Barış Soydan

28 Eylül 2020

İzmir - İstanbul otoyolu, köprüler, şehir hastaneleri devletleştirilmeli mi?

Muhalefet partilerine bir önerim var: Ortak bir hukuk komisyonu kurup kamu - özel işbirliği projeleri üzerinde şimdiden çalışmaya başlamak

Merkez Bankası'nın faiz artırımı, HDP'ye operasyon gibi sıcak gündem maddelerinin tozu dumanı arasında fark etmemiş olabilirsiniz, bir süredir alttan alta, "İktidar değişirse kamu - özel işbirliği projeleri ne olacak?" tartışması yürüyor.

Bilindiği gibi özel sektör tarafından devlet adına yapılıp işletilen, Hazine'nin dolar - euro bazında araç - yolcu - hasta garantileri verdiği otoyollar, köprüler, havalimanları, şehir hastanelerine, "kamu - özel işbirliği projeleri" adı veriliyor.

Kamu ihaleleri uzmanı Prof. Dr. Uğur Emek, bu projelerde verilen garantilerle devletin yaklaşık 150 milyar dolarlık yükümlülük altına sokulduğunu söylüyor. Üstelik bu borç, devletin resmi döviz borcu istatistiklerinde görünmüyor...

Kamu - özel işbirliği projelerinin kaderinin Türkiye'nin gündemine gelmesini CHP Genel Sekreteri Prof. Dr. Selin Sayek Böke'ye borçluyuz. Böke kısa süre önce Halk TV'de beş müteahhitlik şirketine verilen Hazine garantilerinin ve yapılan özelleştirmelerin tamamının CHP iktidarında kamulaştırılacağını söyledi.

Geçen hafta T24'te düzenlediğimiz "Ekonomi Nasıl Kurtulur?" toplantısında ben de siyasi partilerin ekonomi yöneticilerine (Aralarında Böke de vardı), kamu - özel işbirliği projelerinin kaderini sordum. Böke, daha önce açıkladığı görüşü tekrarladı. HDP'den Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu ve Sol Parti'den Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu da hemen hemen onunla aynı fikirdeydi.

İyi Parti'den Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu, DEVA'dan Prof. Dr. Ahmet Burçin Yereli, Gelecek Partisi'nden Serkan Özcan ise ilk işin kamulaştırmak değil, bu projelerin halktan saklanan sözleşmelerinin ortaya çıkarılması, işletmeci şirketlere ne gibi garantilerin verildiğinin belirlenmesi, kaderlerine sonra karar verilmesi olduğunu söylediler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da hafta sonu tartışmaya katıldı. Gaziantep'te 300 fabrikanın açılış töreninde (300 fabrika mı?), "Her kim şirketlere el koymaktan bahsediyorsa onun amacı, ülkemizin yeniden bataklığa saplanmasıdır" dedi. "Kamu - özel ortaklığı ve dayanışmasına dayanan bu süreci 'Türkiye modeli' diye tanımlıyoruz" diye de ekledi.

Danışmanlarının kendisine yanlış bilgi verdiği anlaşılıyor, çünkü kamu - özel işbirliği Türkiye'nin icadı değil, dünyanın birçok yerinde uygulanan (ve sakıncalarının anlaşılmasıyla vazgeçilen) bir model.

Tartışmaya dahil olanlardan biri de TÜSİAD'dı. TÜSİAD Başkanı Kaslowski, özel sektörün faaliyet gösterdiği alanlarda "kamulaştırma" çağrısı yapılmasından rahatsızlık duyduklarını söyledi

Kamu - özel işbirliği projelerinin kaderi konusundaki en önemli görüş ise bence T24 yazarı Ali D. Ulusoy'un geçen haftaki yazısıydı. İdare hukuku uzmanı Prof. Dr. Ulusoy, "Devletten iş alan şirketlere el koymak kolay mı?" başlıklı yazısında, bu projelerin sözleşmelerinde uluslararası tahkim şartı olduğunu hatırlatarak, devlet el koymaya kalkarsa işletmeci şirketin Türkiye'yi milyarlarca dolarlık tazminata mahkum ettirebileceğini belirtti.

Astronomik fiyatlardan yolcu - araç - hasta garantileri verilen, üstelik dolardaki patlamayla devlet bütçesine maliyeti katlanan bu projelere dokunamayacak mıyız yani?

Prof. Dr. Ulusoy'a göre bir çıkış yolu var ama zor bir yol: Uluslararası tahkim mahkemelerini, bu projelerde yolsuzluk yapıldığına ikna etmek.

Ama bu da o kadar kolay bir iş değil. Ulusoy şöyle diyor: "Bu sözleşmeler ve lisansların hukuken şeffaf ve rekabete açık bir kamu ihalesi marifetiyle elde edilmiş olması gerekir. Yani bu ihalelerin haksızlıkla ve 'yolsuzluk'la kazanılmış 'adrese teslim' ihaleler olduğunun kanıtlanabilmesi hukuken kilit bir nokta. Ama bu hususlarda uluslararası mercileri ikna etmek öyle kolay değildir. Çok ciddi bir profesyonel hukuk altyapısı ve uzmanlık gerektirir."

Bir muhalefet partisinin ekonomiden sorumlu yöneticisi ise geçen hafta kendisiyle yaptığım görüşmede başka bir yola dikkat çekti: Kamu - özel işbirliği projelerini alan şirketlerin önemli bir kısmı Türkiye'de faaliyet gösteriyor, iktidar değiştiğinde yeni yönetimle çatışmayı göze almaları kolay değil. Projeleri kamulaştırmak belki zor ama bu şirketleri masaya oturtup sözleşme şartlarını tadil etmeye (Mesela dolar bazında yolcu - hasta - araç garantilerini TL'ye çevirmeye ya da düşük bir kurdan sabitlemeye) ikna etmek mümkün olabilir.

Heyhat, bu da o kadar kolay değil! Çünkü kamu - özel işbirliği projelerinin birçoğunda yabancı ortak var! Mesela Üçüncü Köprü'nün işletmecilerinden biri, İtalyan inşaat şirketi Astaldi. Prof. Dr. Ulusoy'un dediği gibi "Yabancı yatırımcılar artık iyice akıllandı. Uluslararası tahkim şartı olmadan hiçbir devlet işine girmiyorlar. Uzan'lardan sonra artık yerli yatırımcılar da uyandı. Yabancı ortak alıyorlar…"

Kamu - özel işbirliği projelerinin Türkiye'yi nasıl içinden çıkılmaz bir labirente sürüklediğini, ülkenin geleceğinin nasıl ipotek edildiğini görüyor musunuz?

Muhalefet partilerine bir önerim var: Ortak bir hukuk komisyonu kurup kamu - özel işbirliği projeleri üzerinde şimdiden çalışmaya başlamak.

Hem bir koalisyon iktidarının alıştırması olur belki...