz de onları eğlendirmek için gitmiştik. O yüzden çok büyük bir zevkti benim için.
- Getto oyununun başından bugüne kadar içindeydin biraz bu süreci anlatır mısın?
Eraslan Sağlam yönetiminde Getto oyunu repertuvara alınmak için seçildi ve seçmeler yapıldı. işte her oyunu olduğu gibi bir süreç işledi. Ekstra zor bir seçme süreci oldu çünkü hem enstrüman çalan hem oynayan hem dans edebilen oyunculara ihtiyaç vardı. Çok güzel bir seçme süreciydi.
Metin Joshua Sobol'a ait ama tam olarak böyle değildi. Eraslan Sağlam metni uyarladı. Uyarlarken de en büyük amacımız metni yaşanmış o olaydan çıkarıp, genel bir faşizm ile ilgili bir mesele olarak anlatmaktı. Bunun için de Eraslan Hoca; bazı uyarlamalar, değişiklikler yaptı ve bazı yerlere karakter ekledi.
Getto oyunu
Sonra da prova süreci başladı. Provalarımızı yaptık, çalıştık, müzik provaları yaptık, oyun için yeni besteler yapıldı. Besteleri Murat Bavli ve Hande Tecik Öztürk yaptı, koreografiyi Özge Midilli yaptı. Gerçekten işinin ehli insanlarla çalıştık. Çok güzel bir prova süreciydi çünkü dans ettik, şarkı söyledik, zorlandık, oynamaya çalıştık, hep birlikte bir şeyler üretmeye çalıştık, sürecin sonunda müthiş bir ekip ruhu oluştu. Bu oyunda kendi kendime inanılmaz bir şey hissettim, çok büyük bir pırıltı hissettim.
Ayrıca oyundaki karakterlerin gerçekten yaşamış kişiler olması da oyunculuğumuz açısından bize çok ayrı bir şey kattı. Sonra oynamaya başladık.
- Karakterinizden bahseder misiniz?
Joshua Sobol, Chaja karakterini, gerçek hayatta yaşamış iki farklı isimden esinlenerek yazmış. Chayela Rosenthal ve Liuba Lewicka adında iki kadın şarkıcı ve dönemin en iyileriymiş. Müthiş sesleriyle her zaman anılırlarmış. İkisi de gettoya konulduktan sonra müthiş işler yapmışlar, her zaman bir mücadele içinde olmuşlar ve bunu müzikle, şarkıyla yapmışlar.
Chayela Rosenthal ve Liuba Lewicka (sağda)
Chayela Rosenthal’in şu anda YouTube’da şarkıları, kayıtları bulunuyor ve oynadığım kişinin sesini duyuyor olmak da çok değişik bir histi. Chayela Rosenthal oyundan farklı olarak, yaşadıkları gettodan kurtulmuş ve çok yaşlandıktan sonra vefat etmiş. Ama Liuba Lewicka, kaldıkları gettoda öldürülmüş.
Chayela Rosenthal’in kızının sonrasında annesiyle ilgili yaptığı bir oyun bile var. Bize bu kadar yakın ve elimizi uzatsak değecek bir mesafede bu dramı yaşamaları da iç acıtıcı ve çok ağır bir durum. Karakterlerin hepsinin gerçekten yaşamış olması ve hikâyelerine ulaşabiliyor olmamız da çok etkileyici.
- Oyunda Tanburi İsak, Afife Jale, Hrant Lusigyan gibi bizden de isimler var…
Faşizm, ne zaman, kim için yapılmış olursa olsun ortak bir sorun olduğunu anlatmak amacıyla apayrı yerlerden bir sürü karakterin bir arada olması amaçlandı. Tabii ki Afife Jale’nin yaşadığı, bir toplumun yaşadığıyla aynı şey olduğu söylenemez.
Ama faşizmi sanatı üzerinden yaşıyor olması, dönemsel olarak farklı olsa da Getto’daki orkestrayla onun arasında bir yakınlık kuruyor. ‘Faşizm nerede olursa olsun aynı ve aynı etkilere sahip’ başlığı altında yapılmış bir uyarlamak.
- Getto’daki oyuncuların dönüşümlü olarak aynı rolleri oynamasının sebebi nedir?
Ben Getto oyunundan sonra Şehir Tiyatroları’nda yönetmenliğini Yiğit Sertdemir’in üstlendiği Cadı Kazanı diye başka bir oyuna da girdim. Oyunların çakışma ihtimaline karşı “dönüşümlü oynayalım” dedik. Benim rolümü orkestradan da olan Berda Akar oynamaya başladı.
Ayda dört oyun oynuyorsak ikisinde ben, ikisinde de o oynuyor.
- Peki, tiyatrodan geçimini sağlayabiliyor musun?
Birçok sektöre verilen destek tiyatroya verilmiyor, en temel sorun bu. Sanırım burada bizim bir şeyler yapmamız gerekiyor; hem tiyatrolar hem de izleyicilerin bir arada durması ve birbirini desteklemesi gerekiyor. Tiyatronun masrafları çok fazla, biletten gelen parayla yapılabilecek bir şey değil.
Ben kendi adıma; aç, susuz kalsam da, sokakta yatsamda tiyatro yapmaya devam ederim. Çünkü hiç kimseyi sevmediğim kadar oynadığım karakterleri seviyorum. Tabii tiyatrolar devam edemezse biz nasıl devam edeceğiz orası da ayrı bir konu.