Aslı Atasoy

13 Nisan 2024

Ahmet Ümit'ten ilginç öneriler: Beyoğlu Belediyesi'nin yerinde olsam...

"Bir edebiyat festivalini ısrarla öneriyorum. Bu Beyoğlu'nun değişim işaret fişeği gibi olabilir"

Ahmet Ümit, 35 yıldır aralıksız ürettiği eserleri ile edebiyat dünyamızın vazgeçilmezlerinden. Ümit'in edebi dili, yaşamı gibi yüksek dozda akıcılık içeriyor. Üniversite için geldiği İstanbul'da aktif siyasi hareket içinde Beyoğlu'nun her halini yaşayan yazarın, kitaplarını yazdığı ofisi İstiklal Caddesi'ni kesen bir sokakta asırlık binada yer alıyor. Beyoğlu çok şanslı, adına yazılmış kitaplara sahip hem de Ahmet Ümit imzasıyla…

- Öncelikle Beyoğlu özelinde seçim sonuçları hakkında ne söylersiniz?

Açıkçası biraz sürpriz oldu diyebilirim. Beyoğlu'nu kritik görüyordum. İstanbul'da bir değişiklik bekliyordum ama bu kadar büyük değişiklik beklemiyordum. Dolayısıyla bir sürpriz oldu ama olması gereken geç kalmış bir şeydi. Sonuç şahane oldu

- Ahmet Ümit ismi Beyoğlu denilince ilk akla gelen İstiklal Caddesi ve Galata Kulesi'ne uzunca bir süredir eşlik ediyor. Siz her zaman "Beyoğlu küllerinden yeniden doğacak" dediniz. Sizce doğum başladı mı?

Beyoğlu'nun tarihine baktığımız zaman Osmanlı döneminde kurulan bir yer olduğunu görürüz. Osmanlı'nın Batılı yönünü temsil eden bir yer. Çünkü Osmanlı, Doğulu bir imparatorluk değil. Hem Doğulu hem Batılı bir imparatorluk. Beyoğlu, elçiliklerin açılmasıyla beraber Osmanlı'nın Batılı yönünün bir vitrini gibi duruyor. Bu önemli. Çok farklı mezheplerin kiliselerini, sinagogları görüyorsunuz. Burası her zaman çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bir yerdi. Bu özelliği ile çok renkliydi. Dünyanın bütün kültürlerini içerisinde barındırıyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla beraber bir süre sonra özellikle Türkleştirme politikasında yapılan birtakım yanlışlıklar sonucu bir kırılma yaşandı. İşte 6-7 Eylül, Varlık Vergisi gibi olaylar buna neden oldu.

- Ardından gelen 70'lerde nasıl değişimler oldu? Sonrası nasıl seyretti?

Özellikle 70'li yıllarda bir çöküş dönemi yaşandı. Beyoğlu, seks filmleri furyası, uyuşturucu satışları, fuhuş olayları sonucunda terk edilmiş gibiydi. Böyle bir süreç sonrasında 90'lı yıllarda yeniden küllerinden doğdu. Beyoğlu bambaşka bir yer haline geldi. Gezi olaylarından sonra biraz da hükümetin politikasıyla ya da yaşanan olaylar nedeniyle Beyoğlu eski rengini kaybetmeye başladı. Biraz da Batılıların Türkiye'den el ayak çekmesiyle beraber bunun olduğunu söyleyebiliriz. O zaman gelen Arap yahut İranlı turistler göze batmaya başladı. Bununla beraber birtakım kültürel merkezler, kitabevleri, tiyatrolar kapandı. Sinema eski şaşasını kaybetti. Böyle bir politika uygulandı. Evet şimdi Beyoğlu yeniden doğabilir. Çünkü Beyoğlu zaten yeniden doğma özelliğine sahip. Bunu taşıyor sorun bu yeniden doğuşu gerçekleştirecek bir ebe. İyi bir ebe. O ebe de işte şu anda eğer yeni gelen belediye bu perspektifle çalışırsa eğer bu doğum gerçekleşebilir. Ve muhteşem olur.

- Siz yıllardır Beyoğlu'ndasınız. Ofisiniz hâlâ orada. Sosyal medyada paylaşılan 90'lı yılların fotoğrafları bir simge haline dönüştü. O güzel günler ve giden insanlar geri dönecek mi diye soruluyor…

Dönerler, yüzde yüz dönerler. Şu anda Beyoğlu Belediyesi'nin yerinde olsam önümüzdeki sonbaharda Taksim Meydanı'nda bir kitap fuarı düzenlerim. Orada kurulacak çadırlarda yapılacak şahane bir kitap fuarı bütün yazarları misafir edebilir. Hepimiz büyük bir tutkuyla ve coşkuyla katılırız. Bu geleneksel hale de gelebilir. Biliyorsunuz eskiden kitap fuarı küçük bir yerde Tepebaşı'ndaydı. Yanlış anlaşılmasın bunu TÜYAP'ın yerini alması anlamında söylemiyorum. Beyoğlu Belediyesi olarak bunu yapalım. Kültürel etkinliklerin yolunu açalım. Beyoğlu buna gerçekten çok müsait. Bunu yapabilecek sanatçı potansiyeli fazlasıyla var. Çok göz ardı edildi insanlar. Bizzat korkutuldu. Şu anda yeni bir özgürlük ortamı var. Özgürlük rüzgarı esiyor. Bunu kültürle ve sanatla beslemek lazım. Bu önemli bir şey. Dolayısıyla belediyenin faaliyetleri arasında bunu da öneriyorum. Her türlü desteği vermeye hazırım. Yeni kitapçıların açılması gerekir. Şu anda gerçi Metrohan'ın altında belediyenin İstanbul Kitapçısı var. Bunlar çok kıymetli şeyler.

- Başka neler olsun istersiniz?

Beyoğlu'nda yeniden daha fazla kitapçı, tiyatro salonları ve galeriler açılsın. Belediye bunlara ön ayak olsun. Belediye kendi binalarında sanatçılara destek olabilir. Çünkü dediğim gibi Beyoğlu, İstanbul'un vitrini. Aynı zamanda Türkiye'nin de vitrini. Dünyada böyle bir yer yok. Soho diyeceksiniz ama böyle değil, sterilize olmuş. Moskova'da Arbat Sokağı var diyeceksiniz, değil. Beyoğlu yaşayan bir yer ve inanılmaz kozmopolit inanılmaz canlı, cıvıl cıvıl. Beyoğlu'nu o eski günlerine kazandırmak son derece mümkün. Hiç zor değil.

"90'larda iktidarın baskısı yoktu"

- Bir de özellikle 90'lı yıllara büyük bir özlem var. Son yıllarda Beyoğlu'nun renkli haline hiç görmedik gibi düşünüyorum. Bu özlem için neler söylersiniz?

Geçmişte de hep işte "Biz eskiden Beyoğlu'na çıkarken takım elbiselerimizi giyer çıkardık" denirdi. Klişedir ama doğrudur bir yönüyle. Şimdi 90'lar hakikaten Beyoğlu'nun en parlak, en özgür, en rahat olduğu dönemlerdi. İktidarın baskısı yoktu. Gezi'den sonra özellikle Beyoğlu'nda siyasal iktidarın özel bir baskıyla karşı karşıyayız. Özel bir dönüşüm, gözümüze sokma, tehdit etme ile Beyoğlu tuhaf bir yer oldu. Çok sesliliği, çok kültürlüğünü yok etmeye dair bir planları var. Ama bunu da tam yapamıyorlar. Örneğin AKM'yi yapmak zorunda kaldılar. Beyoğlu'nun öyle bir özelliği var. AKM'yi yapmak zorunda, aslında dönüştüremez. İnsanların 90'ları özlemesinin nedeni o. Eğer Beyoğlu Belediyesi çok iyi bir programla ve Büyükşehir Belediyesi'nin desteğiyle öyle bir sürece girerse 90'ları özlememize gerek kalmaz. 90'lardan daha güzel, daha renkli ve daha özgür olarak sanatla iç içe bir Beyoğlu yaratabiliriz.

- Sizin Beyoğlu ile ilişkinizi duygular bağlamında dinlesek?

Gaziantep'liyim. Beyoğlu'na 1978'de ilk geldiğim günü hatırlıyorum. 18 yaşındaydım. Üniversite eğitimi için gelmiştim. İlk gördüğümde "Nasıl bir yer" diye kalmıştım. Kız arkadaşımla Lale Muhallebicisi'ne giderdik. Her yer anılarla dolu. Beyoğlu o zaman trafiğe açıktı. O trafikte ben korsan mitingde NATO'ya ve faşizme karşı konuşmalar yapan bir aktivisttim. 1994 yılında artık bir yazar adayıydım. Beyoğlu'nda yaşamaya ve Beyoğlu çalışmaya başlamıştım. Ve ilk 2003 yılında "Beyoğlu Rapsodisi"ni yazdım. O günden sonra Beyoğlu adeta benim doğduğum Gaziantep gibi vazgeçemeyeceğim bir baba evi ve ana kucağına dönüştü. O yüzden içim hiçbir zaman Beyoğlu'ndan ayrılmaya el vermedi.

- "Beyoğlu bitti" denildi uzun süre. Siz ne dersiniz?

İnsanlar "Beyoğlu bitti" diyorlardı. Ben vazgeçmedim. Çünkü zaten yazılarımı yazdığım ofisim 104 yıllık Maruşka Apartmanı'nda. Bir şekilde benim yazarlığımın temel kaynakları, organik olarak beslendiğim kaynaklardan biri. Gerçekten çok seviyorum. Beyoğlu olmasa hayatımda herhalde çok büyük bir eksiklik olur. Gerçi dünyada çeşitli şehirlerinde Moskova'da Berlin'de yaşadım. Çok sık seyahat ediyorum şimdi Ada'da yaşıyorum ama Beyoğlu hiç vazgeçemeyeceğim bir sevgili gibi benim için.

- İnan Güney hiç de azımsanmayacak bir kesim için bir umut simgesi oldu. Çok enteresan bir biçimde böyle bir enerji patlaması oldu. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Sadece Beyoğlu için değil bütün Türkiye için çok geç kalmış bir seçim zaferi gerçekleşti. Aslında epeyce geç kaldı. Çok daha önceden, Mayıs seçimlerinde bunun gerçekleşmesi gerekiyordu. Siyaset bilimi ve bütün veriler bunu gerektiriyordu. Şimdi böylesi bir değişim herkeste çok büyük bir umut ve sevinç dalgası yarattı. Bu çok güzel bir şey. İnsanların morali çok yükseldi. Motive oldular tekrar. Burada bir tehlike var o da şu bu umudu öldürmemek ve söndürmemek lazım. Bu umudu enerjiye çevirmek lazım. O yüzden de hem Büyükşehir Belediyesi'nin hem Beyoğlu Belediyesi'nin somut, canlı ve sonuç alıcı bir programla hemen harekete geçmesi lazım.

- Yeni bir eserinizle konu olur mu tekrar Beyoğlu?

Olmaz mı, tabii olacak. Aslında Beyoğlu'nu eserlerimde çok güzel anlatmıştım. Bunlardan "Beyoğlu Rapsodisi"nde Cadde-i Kebir dediğimiz bugünün İstiklal Caddesi'ni anlattım. "Beyoğlu'nun En Güzel Abisi"nde Tarlabaşı'nı anlattım. Bundan sonraki eserimde Tophane, Cihangir daha çok böyle Beyoğlu'nun merkezinde olmayan kısımlarını anlatmayı planlıyorum. Umarım önümüzdeki yıllarda yazarız çünkü orası eksik kaldı.

- Beyoğlu'na gezmek için gelen birisi yanına dinlenirken okumak için hangi Ahmet Ümit kitabını alsın? Ve sonra neler yapsın?

Yanlarına "Beyoğlu Rapsodisi" kitabımı almalarını öneriyorum. Ayrıca bu kitap, gezerken rehberlik edecek. Çünkü "Beyoğlu Rapsodisi"nde İstiklal Caddesi'ndeki neredeyse bütün önemli tarihsel binaların öyle ya da böyle bir tarihi var. Yani Aya Triada Kilisesi'nden de Taksim Meydanı'ndaki Atatürk Anıtı'na, Galata Mevlevihane'sinden Galatasaray Lisesi'ne, Aynalı Pasaj'a Hazzo Pulo Pasajı'na dek hepsine bir alıntı var. Böyle bir gezi için en iyi okunacak kitap "Beyoğlu Rapsodisi"dir. Bir de tabii bununla beraber aslında "Beyoğlu'nun En Güzeli Abisi" ile "Elveda Güzel Vatanım"ı okusunlar. "Elveda Güzel Vatanım" enteresan çünkü 1926 yılının Beyoğlu'nu anlatıyor. Kıyaslama yapabilirler. O zaman var olan binalar, meydanlar artık yok. Örneğin Tepebaşı Bahçesi ve Taksim Bahçesi yok. Bunları da öğrenmiş olurlar. Böyle bir okuma sonucunda gezerlerse çok iyi bir sonuç alabilirler.

"Beyoğlu, özgürlük sahnesi olabilir"

- Bundan sonra Beyoğlu ve özellikle İstiklal Caddesi sizce neyi simgeleyecek ve ne olacak?

Şu olabilir yani olabilir olacak demiyorum. Eğer bu dediklerimizi yaparlarsa Beyoğlu, AKP sonrası Türkiye'nin özgürlük sahnesi olabilir. Beyoğlu'nu bir tiyatro sahnesine benzetirim aslında. O kadar renklidir ki her an her şey değişir. İstiklal Caddesi'nden geçen insanlar çok farklıdır. Kadınlar, erkekler, eşcinseller; çok farklı sosyal kesimlerden insanlar. Aynı zamanda siz burada bir seyirci olmazsınız bu tiyatro sahnesinde siz de oradan geçtiğimiz için tiyatro sahnesinin doğaçlama olarak bir oyuncusuna dönüşürsünüz. Büyükşehir Belediyesi ile yeni Beyoğlu Belediyesi ve onlara destek veren aydınlar, sanatçılar, halkı ve esnafıyla beraber değişim gerçekleştirilebilir. Esnaflar da çok önemli çünkü onlar da mağdur oldu.

- Bu sahne nasıl olmalı?

Muhteşem bir sahne yaratılabilir. Yönetmeni, dramaturgu olmayan. Kendiliğinden özgürlüğün, güzelliğin, eğlencenin, sanatın hatta finans dünyasının yaşadığı bir yer haline dönüşebilir. Bu çok önemli bir şey olur. İnsanlar ülkemize geldiği zaman Beyoğlu'ndan geçiş yapıyorlar. Zaten ilk kuruluş da öyleydi. Yani Sirkeci'ye Orient Express ile trenle geliyorlardı. Oradan Beyoğlu'na gidiyorlardı. Orada Pera Palas'ta kalıyorlardı. Pera Palas'ın kapısından girince bir şark dünyasına girersiniz. Yahut orada Büyük Londra Oteli'nde kalıyorlardı. Bugün insanlar Beyoğlu'na geldiklerinde kafalarındaki yanlış Türkiye imajı tümüyle böylece kırılabilir, ortadan kaldırılır.

- Bu sahnede neler olmamalı?

Bence meseleyi şöyle almak gerekiyor. Artık bugüne kadar AKP'nin uyguladığı özellikle Gezi'den sonraki uyguladığı politika siz ve biz siyaseti idi. AKP'li olanlar ile olmayanlar siyaset idi. Bu ülkeyi batırdı yani ülkedeki ekonomik krizin nedeni bu. İnsanların birbirine düşman olmasının nedeni bu. Bu politika tümüyle yanlış bir politikadır. Bu politika asla uygulanmamalı. Laik kesim de bunu uygularsa kararlılıkla karşı çıkacağız. Tümünü kapsayacağı insanların istediği gibi yaşayabileceği, özgürce yaşayabileceği, kendi yaşam tarzını gerçekleştirebileceği bir Türkiye yaratmak zorundayız. Bu anlamda Beyoğlu bir prototip de olabilir. Neden prototip olabilir? Söylediğim gibi çok sesli, çok dilli ve çok dinli. O yüzden Beyoğlu'na sadece içki içmek için gelinmiyor. Beyoğlu deyince benim aklıma ilk gelen "Hadi gidelim içelim, eğlenelim" değil ki.

- Beyoğlu aslında sadece bir eğlence merkezi değil…

Beyoğlu kültürel bir merkez. Asıl meselesi bu. Onu aynı zamanda sanatsal bir merkez haline yükseltmeniz gerekir. Buna vurgu yapmamız gerekir. Ve elbette insanlar buraya geldiklerinde dünyanın her mutfağına ait çok güzel restoranlarda yemek yiyecek ve isterlerse içkisini içecek, istemiyorsa içmeyecek. Bunların hepsi olacak. Asla yapılmaması gereken ve bizi mahvedecek olan şey bu ayrımcılıktır, ötekileştirmektir. Güç bizde zannına kapılıp ya da güç siz de ise bile sizin gibi düşünmeyen insanları ezmeye çalışmaktır. Onların üzerinde baskı kurmaya çalışmaktır. Maalesef son 20 yılın pratiğini biz bu şekilde yaşadık. Bu pratik Türkiye açısından yıkımdır, zulümdür, ölümdür. Bunu kim tekrar ederse etsin uzun sürede kaybeder.

- Siz bu anlamıyla her kesimin yazarısınız. Okurlarınızla iletişim kurarken kullandığınız dil çok kapsayıcı ve ayrıştırıcı değil…

Çok doğru söylediniz. Okurlarıma ya da benim imza buluşmalarıma baktığınız zaman başörtülüsünden piercingliye, anarşistinden milliyetçiye, dindarından komüniste ateiste her kesimden insan görürüsünüz. Her kesimden insanı kucaklarım. Kendi görüşlerim tabii vardır. Onlar benim solcu olduğumu bilirler. Ama kitaplarımda esas olarak hayatı anlatırım, esas olarak hayatın güzelliğini hayatın çeşitliliğini zorbalığa, baskıya, zulüme karşı durmak gerektiğini anlatırım. Bu nedenle de Beyoğlu'nda bence yapılması gereken budur. "Ahmet Ümit'in imza kuyruğuna bakın Türkiye'yi görürsünüz" diyorlar. Bu çok önemli bir şey. Aynısını CHP'nin bugünkü yönetimi özellikle Beyoğlu'nda uygulaması gerekiyor. Hiç kimseye ayırımcılık yapılmamalı. Çarşafla gezen çarşafla gelecek, mini etekle gezen mini etekle gezecek. Kimsenin kimseye karışma hakkı yoktur. Bırakalım insanlar kendi kararlarını versin.

- Son olarak neler söylersiniz?

Bir edebiyat festivalini ısrarla öneriyorum. Bu Beyoğlu'nun değişim işaret fişeği gibi olabilir. O gün Tünel'den Beyoğlu'na doğru tüm yazarlar ve aydınlar olarak yürüyüş yapabiliriz. Bunu kimseyi dışlamadan, sağcı yazarlar varsa sağcı yazarların da hepsini yanımıza alarak yapabiliriz. Beyoğlu bir özgürlük ruhudur. Beyoğlu'nu Anka Kuşu'na benzetiyorum. Kendi küllerinden her zaman yeniden doğuyor. Doğmasının nedeni bu çeşitlilik. Beyoğlu, Simurg'un renkleri gibi rengarenk, kültürel renkleri taşıyor…


Yarın: Tuğrul Eryılmaz anlatıyor