Sevgili çizgilerim benim, sevgili kırışıklıklarım, sizi ne kadar seviyorum...
Siz bana ne çok şey öğrettiniz... Siz beni ne kadar çok seviyorsunuz...
Siz benim mutluluğum, siz benim savaşım, siz benim mutsuzluğum,
siz benim acılarım, siz benim özgürlüğümsünüz...
Duygu Asena, Kadının Adı Yok
Bu hafta, The Substance filminden ve The Cure’un solisti Robert Smith’in 65 yaş dehasından yola çıkarak yazdığım “50’de ne biter?” ve “Bir insanın en yaratıcı yaşı kaçtır?” yazılarından sonra, Ageism (yaş ayrımcılığı) ve Seksizmin kesişen kümesi olan “kadına yönelik cinsiyetçi Ageism” konusuna girip bu üçlemeyi noktalıyorum.
Yazının 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele haftasına denk gelmesi de ayrı bir güzel oldu. Bizimki gibi toplumlarda kadına uygulanan şiddetin boyutu öyle büyük ki, basit gözüken, kadını yok sayan, kontrol eden, küçük gören ayrımcılıkları yazmaya ne vakit ne yer kalıyor. Oysa kadınlar sadece fiziksel değil, ev hayatından iş hayatına, sağlık ve güzellikten, aşk hayatına kadar birçok alanda psikolojik şiddete, yaş ve cinsiyet ayrımcılığına maruz kalıyor.
Sevgili üstadımız Selahattin Duman, kendisiyle yıllar evvel yaptığım bir röportajda “Erkeklerin bıngıldağı 50’den sonra kapanır” demişti. Işıklar içinde uyusun. Yani erkekler 50’de ancak kıvama gelirken, kadınlar toplum gözünde çoktan yaşlanmış sayılıyor. Erkeklerin yaşlandıkça akıllandığına, erkeğin olgununun makbul olduğuna dair bir inanış var. Bıngıldak meselesinden ötürü olsa gerek, kimse kadınların yaş aldıkça kazandığı hayat deneyiminden bahsetmiyor, kadının olgununu makbul görmüyor.
Biyolojik saati kendinize batırın
Erkeklerin biyolojik saatinin konuşulduğunu duydunuz mu hiç? 19 bine yakın tüp bebek (IVF) denemesinin incelendiği bir araştırmaya göre, babanın yaşı doğumda sanılandan çok daha önemli bir rol oynuyor. Ama kimse erkeklere “Evladım yaşın geçiyor, artık çocuk yap” demiyor. Oysa iş hayatı veya başka sebeplerle çocuk yapmayı erteleyen kadın, aile ve çevre baskısından payını alıyor; “Deniyorsunuz da olmuyor mu? Bak kızım, üreme yaşın geldi de geçiyor. Yapıverin bir çocuk.” İnsan neslini sürdürme misyonu kadınların üzerindeyse, kadınlara hissettirdiğiniz bu değersizlik duygusu nedir? Kadınlar çocuksuz ve mutlu olamaz mı? Neden çocuk yapmayan kadını marjinal, mutsuz, “evliliğinde sorun yaşıyor” şeklindeki klişelerle damgalıyorsunuz? Biyolojik saati kendinize, çuvaldızı başkasına batırın lütfen.
Estetik amaçlı penis ameliyatı
İş hayatındasın ve velev ki çocuğu da yaptın. İş yeri kanununa tamamen aykırı olmasına rağmen, birçok kadın işten çıkartılıyor, sonra da geri dönemiyor. Geri dönebilen ve emzirme izni olan arkadaşlarımın uzun süre toplantılarda tutulduğuna, memelerinden sütler aktığına, izne çıkarlarken müdürlerinin ters bakışlarına maruz kaldıklarına bizzat şahit oldum. İş hayatında kadınlar 30’larından itibaren ayrımcılığa uğruyorlar.
Konu bunlarla da bitmiyor. Doğum yapmış karısını eskisi kadar çekici bulmayan erkek, bir anda karısına kutsal anne mertebesinden yaklaşmaya başlıyor ve gözü dışarılara kayıyor. Kadınlar hem aldatılıyor hem kocaları onları tekrar beğensin diye sarkan memelerini, göbeklerini, vajinalarını yaptırmak için acılı ve pahalı ameliyatlara giriyorlar. Erkeklerin karılarına güzel gözükmek ve onları tatmin etmek için estetik amaçlı penis ameliyatı olduğunu düşünsenize... Cümlesi bile güldürdü beni.
Kadınların taze ve genç kalma savaşı
50’den sonra ise ayrımcılığın şiddeti iyice artıyor. Kadınlara “Aaaa! Yorgun gözüküyorsun. Bir şey mi oldu?” diye rahatlıkla sorulabiliyor. “Yaşlanmışsın, çökmüşsün”ün kibarcası... 50’lik erkeklerin alınlarındaki kırışıklıklar nedense onları karizmatik gösterirken, kadınların alınlarındaki kırışıklıklar botoks iğnelerine maruz kalıyor.
50’lik kadınlar paralarını kendilerini güzel ve genç gösterecek operasyonlarla birlikte yaşlanma karşıtı ürünlere harcıyor. 2023 Türkiye güzellik pazarı 85 milyar TL iken, bu pazarın 2025’de en az iki katına ulaşması bekleniyormuş. Erkek bakım ürünleri, pazarın yüzde 25’ini oluşturuyormuş. Ben henüz bir erkeğin yaşlanma karşıtı bir ürün kullandığını görmedim. Bahsedilen yüzde 25 şampuan, saç kremi, tıraş köpüğü, kolonya, güneş kremi, el kremi gibi ürünler olabilir.
50’lik erkeklerin göbeklerinin büyümesi hiçbir sorun teşkil etmezken, 50’lik kadınlar spor salonlarında, yogada vücutları yer çekimine karşı yenilmesin diye cengaverce savaşıyor. Hep ama hep toplumun ve medyanın dayattığı bir taze ve genç kalma savaşı.
Erkeğin yaşının yarısı + 7, yaşlı kalıyor
50’lik erkekler kaç kilo olurlarsa olsunlar, alışverişe gittiklerinde 20’lik erkeklerin giydiği tişörtleri, jeanleri, spor ayakkabıları alabiliyorlar. Kimse sorgulamıyor. 50’lik kadınların vücut tipleri yaşla değiştiği için, kıyafetlerini de yaşlarına göre seçmek durumunda kalıyorlar. Biraz göbekli bir kadın, beli açık bir bluz giymek istese, satış elemanları bile “Biraz genç göstermedi mi? Bir büyüğünü mü deneseniz” diyerek, fark etmeden kadına ayrımcılık yapıyor. Kısa şort, göğüs dekoltesi filan zaten 50’lik kadınlara toplum tarafından yakıştırılmıyor. 20’likler de sokakta tacize uğrarlar korkusuyla istedikleri gibi giyinemiyor.
Tabii bu durum dating sahnesine de yansıyor. 50’lik bekar erkeklerin kız arkadaş yaşı “yaşının yarısı + 7” olarak bile hesaplanmıyor artık, o yaş yaşlı kalıyor. 50’lik bekar kadınlar, münasip bir adayla nasıl tanışabileceklerini tarot kartlarına, kahve fallarına soruyor, çakra temizliyor, enerji seanslarından faydalanıyor.
Andropoz eğlence, menopoz işkence
50’lik erkekler iş hayatında çok daha kolay ilerleyip, hatta sektör değiştirip yeniden başlayabilirken, 50’lik kadınlar herhangi bir işe yeniden başlamak için çok yaşlı görülüyorlar.
50’lik erkeklerin andropozu bile eğlenceli. Eğer imkanları varsa, arabalar, tekneler, şöyle güzel bir puro, iyi bir viski… 50’lik kadınların menopozu ise işkence. Hormon değişimleri, sıcak basmalar, kilo almalar, depresyon, anksiyete, yorgunluk hali, ağlamaklı hal, saç dökülmesi ve daha birçok şey… Üstelik premenapoz semptomları kadınlar adetten kesilmeden bir 10 yıl önce başlıyor. Kadınlar 10 yıl boyunca duygusal olarak oradan oraya savrulurken, yaşadıkları ruh değişimlerinin menopoz kaynaklı olduğunu bilmiyorlar bile. Herkesin üremeyi çocuk yapmakla eşit gördüğü toplumlarda, menopozun hiç konuşulmamasına şaşmamak lazım.
Sevgili kırışıklarım
Kadınların ataerkil toplum tarafından kontrol edilmeye çalışılması, ailelerinden gördükleri çocuk yapma baskısı, iş yerinde maddi manevi ikinci sınıf insan olarak görülüp sistematik olarak küçük düşürülmeleri, devamlı güzel ve bakımlı kalmaya zorlanmaları, bedenlerinden, kırışıklıklarından utanır hale gelmeleri psikolojik şiddet değil de ne...
Tekrar dünyaya gelsem yine kadın olarak gelmek isterdim. Ama geldiğim dünya farklı olsun, her anlamda eşitlik olsun isterdim. Yaşlanmak ise bize bahşedilmiş bir lütuf. Yaşlanma şansına erişemeyen, bu dünyadan erken ayrılan birçok insan var. Sözlerimi Sevgili Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok’ta geçen, şahane sözleriyle bitirmek isterim: “Sevgili çizgilerim benim, sevgili kırışıklıklarım, sizi ne kadar seviyorum... Siz bana ne çok şey öğrettiniz... Siz beni ne kadar çok seviyorsunuz... Siz benim mutluluğum, siz benim savaşım, siz benim mutsuzluğum, siz benim acılarım, siz benim özgürlüğümsünüz... Sevgili, ince, küçük, zarif çizgilerim... Dostlarım. Siz olmasanız ben ne yapardım? Siz benim kararlılığım, siz benim gücümsünüz. Sizi oluşturana dek neler yaşadım... neler çektim... nasıl savaştım ben... ve size böyle anlayışla, mutlulukla bakabilmek için... ne çok uğraştım”
Ayşe Acar kimdir?Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor. |